MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 09.05.2013 23:57
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi!
Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse,
eğer zîhayatlar senden mufarakat edip ölüm yolunda koşarsa,
eğer insanlar seni terk edip mezaristana girerse,
eğer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse,
merak etme.
De ki: 'Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, herşey var.'
Bediüzzaman
Kul hakkı
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
“Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
“Ümmetimden iki kişi Allâh’ın huzuruna gelirler. Birisi,
-Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der. Allah
Teâlâ da ötekine,
-Hakkını ver, buyurur. Adam,
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der.
Cenâb-ı Hakk,
-Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur.
Adamcağız,
- O halde benim günahlarımdan alsın, der.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, “O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister” dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
-Başını kaldır ve cennete bak, buyurur.
Adamcağız,
- Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten apartmanlar ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der.
Allah Teâlâ,
-Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur.
Adamcağız,
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der.
Hz. Allah,
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur.
Adam,
-Nasıl olur, yâ Rab? deyince,
Cenâb-ı Hakk,
-Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur.
Adam,
-O halde ben bunu affettim, der.
Allahü zû’l-Celâl hazretleri de,
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz,
‘Allah’tan korkun, Allah’tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü’minlerin arasını buluyor’ buyurmuşlardır.
Kâinatta bir su döngüsü vardır. Ancak suyun dünyamıza nasıl geldiği hakkında fazla bir bilgi yoktur. Bilim, suyun dünyanın hamurunda olmadığını ve tıpkı demir elementi gibi suyun da dünyamıza dünyamız dışından geldiğini tahmin etmektedir. Hem de küçük çakıl taşları içerisinde hapsedilerek dünyamıza gönderildiği, bu küçük kayaçların zamanla çatlamasıyla suyun açığa çıktığı anlatılmaktadır. Dünyamızı saran atmosfer tabakalarına düşünecek olursak bu görüşün mantığa uyduğunu anlayabiliriz. Eğer su kayaçlar içerisinde gönderilmeseydi atmosferin yüksek sıcaklığında ister sıvı ister gaz, isterse katı (buz) halini muhafaza edemeyecek ve dışarıda kalacaktı. Dünyamız da susuz yani yaşamsız kalacaktı. Yüce kitabımız su ya da yağmur için bir ifade kullanırken tıpkı demir için kullandığı “indirdik” kelimesini kullanmaktadır. Bu ifadeden suyun dışarıdan yani dünyamız dışından geldiği de anlaşılabilmektedir.
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bugün mânevî bir ihtarla sizin hesabınıza bir telâş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği ayni dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâse yi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.
İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten -kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla- bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar fayda verir. Hem Nurun sırr-ı ihlâsı, siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay âhiret pazarı olmasından, herbiriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.
Said Nursî
Lügatçe;
müteellim: Acı çeken, elemli ve kederli olan-şuhûr-u selâse: Üçaylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları-ticaret-i uhreviye: Ahiret ticâreti-meşher: Fuar, sergi-medrese-i Yusufiye: Hz. Yûsuf'un medresesi. Hz. Yûsuf, hapishânede bulunduğu için Allah yolunda mahkûm olanların kaldığı hapishâneye bu isim verilir-kemiyet: nicelik, sayı çokluğu-keyfiyet: Nitelik, kalite, esas.
Hem der: Şu âlem, çendan, fânîdir; fakat ebedî bir âlemin levâzımâtını yetiştiriyor. Çendan, zâildir, geçicidir; fakat bâkî meyveler veriyor, bâkî bir Zâtın bâkî esmâsının cilvelerini gösteriyor. Ve çendan, lezzetleri az, elemleri çoktur; fakat Rahmân-ı Rahîmin iltifatâtı, zevâlsiz, hakiki lezzetlerdir. Elemler ise, sevap cihetiyle mânevî lezzet yetiştiriyor.
Mâdem meşrû daire, ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine, safâlarına, keyiflerine kâfidir; gayr-i meşrû daireye girme. Çünkü, o dairedeki bir lezzetin bâzan bin elemi var. Hem hakiki ve dâimî lezzet olan iltifatât-ı Rahmâniyeyi kaybetmeye sebeptir.
Hem, dalâletin yolunda sâbıkan beyân edildiği gibi, esfel-i sâfilîne insanı öyle bir sukût ettiriyor ki, hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe ona çare bulamadıkları ve o derin zulümât kuyusundan hiçbir terakkiyât-ı beşeriye, hiçbir kemâlât-ı fenniye insanı çıkaramadığı halde, Kur'ân-ı Hakîm, İmân ve amel-i sâlih ile o esfel-i sâfilîne sukuttan insanı âlâ-yı illiyyîne çıkarır. Ve delâil-i katiye ile çıkarmasını ispat ediyor. Ve o derin kuyuyu terakkiyât-ı mâneviyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyenin cihazâtıyla dolduruyor.
Hem, beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshîl eder ve kolaylaştırır; bin, belki elli bin senelik mesafeyi bir günde kestirecek vesâiti gösterir.
Lügatçe;
çendan: Gerçi-levâzımât: Lâzım olan şeyler-zâil: Gelip geçici, yok olup giden-iltifatât: Lütuflar, bağışlar, iyilikler-zevâlsiz: Bitmeyen, kaybolmayan-iltifatât-ı Rahmâniye: Sonsuz merhamet sahibi Allah`ın iltifatları, iyilikleri-dalâlet: Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma-esfel-i sâfilîn: Aşağıların en aşağısı; Cehennemin en aşağı tabakası-sukût: Düşüş, alçalış-terakkiyât-ı beşeriye: İnsana âit yükselişler, ilerlemeler-kemâlât-ı fenniye: Fennin gelişmesi. İlim ve teknolojideki ilerleme-amel-i sâlih: Salih, iyi, hayırlı iş-âlâ-yı illiyyîn: Yüceler yücesi, en yüksek mertebe-delâil-i katiye: Kesin deliller-terakkiyât-ı mâneviye: Mânevî ilerleme, yükselme-tekemmülât-ı ruhiye: Ruhen yükselmek, mükemmelleşmek.