Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur:
“Allâh’ın yeryüzü ehlinden kapları vardır. Rabbinizin (bu) kapları, sâlih kullarının kalbleridir. Allâh katında onların en sevimlisi, en rakîk ve yumuşak olanıdır.” (Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, II. 19)
İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider.
Cesedleri çürüyor, fakat insanın cesedinden bir çekirdek,
bir tohum hükmünde olacak acbü'z-zeneb tabir edilen küçük bir cüz'ü baki kalıp,
cenab-ı hak, onun üstünde cesed-i insaniyi haşirde halk eder, onun ruhunu ona gönderir.
Bediüzzaman
Muhammedürresulullah demeden, yalnız Lailâheillallah demek yeterlimi?
Mektubunuzda 'Mücerred (Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur) kâfi midir? Yani,(Muhammed Allah'ın Resulüdür) demezse ehl-i necat olabilir mi? ' diye, diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki:
Kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, biri birisiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü'l-Enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz. Umum ehl-i marifetin ve tahkikin imamları, Sadi-i Şirazî gibi derler:
(Ey Sadi! Hz. Muhammed'i (a.s.m.) örnek almadan bir kimsenin selamet ve safa yolunu bulması imkânsızdır)
Hem
(Bütün yollar kapalıdır; ancak Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) yolu açıktır)
demişler.
Fakat Bazen oluyor ki, cadde-i Ahmediyede (a.s.m.) gittikleri halde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediyedir ve cadde-i Ahmediye dahilindedir.
Hem Bazen oluyor ki, Peygamberi bilmiyorlar; fakat gittikleri yol, cadde-i Ahmediyenin eczasındandır.
Hem Bazen oluyor ki, bir keyfiyet-i meczubâne veya bir hâlet-i istiğrakkârâne veya bir vaziyet-i münzeviyâne ve bedeviyâne suretinde, cadde-i Muhammediyeyi düşünmeyerek, yalnız onlara kâfi geliyor.
Fakat bununla beraber, en mühim cihet budur ki: Adem-i kabul başkadır, kabul-ü adem başkadır. Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar, Peygamberi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar. Marifet-i İlâhiyeye karşı yalnız ل ا َ ۤ ا ِ ل ٰ ه َ ا ِ ل ا َ ّ ا ل ل ه ُ biliyorlar. Bunlar ehl-i necat olabilirler.
Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız ل ا َ ۤ ا ِ ل ٰ ه َ ا ِ ل ا َ ّ ا ل ل ه ُ kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez. Çünkü o hal, bir derece medar-ı özür olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır. Mu'cizâtıyla, âsârıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah'ı tanımaz. Her ne ise, şimdilik bu kadar yeter.
Lügatçe;
Mücerred: Yalnız, tekbaşına-ehl-i necat: Kurtuluşa erenler-tazammun: İçinde bulundurma, içine alma-Hâtemü'l-Enbiya: Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.) -vusul: Ulaşma, erişme-cadde-i kübrâ: Büyük cadde; en selâmetli yol; Kur`ân`ın gösterdiği yol-keyfiyet-i meczubâne: Meczupluk hâli; kendinden geçercesine bağlılık keyfiyeti-hâlet-i istiğrakkârâne: Kendinden geçme, İlâhî feyze dalma hâli-vaziyet-i münzeviyâne ve bedeviyâne: tek başına kalma ve toplum dışunda yaşama hâli-Adem-i kabul: Kabul`ün yokluğu, kabulsüzlük-kabul-ü adem: Yokluğu kabul etme, yokluğun var olduğunu dava etme.
Mü’minin namazı, onun bir nevi Mi’racı hükmündedir
Sual: Teşehhüdün mübârek kelimatı, Mi’rac gecesinde Cenâb-ı Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?
Elcevap: Her mü’minin namazı, onun bir nevi Mi’racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Mi’rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhis-salâtü Vesselâm) da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübârek kelimelerin ma’naları cüz’iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihatalı ma’nalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâli edip genişlenir.
Lügatçe;
Teşehhüd: Namazda 'tahiyyat'ın oturarak okunması-mükâleme: Konuşma-Mi’rac-ı Ekber-i Muhammed: Peygamberimizin (a.s.m.) Cenâb-ı Hakk`ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu`cizesi-tahattur: Akla gelmek, hatırlamak-cüz’iyet: Küçüklük, azlık, basitlik-külliyet: Çokluk, büyüklük, bütünlük.
Salâvâtın mânâsı rahmettir
Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan bîçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesîledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak kemâl-i intizam ve itaatle, beraber, ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultân-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-i zâtîsi var; ve istiğnâ-i mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudâta ihtiyacı olmayan bir Ganî-i Alelıtlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.
İşte, rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat, nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyâsı, güneşin aksini, cilvesini senin aynan vâsıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız; fakat Onun ziyâ-i rahmeti Onu bize yakın ediyor.
İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmanın çaresi, rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l-âlemîn ünvânıyla Kur'ân'da tesmiye edilen Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebâiyetidir. Ve bu Rahmeten li'l-âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesîle ise, salâvâttır.
Evet, salâvâtın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duâsı olan salâvât ise, o Rahmeten li'l-âlemînin vüsûlüne vesîledir. Öyle ise, sen, salâvâtı kendine o Rahmeten li'l-âlemîne ulaşmak için vesîle yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmâna vesîle ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li'l-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle rahmet mânâsıyla salâvât getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir sûrette ispat eder.
Elhâsıl: Hazîne-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi 'Bismillahirrahmanirrahim' 'dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvâttır.
(Ey Rahmân ve Rahîm olan Allahım! “Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, Rahîmiyetine yaraşır şekilde bize merhamet et ve Rahmâniyetine yaraşır şekilde, bize “Bismillâhirrahmânirrahîm”in sırlarını anlamayı temin et.)
Lügatçe;
istiğnâ-i zâtî: Allah`ın, Zâtından ayrılması mümkün olmayan ihtiyaçsızlığı, Allah`ın hiç bir şeye muhtaç olmamas-istiğnâ-i mutlak: Mutlak istiğnâ, Allah`ın sonsuz zenginliğe sahip olması, hiç bir şeye muhtaç olmaması-Ganî-i Alelıtlak: Her cihetle sonsuz zenginlik sahibi Allah-tezellül: Alçalma, hor ve hakir olma-abd: Köle, kul-tesmiye: İsimlendirme, ad verme-tebâiyet: Uyma, tâbî olma, bağlanma-mücessem: cisimleşmiş-vüsûl: Kavuşma, ulaşma.