MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 18.09.2013 17:47
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Şu iki şeyden de, daha kötüsü yoktur:
1- Şirk,
2- İnsanlara kötülük etmek.
Hadis-i Şerif meali
(Askalani)

Sadık Nur Talebelerini ehl-i hakikat ve melâike ve ruhâniler alkışlıyorlar
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu eski ve yeni iki medrese-i Yusufiyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar tehacüme karşı kuvve-i mâneviyesi kırılmayan zâtları ehl-i hakikat ve nesl-i âti alkışlayacakları gibi, melâike ve ruhâniler dahi alkışlıyorlar diye kanaatim var. Fakat içinizde hastalıklı ve nazik ve fakirler bulunmasıyla, maddî sıkıntı ziyadedir. Ve buna karşı da herbiriniz herbirisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer nümune-i imtisal ve tesanüd ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatap ve mücîb ve güzel seciyelerin in’ikâsında birer âyine olmanız, o maddî sıkıntıları hiçe indirir diye düşünüp ruhumdan ziyade sevdiğim sizler hakkında teselli buluyorum.
Lügatçe;
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane-tehacüm: hücum, saldırı-ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler-nesl-i âti: gelecek nesiller, kuşaklar-nümune-i imtisal: örnek alınacak model-tesanüd: dayanışma-taltif: iyilik ve güzellikle muamele etmek-mücîb: istenileni yapan-in’ikâs: yanıma.
İnsanları riyaya sevkeden sebepler nelerdir?

Riyaya insanları sevk eden esbabın,
Birincisi: Za'f-ı imandır. Allah'ı düşünmeyen, esbaba perestiş eder, halklara hodfuruşlukla riyakârâne vaziyet alır. Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur'dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkiki dersiyle esbaba ve nâsa ubudiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubudiyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.
İkinci sebep: Hırs ve tamah, za'f-ı fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet almaya sevk ediyor.
Risale-i Nur'un şakirtleri, iktisat ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur'un dersinden aldıkları izzet-i imaniye, inşaallah onları riyadan ve dünya menfaatleri için hodfuruşluktan men eder.
Üçüncü sebep: Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannukârâne (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla riya eder.
Risale-i Nur şakirtleri, ene'yi, nahnü'ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı manevisinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarikatın fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de fenâ fi'l-ihvan, yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı maneviyesi içinde eritip öyle davrandığı için, inşaallah, ehl-i hakikatin riyadan kurtulmaları gibi, bu sırla onlar da kurtulurlar.
Lügatçe;
Riya: Özü sözü bir olmamak, inandığı gibi hareket etmeyiş, gösteriş, iki yüzlülük-esbab: sebepler-Za'f-ı iman: iman zayıflığı-perestiş: aşırı ehemmiyet verme, tapar gibi sevme-hodfuruşluk: Kendini beğendirmeğe çalışmak-iman-ı tahkiki: İnandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz îmân, şuurlu ve tahkiki îmân-nâs: İnsanlar-ubudiyet: Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah`a itaat etme-tamah: Aç gözlülük-za'f-ı fakr: Fakir ve muhtaç durumda olmak-teveccüh-ü nâs: İnsanların ilgisi, yönelmesi-celb: Kendi tarafına çekmek-izzet-i imaniye: Îmânın gerektirdiği vakar ve izzetli davranış-Hırs-ı şöhret: tanınma, takdir edilme hırsı-hubb-u cah: Makam sevgisi-tefevvuk: Üstünlük, üstün olma, üstün gelme-tasannukârâne: Riyâ ve gösteriş için. Yapmacık, suni hareketlerde bulunarak-tekellüfkârâne: Gösteriş hevesiyle zorluğun altına girmek-şahs-ı manevi: Bir şahıs olmayıp, kendisine bir şahıs gibi muâmele edilen şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli bir kişi olmayıp bir cematten meydana gelen mânevî şahıs-fenâ fi'ş-şeyh: Bütün mânevî kemâlatını şeyhin mânevî şahsiyetinden almak mânâsındaki tâbir-fenâ fi'r-resul: Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir. Hassaten, sünnî olan tarikat mensubuna göre Hz. Peygamber'in (A.S.M.) rivayet yolu ile nakledilen hadisleri ile beraber hareketlerini benimsemek ve O'na en küçük mes'elede aykırı harekette bulunmamak asıldır.-fenâ fi'l-ihvan: Tefâni. Yani; kardeşlerin birbirinde fâni olması; kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyyât ve hissiyâtı ile fikren yaşaması. Samimi ihlâs üzerine müesses en yakın dostluk, en fedakâr ve en civanmert kardeşlik.
Bu zamanda tesettür olur mu?

Örtünmenin gayesi nedir?

Dinimizin emrettiği örtünmeden maksat, kadının ziynetini ve ziynet yerlerini eşi veya mahremi olmayan erkeklere göstermemesi ve yabancı erkekler tarafından görülmesine meydan vermemesidir.

Bu itibarla örtünün; saçın, ten renginin veya ziynetlerin görünmesine engel olacak kalınlıkta, vücut hatlarını göstermeyecek nitelikte olması gerekir. Bu konuda, yukarıda meali zikredilen hadis-i şerifler dışında, daha pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır. (Müslim, Libas 34, Cennet 13; Müsned, 2/356)

Ahzap Suresi'nin 60. ayetinde de mealen 'Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar' buyurulmaktadır.

Bu ayette Müslüman hanımların evlerinden çıkarken, üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetiyle sokağa çıkmamaları emredilmektedir.

Nur Suresi'nin 60. ayetinde ise, yaşlanmış kadınların, 31. ayette örtülmesi emredilen ziynet ve ziynet yerlerini örtmek kaydı ile (manto, pardösü, çarşaf gibi) dış elbiselerini üstlerine almadan dışarı çıkabilecekleri belirtilerek şöyle buyrulmaktadır:

'Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların ziynetlerini, (yabancı erkeklere) göstermeksizin, dış elbiselerini çıkarmalarında, kendilerine bir vebal yoktur. Yine de dış elbiseli olmaları, kendileri için hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.'

Sonuç olarak, kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri, başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, dinimizin, kitap, sünnet ve İslam âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dinî bir vecibedir.

'En güzel elbise, takva elbisesidir'

Rabbimiz bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: 'Ey Âdem'in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takva elbisesidir. İşte bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar.' (Araf, 7/26 meali)

Elbiseden de önemli olan, takva duygusu ve hayâ hissidir. Örtülmesi gereken yerleri örtmek, namusu korumanın ilk şartıdır. Allah'ın hikmeti, diğer pek çok canlı varlığın yapısına, hayâ ve örtünme duygusu koymayıp sağlam, güzel ve doğal bir elbise vermiştir.

Sadece hayâ duygusu verdiği insanı çıplak yaratmıştır. Böylece insan, hem örtünme emrini tutmanın sevabına ermekte, hem de dünyadaki halifelik görevini ispatlamaktadır. Çünkü bütün yeryüzüne yayılan hayvan ve bitkilerden ve diğer maddelerden elde ettiği giyecekleri yapıp giymekle, bütün yaratıklar üzerindeki tasarruf ve yönetme gücünü, halifeliğinin tezahürlerinden birini göstermektedir.

Örtünme bütün varlıklar içinde yalnızca insana mahsus bir özelliktir. Çıplaklık, insanlığın her döneminde, vicdan ve sağduyu tarafından daima hayâsızlık ve arsızlık olarak nitelendirilmiştir.

Dinimizin örtünme emri, insanın ruh sağlığını, fıtri (yaratılıştan olan) yapı ve onurunu, toplumun genel ahlakını koruma, insanlar ve cinsler arası ilişkilerde dengeyi gözetme, ayrıca insanın haysiyetine yaraşır bir cinsi hayat ve aile hayatı kurma gibi amaçlara yöneliktir. Örtünme çizgilerinin kadın ile erkek için farklı hükümlere bağlı olması, bu iki cinsin yaratılışlarındaki farklı özellikler gözetilerek yapılmış bir ayırımdır.

Peki başörtüsü takmayan iffetsiz midir? Şüphesiz başını örtmeyen kadınlarımıza iffetsiz demek mümkün değildir. Ayrıca her başını örten kadına da iffetli demek isabetli olmayabilir. Başını örten ve örtmeyen kadınlar arasında namuslu ve iffetli olanlar bulunduğu gibi, namus ve iffetten yoksun olanlar da bulunabilir.

Ancak meseleye İslam ahlakı ve ahkâmı açısından bakarsak, hüküm bir ölçüde değişmektedir. İslam, kadın ve erkeğin vücudunda bazı yerlerin avret olduğunu, bunların yabancılara (namahrem olanlara) gösterilmemesi gerektiğini bildirmiş, insanların gözleri ve elleri ile de zina yapabileceklerine işaret etmiştir. (Buhari, İstizan 12; Müslim, Kader 20)

Toplum içinde kadının ve erkeğin avret yerlerine şehvetle bakacak insanlar her zaman ve her yerde bulunabileceğine göre, bunu bilen bir Müslüman'ın avret yerlerini açarak dışarı çıkması, İslami namus ve iffet kavramını zedeleyen bir davranış olmaktadır.

Başörtüsü de kadının avret yerlerinden olan başını ve boynunu kapatan bir örtü olduğuna göre mesele bu şekilde değerlendirilmelidir. (Hayrettin Karaman)

Bu zamanda tesettür olur mu?

Zannediyorum bu soru değişik mekânlarda sizin de kulağınıza gelmiştir. Bir belediye otobüsü içindeydim. Tam önümde iki yaşlı insan oturuyordu. Aralarında konuşuyorlardı.

Bu sırada otobüse iki başörtülü genç kız bindi. Yer olmadığı için ön tarafta ayakta dikiliyordu. Önümde oturan yaşlı hanım, yanındaki kişiye koluyla dürterek 'Şunları görüyor musun? ' dedi. Kadın, 'Evet, görüyorum ve çok üzülüyorum.

Yazık bu gençlere... Hadi eskiden başımızı örtüyorduk. Ama şimdi modern çağdayız. Hiç bu asırda böyle kılık kıyafet olur mu? Bu çağ dışılıkla bir adım ileri gidemeyiz' diye cevap verdi.

Maalesef ülkemizde böyle düşünen insanlar da var. Öncelikle şunu ifade edelim ki tesettürün, zamanla hiçbir alakası yoktur. İnsan farklı ve acayip kılık-kıyafete girebilir, ama kafası çalışabilir. Mesela Almanya'da bir dönemde kadın-erkek herkes başlarına kalpak giyiyorlardı.

Başına kalpak giyen Alman aptallaşmamış, sanayisi ve tekniğiyle üstün gelmiştir. Düne kadar Avrupa başını kapatıyordu. Onların başlarını kapatmaları, gelişmelerine mani olmamıştır. Bu meselenin devirle hiç ilgisi yoktur.

Bu meseleyi medeniyetle telif etmek de mümkün değil. 'Medeni insan açık gezer' sözü çok anlamsız. Medeniyet, eski devirlere nispeten onlardan, onların tarz-ı hayatından uzak olmak ise, vahşet devri, açıklık saçıklık olarak İslam'ın gelmesiyle terk edilmiştir.

İslam gelmiş, tesettürü emretmiştir. Tesettür, cazip hale getirilmiş, mükemmelleştirilmiş, olgunlaştırılmış ve kadının sevdiği bir kıyafet haline getirilmiştir.

Dolayısıyla medeniyet, çok eski devirlere ait şeyleri yaşamamak ise, bugünkü çırılçıplaklık, İslam'dan evvel Cahiliye devrinde yaşanan şeylerdi. Çırılçıplak, açık saçık dolaşmak şayet medeniyet ise, ormanlarda yamyamlar, tamtamlar göğüslerini de açarak gezmektedirler.

Kadının kılık kıyafetine şiddetle reaksiyon gösterenler neyi savunuyorlar? Niçin bu konuda ısrar ediyorlar? Bunu anlamak mümkün değil. Zannediyoruz ki bu düşünce sahipleri, başkaları hakkında bir hüküm olarak savurdukları yobazlık içinde kendileri bocalamaktadırlar. Yobazlık, delilsiz, mesnetsiz bir kısım iddialara kalkışmak demektir. Mü'minin iddia ettiği şeylerde, delili çok kuvvetlidir.