MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 08.08.2013 00:57
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Bayramınız Mübarek Olsun!

Nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder.
Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur'ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.
Said Nursî
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede çalışkan ve kuvvetli arkadaşlarım ve tarik-i hakta ve berzah seyahatinde ve âhiret yolunda nuranî yoldaşlarım,
Sizin bayramınızı, leyle-i Kadrinizi, ramazan-ı Şerifte makbul dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes’id ediyorum. Cenâb-ı Hak, bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin. Âmin. Said Nursî
'Üç günden fazla, bir mü'min diğer bir mü'mine küsmemek'
İslâmiyet emrediyor.
Bediüzzaman
Risâle-i Nur talebelerini, Cennetü'l-Firdevste mesut kıl!
Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm, ey Sâdıku'l-Va'di'l-Kerîm, ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl,
Bu kadar sadık dostlarını ve bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfat ve şuûnatını tekzib edip, saltanat-ı rububiyetinin kat'î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi seni tasdik ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddederek, küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle Senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir çirkinlikten, Senin nihayetsiz adaletini ve cemâlini ve rahmetini takdis ediyorum. ('Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir.' İsrâ Sûresi: 17:43) âyetini, vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum.
Belki, Senin o sadık elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatının hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatlerin mercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu, İmân ederek Senin ibâdına ders veriyorlar.
Ey Rabbü'l-Enbiyâ ve's-Sıddîkın,
Bütün onlar Senin mülkünde, Senin emrin ve kudretinle, Senin irade ve tedbirinle, Senin ilmin ve hikmetinle musahhar ve muvazzaftırlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlil ile küre-i arzı bir zikirhâne-i âzam, bu kâinatı bir mescid-i ekber hükmünde göstermişler.
Yâ Rabbî ve yâ Rabbe's-Semâvâti ve'l-Arâdîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı Küll-i Şey!
Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlûkâtı bütün keyfiyâtıyla teshîr eden kudretinin ve irâdetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlûbumu bana musahhar kıl! Kur'ân'a ve îmâna hizmet için, insanların kalblerini Risâle-i Nur'a musahhar yap! Ve bana ve ihvânıma, îmân-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver! Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrâhim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri teshîr ettiğin gibi, Risâle-i Nur' a kalbleri ve akılları musahhar kıl! Ve beni ve Risâle-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azâbından ve Cehennem ateşinden muhâfaza eyle ve Cennetü'l-Firdevste mesut kıl! Âmin, âmin, âmin!
(“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32)
(“Duâları ise şu sözlerle sona erer: ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Yûnus Sûresi, 10:10)
Kur’ân’dan ve münâcât-ı Nebeviye olan Cevşenü’l-Kebîrden aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-ı Rahîmimin dergâhına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ı ve Cevşenü’l-Kebîri şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.
Said Nursî
Lügatçe;
şuûnat: Şuûnlar, emirler, talepler-tekzib: saltanat-ı rububiyet: Allah`ın kâinatı terbiye ve idâre eden saltanatı, hâkimiyeti-mukteziyat: Gerektirmek-ibâd: Kullar-azamet-i kibriya: Büyüklüğün azameti-izzet-i celâl: Büyüklüğün izzeti ve şerefi-şefkat-i rububiyet: Her varlığı idare ve terbiye eden Cenab-ı Hakk`ın şefkati-âlî: Yüce, yüksek-hakkalyakîn: Mârifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir surette gerçeği görüp yaşamak hâli; ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi-aynelyakîn: Göz ile görür derecede kesin olarak bilme veya bu derecede inanma-ilmelyakîn: İlim yoluyla kesin olarak bilmek-dellâl-ı saltanat: Saltanatın ilâncıları-merci: Başvurulacak yer, dönülecek yer, merkez, kaynak-hâmî: Koruyan, himâye eden-şuâ: Bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi-hakikat-ı ekber-i haşriye: Öldükten sonra tekrar dirilmenin büyük hakikati-musahhar:itaatkâr- muvazzaf: görevli-Takdis: Mukaddes bilip ilan etmek. Allah`ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul edip söylemek, bilip bildirmek-tekbir: Allah en büyüktür mânâsına gelen 'Allahü Ekber' kelimesini söyleme-tahmid: Allah`ı övüp hamdetmek, 'Elhamdülillâh' demek-tehlil: 'Lâ ilahe illallah' sözünün tekrar edilmesi-zikirhâne-i âzam: En büyük zikir yeri-mescid-i ekber: En büyük mescid-müştemilât: eklentiler-keyfiyât: Keyfiyetler, nitelikler, özellikler-teshîr: İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak-matlûb: Talep edilen. İstenen-musahhar: Emre verilmiş, itaatkâr.