Mağrur bir düşün alyansına gözyaşı damlıyor sevgili, dalgalara kapılsın anılar
Yangın duvarı aşamadıkça kendini yakarmış, umarsız sözcüklerin girdabında hatıralar
Her sevda Anka olup sevgilinin yoluna bakarmış, bu çelişkili kürede tükenirken aşklar
Kendi gerçeğimizin sahnesinde gönlümüz yaralı, ateşin yanmadığı sahnede yalan oyunlar
Yüreğime vakitsiz yuva yapan kuş gibidir aşk. Onu asla üşütmem, çekip gitmesine izin vermem. Mevsimlerin hırçın rüzgârı yamandır, geceler uzun, gündüzler ayazdır, bekleyişlerin kapısını zemheri de olsa örtmem. Okşayamasam da kanatlarını, saramasam da çığlıklarını ben aşkım aşktan da öte, sevdayım sevgiden öte. Yaşamak benim için mütevazı bir yolculuk, düşlerle harman olur, sözlerle savrulurum ve bu çelişkili kürede sonsuzluğa bırakacak sözlerimle gururluyum.
Ah sevgili! .Nedeni çok, belki de hiç yok. Ama biz o çoğul ırmakların engin düş limitlerini kendi varlığımızla tırmanabildiğimizde ve gerçeğimizle iç içe olmayı bırakıp yine özümüze, yani sözümüze dönebildiğimizde daha hassas duruşmaların o sitemkâr, o hicazkâr koltuklarına yığılıveriyoruz işte böyle. Bir ışıktır belki bizi birbirimize yakınlaştıran, yüreğimizdeki isyan nidalarını bize yansıtan. Her ne olursa olsun, yüreğimizde ne kadar dava olursa olsun yargıcı da biz, kadısı da biz, dadısı da biz oluruz, birbirimizi bekledikçe.
Bir yığın soruya yanıt aradığımız böylesi durumlarda, adımızla, sanımızla ve varsıl cümlelerle kurguladığımız isyanımızla ‘Evet, haklıymışım’ diyebilmeyi bunun için istemez miyiz! Mağrur bir düşün alyansına ne kadar gözyaşı damlarsa o kadar hazin ışıldarmış ve çevresine o kadar aşkla gülümsermiş. Mağrur bir alyansa bakıyorum şu an, ötelerden kendisine biçilen birkaç düğünlük elbiseyle yüreğime gülümseyen, Nasıl olmuşum aşk adamı deyiveren ve ben daha aklımdan bile geçirmeden ellerime uzanan o düş perisine ‘ölümden gayrı çok şey yakışır’, bilmez miyim sanırsın!
..
Dört mevsim değilmiş hayat, beşinci boyuttayım
Kesildim kaynağımdan, şimdi yol ayrımındayım
Yürekte katmer acılar, ruhum bozgun yemiş sanki
Neye dokunsam hüzün, küçücük bir oyuktayım
Bütün aynalar kirlenmiş, analar ölüm doğuruyor
Acının limanlarında gözyaşı, çiçekler günsüz soluyor
Tıkıldık korkunun bloklarına, birileri ahkâm kesiyor
Ellerimde kan, yüreğimde hicran, ömür tükeniyor
..
Sisler arasından gelip geçiyor yorgun gölgem
Simli gözyaşlarımdan gün fısıltıları sızıyor
Kayalara vurup kırılıyor ceviz kabuğu yüreğim
Yolcusuz gemilerle ben fısıltı koylarına gidiyorum
Başımın üzerinde delirmiş bir vaha şimdi gökyüzü
Utançsız ve üryan bir başkaldırı mevsimi heybemde
Gönlümün pişmanlıklarını resmediyor yaşlı bir ressam
Kudurmuş korkularımın mezarlığına aşkı gömüyorum
..