MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 10.03.2013 00:20
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Bana zulmedenlere,
beni kasaba kasaba dolaştıranlara,
hakaret edenlere,
türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere,
zindanlarda bana yer hazırlayanlara,
hepsine hakkımı helâl ettim.
Bediüzzaman
Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.

Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.

Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur. Çünkü, yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyen şüphem kalmadı.
Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.
Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.) , o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.
Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz, (“Başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.” Haşir Sûresi, 59:9) sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.
Lügatçe;
tarassudat: göz altında tutmalar, gözlemeler-tazyikat: baskılar, sıkıntılar-zahîr: yardımcı, destek sağlayan-ihlâs-ı tâm: tam bir ihlâs, tamamen Allah rızasını düşünüp araya maddi-manevi çıkar katmamak-teveccüh: insanların değer vererek yönelmeleri-hodgâmlık: bencillik.
Rabbini unutmak ve tabiata sapmak, hamâkatin en eşneidir
Altıncı sual: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbât-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işâa edip, adeta tesadüfî ve tabiî ve maksatsız bir hadise nazarıyla bakarlar. Bu hadisenin mânevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar, ta ki intibaha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikati var mıdır?
Elcevap: Dalâletten başka hiçbir hakikati yoktur. Çünkü, her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler envâın birtek nev’i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından birtek ferdin yüzer âzâsından birtek uzvu olan kanadının kast ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayt kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hâmisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali, belki hiçbir şeyi cüz’î olsun küllî olsun irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlâhî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak, hikmetinin muktezasıyla, zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip ateşlendiriyor.
Haydi, madenî inkılâbat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur, başka olamaz. Meselâ bir adam bir tüfekle birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip biçare maktulün büsbütün hukukunu zayi etmek ne derece belâhet ve divaneliktir.
Aynen öyle de, Kadîr-i Zülcelâlin musahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, “Ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için ateşlendir” diye olan emr-i Rabbânîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamâkatin en eşneidir.
Lügatçe;
küre-i arz: yerküre, dünya-inkılâbât-ı madeniye: yeraltı madenlerinde, yapısında değişim, fay hareketleri-ehl-i gaflet: gaflete dalanlar, Allah'ı unutanlar-işâa: haber yaymak, duyurmak-tesadüfî: rastgele- esbab: sebepler-intibah: uyanış-münakkaş: nakışlı-envâ: çeşitler, türler- kast: istek, dileme-meşiet: dileme, irade, istek-hikmet: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması-mazhariyet: sahip olma, üzerinde gösterme-zîşuur: şuur sahibi-merci: Sığınılacak yer-hâmi: koruyucu-ef’al: fiiller, işler-ahval: haller, vaziyetler-Kadîr-i Mutlak: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah-mukteza: gerektirme-tasarrufat: faaliyetler-hasr-ı nazar: bakışı tek bir yere yöneltmek-musahhar: Emre amade, boyun eğen-iddihar: biriktirme-Ehl-i gaflet ve tuğyan: Allah'ın unutanlar ve isyanda aşırı gidenler-hamâkat: ahmaklık-eşne: en kötü, en iğrenç.
Maddi ve manevi rızkınızın artmasını ister misiniz?

Maddi ve manevi rızkınızın artmasını ister misiniz?

Şükredin..

Evet, içinizden gelmese de; daha pek çok isteğim yerine gelmedi; eksiklerim ihtiyaçlarım diz boyu; dua ediyorum ediyorum bir türlü isteklerim verilmedi deseniz de.. Şükredin..

Elhamdülillah.. Elhamdülillah.. Elhamdülillah..

Niye mi?

Bediüzzaman Hz(RA) : “Şükür, nimeti ziyadeleştirir” diyor. (1)

Şükür, maya gibidir; az olan bir nimete şükür mayası katılınca nimet ziyadeleşir; bu Cenab-ı Hakk’ın madde alemindeki tasarrufunda külli bir kaidedir. Nasıl ki dünyada yer çekimi kanunu var, her şey ona göre hareket ediyor; aynı bunun gibi maddeye hükmeden melekut aleminde de bazı kanunlar var ki bugün idrak edeceğimiz “Şükür kanunu” onlardan bir tanesi.

Peki neye şükredelim?

Bu yazıyı okuyabildiğimize göre “göz ve akıl” nimetlerinden başlayabiliriz.

“Bana verdiğin şu bir çift gören göz nimetin için; bana varlıkları anlamamı sağlayan ve menfaat ve zararımı ayırt ettiren akıl nimetin için, çok şükür Ya Rabbi! ”

“Bu öğün de karnımı helal rızıkla doyurduğun; ne yiyeceğim diye kara kara düşündürmediğin için, şükür Ya Rabbi! ”

Şükrün geniş kapısından hepimizin sahip olduğu ve çokça istifade ettiğimiz bu iki nimetle girmiş olduk. Bakalım bu kapının açıldığı alemde başka neler var..

Şükrün tarifini yaparken Bediüzzaman Hz(RA) : “İşte ona(Mün’im-i Hakiki’ye) teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur” diyor. (2)

Nelere ihtiyaç hissediyoruz ve onlar verildikçe bizim için “nimetler” sırasına geçiyorlar?

Başımızı sokacak bir ev, kimseye muhtaç olmayacak kadar geçim bolluğu yani maddi rızık, meşgul olacağımız bir iş, zaman, sıhhat, sevdiklerimiz yani anne, baba, eş, çocuk, akraba, taallukat, arkadaşlar, dostlar, sonra daha iç alemimizde huzur, isabetli fikir, Allah’a yakın bir kalp, Kur’an ilmi vb. çok uzun bir ihtiyaç listesi yazabiliriz. Bunların hepsine tamamen olmasa da çoğuna kısmen sahibiz, değil mi? Öyleyse “sahip olduklarım” diye bir liste daha yapsak kaç madde çıkar? Yukarıdakilere ilaveten hepimizin en az 5 maddesi daha çıkacaktır. Öyleyse.. pek de fakir biri sayılmayız.

Listemizdekileri tek tek inceleyip bizim için ifade ettikleri kıymete bakacak olursak: “Benim aslında epey çok şeyim varmış.. Az zengin birisi değilmişim.. Hatta eski asırlarda yaşamış padişahların saraylarından daha konforlu bir evim, daha lezzetli yiyeceklerim, daha çok bilgiye sahip olma imkanım var. Maddi ve manevi varlıklar yönünden epey imkanları olan birisiyim” diye düşünmeye başlarız.

Hatta sağlık nimetini düşününce “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” Kanuni Sultan Süleyman Han’ın meşhur sözünü söyleriz.

Şükür kapısıyla girdiğimiz bu alemdeki seyahatimize biraz daha devam edelim..

İçinde yaşadığımız bu dünyada kendisine maddi, manevi nimetler verilen sadece “biz” miyiz? Etrafımızdaki tüm insanların da bizim gibi upuzun bir “sahip olduklarım” listesi var.. ve bu liste sürekli değişip tazeleniyor; yaşa, duruma göre nimetler farklılaşıyor, artırılıyor azaltılıyor ama herkese ihtiyaçları nisbetinde bir “ihtiyacını karşılama” muamelesi yapılıyor, değil mi?

İşte bu herkese, hatta her canlıya, bitkiye, hayvana yapılan nimet verme, nimetlendirme muamelesine Bediüzzaman Hz(RA) Kur’an’daki tabiri ile “in’am fiili” demiş. Kainatta her canlı ve cansızın ihtiyaçlarını görüp, bilen ve münasibince karşılayan fiil, in’am fiilidir. Nimetten o nimeti bize veren eli yani nimetlendirme muamelesini fark etmemiz ise meseleye tefekküri şuurumuzun dahil olmasıyla hakiki manada bir şükürdür. (3)

Şimdi kocaman, azametli bir ağaç hayal edelim. Fark etmeye başladığımız “nimet verme” fiilinin bize verdiği bütün nimetleri o ağacın dallarının uçlarına takalım. Ağacımızın üst dallarında üzerinde yaşadığımız dünyamız, Samanyolu, güneş, toprak, su, hava, bitkiler, hayvanlar gibi herkesin istifade ettiği nimetler olsun. Alt dallarında ise anne-baba-aile, akrabalar, arkadaşlar, dostlar, sıhhat, iman gibi daha bize hususi nimetler olsun. Ve daha yazı ile ifade edemeyeceğimiz pek çok detaylı ve bize nimet olan şeyleri ağacımızın dallarına yerleştirebiliriz. Mesela ufak bir nezaket, bir tevafuk, bir hatırlanma gibi ruhumuzu âbâd eden ayrıntılar da nimetler sırasında yerini alabilir.

Şimdi bir adım geriye çıkıp hepsi bize ait olan ve dalları kırılacak derecede nimetlerle yüklenmiş bu ağaca bakalım..

Şu dalda sallanan karaltı cep telefonum yada laptopum, gülümseyen şu teyze bizim apartmandaki komşu, el sallayan bebek halamın torunu, ufak yaprak kadim dostumun bir mesajı, kucağını açmış bana gülümseyenler anam-babam vs.. gibi hayal edelim. Canlı ve daim dolup boşalan bir ağaç.. Bu koskoca ağaç ve üstüne takılan nimetlerin hepsi bizim..

Ne deriz?

Elhamdülillah..

Bu sefer içimizden gelerek söyledik değil mi? Meğer ne kadar zenginmişiz.. Bediüzzaman Hz(RA) bu ağaca “in’am şeceresi” yani “nimet ağacı” demiş. (4)

Ne kadar güzel ve zenginmiş bu in’am ağacı.. Veren eli ve tüm verilmişleri görmek insana kendini çok kıymetli ve zengin hissettiriyor ve otomatik olarak verene karşı teşekküre yani şükre sevk ediyor. Bize böyle ağaçlar, kainatlar dolusu ikram eden bir Allah, hiç bizi sevmez olur mu? Bizi sadece dünyada vereceği nimetler için yaşatıyor olabilir mi? Elbette burada gördüklerimiz, tattıklarımız numunelerdir, ta ki asıllarına müşteri olup onları talep edelim. (5)

İşte dünya, buradaki gölge ve numunelerden asıllarına yol bulduğumuz bir meydan-ı talim ve cihaddır.

Peki “bana verilmeyen nimetler, inam ağacımın boş dalları ne olacak? ” derseniz bunu inşallah bir sonraki yazımızda değerlendirelim.

Herkese bol şükürlü günler duasıyla..

İn’am ağacımızı şükür suyuyla sulamayı unutmayalım ta ki yeşersin, büyüsün, meyvedar olsun..

Ya Rabbi! Bizi çok şükreden kullarından eyle. Amin.



(1) Lem’alar (275)

(2) Mektubat (399)

(3) Mektubat (225)

(4) Mesnevi-i Nuriye (123)

(5) Sözler (37)