İşte o andan itibaren başladı hayata sobelenmelerim ve de tutsaklıkla kendimi arayışım ki son nefese süren bir sürtünme başladı hayatımla...
Uçuruma bir metre vardı belki de seni tanıdığımda...
Senden sonrası ise
karanlık diplerde kaldım,
tüm nefes almalarımla...
Bir yürek vardı avuçlarımın içine sığınmış, çırılçıplak, savunmasız, açlık titreyişleri çeken, ürkek ve sadece yorgun vuruşlarını devam ettirmeye çalışan, bir avuçluk yürek, sevgiye susadıkça susamış, korkaklığı kendi vuruşlarına etkili, bir avuçluk sevgiydi sanki özlediği...
Ürkek bir sevgiydi sanki...
Korkaklığı kendi içinde, pürtelâş, bir yalnızlık mahzunluğu vuruşlarındaydı sanki...
Habersizdi dünyaya...
Uymazlık ve aymazlık içinde pervasızdı sanki ritimlerine...
Ne kadar da büyük hınçlar vardı içimizde birbirimizi yerden yere vurmak için...
Bitmeyesiye içimize doluşan ve azap veren hınçlardı belki de yılların ardına saklanan...
Nedendi bu bakışlarının ardındaki azaplar?
Sürtünen hayatların belki de dermansızlıklarıydı bunlar...
Sürtünen hayatlardaki sen varlığı...
Belki de çaresiz bir derbederlikti başımızı yere eğdiren...
En çok sevmek mi, en çok acı hırpalanmaları mıydı sevgideki ölçü birimi...
Çaresizlik miydi acının en üst tepesindeki ışık?
Puslu, sisli, gölgeli bir yaşamın gölgelerine saklandığımız zamanları mıydı hayata pes ettiğimiz, sonra da irkilerek toparlandığımız zamanlar... Hep bunalım, hep bunaltılı bir yaşamın kelepçeleriydi belki de beynimizi zonklandıran...
Sokul bana doğru hayat ve az yakın ol isteklerime...
Her şeyden vazgeçtiğim anlarda bile kendime ait hiçbir şey kalmıyordu yanımda...
Galiba hâlâ bu hayatı eski hayatım zannediyorum. Hani ufak tefek gülmelerim, umutlarımın var olduğu, gök kuşağının renklerini tanıdığım, her saniyede sen sevgili seni düşlediğim zamanlarda sanıyorum kendimi...
Ama dahası da var, yağmurlarda ıslanmamız, otobanın kavisli orta beyaz çizgisinden hızla geçmek, yıldız kümelerindeki o simetrisiz, kendine has kargaşa cümbüşünü görmek, bozacının, salepçinin kalın bardaklarından ağızları doldururcasına yudumlamak ve ve hayatın geniş nefesleriyle uçurtmaların kuyruk süzüşlerine dalmak, hayal kurmak, şarkılar türküler dinlemek, gözü kapalı, o Anadolu ezgilerinin yanık tınıları ile yüreği masumlaştırıp sığınmak birbirimize, oldu olacak daha daha sevmek birbirimizi ve yummak gözlerimizi güneşi avuçlayan ellerimize...
Kaybolmuş bir adam,
kendini unutmuş bir adam,
ve
onu hatırlayan bir kadın...
Adam gözlerini açar
dünya belki de güzelmiş der...
Kaybettiğim seni, kayıp kentlerimde aramak, çok uzak bir duruştu bana...
Her olgu bir gidişe dahildi, her kaybedişim seni, hep bir gidişin ardında kalan, uzak olmayan acılara dönüşürdü. Oysa yılların ardında kalan acılar hep uzağa uzadı durdu...
Artık seni kendime ne kadar yakın hissetsem, bir o kadar uzakta idin bana...
Seni arayacak kadar bedenimi ve ruhumu uzatsam sana doğru, artık sana ulaşmam imkânsıza atıyordu beni...
İşin kolayı belki de senden vazgeçmekti ama her senden vazgeçmeye uzansam, daha daha içime sokuluyordun...
Aşk uğruna ödediğimiz bedellerin altında kalarak ezilmişliğimizin sebepleriydi bu çaresiz kalışlarımız...
Durmak mı gerekliydi, yoksa duramayasıya uğraş vermekti bu savaşımın içinden çıkışımız...
Üst üste gelen acı tarif ve sebepleri hâlâ bitememişse sevginin büyüklüğünü mü tarif ediyorduk, yoksa ruhsal yenilgimizin altından kalkabilme gayretlerimiz miydi tükenmeyesiye cümlelerin içinden çıkamayışımız?
Her şeyi bir oldubittiye getirmemizdi aslında bu sevdanın içinden sıyrılabilmek...
Tek taraflı yazımlarla yenilgiyi kabullenemeyip, cümlelerin içinde mi kayboluyorduk...
Saygın sevginin kollarını yazarken aslında ruhumuzun dağınıklığına aldırmadan durmayasıya pervasızca yazarken aslında yürek dağılmalarının altında bir kez daha eziliyorduk...
Her cümlenin ardından yeni bir cümleye yüreğimizi atarken, dağınık ruhların peşi sıra koşmaktan belki de sevgide daha çok yoruluyorduk...
Ben seni çok sevdim cümlesinden vazgeçecek olsak, tüm cümleleri geçmişten geldiği gibi yalana atmak sevgideki yalancılığa koşmak değil miydi?
Daha mı kolay olacaktı bu cümleyi söyledikten sonraki hayatı yaşamamız, yoksa dar baskılarla bir kez daha mı ezilecektik?
Sen beni ne kadar yok sayıyorsan,
ben seni bir o kadar da o eski yılları özleyerek,
hâlâ yanımda hissediyorum...
Bitememiş bir sevdanın varlığını sürdürme telaşım,
daha kaç yılın ardına uzanacak?
Sen beni unuttun sansan da, ben seni bir o kadar hatırlayarak,
bitmiş bir aşkın, tek taraflı savunucusu olmak da,
beni ürkütmüyor...
Biliyorum ki sense beni hâlâ kendi varlığından da değerli sayıyorsun...
Yalandan duruşlar aşkı unutmaya yetmez,
diyen de sen olmasan,
tüm bu yazdıklarımdan vazgeçerdim oysa...
Bilir misin sevgili, yalanların arkasına saklanarak,
sevdim demelerin, en çok seni sevdim demelerin,
inkârın ardına saklanamaz...
Evet,
yaptığımız, tükenemeyen bir aşkın büyüklüğünün altında ezilmekten başka bir şey değildir...
Gözlerini vuruyorum gözlerimle...
Durmayasıya göz diplerinde gözlerim hep,
tükenmiş bir beraberliğin tek dokunuluşu bana yalvarır bakan gözlerin oluyor...
Ve
darmadağın yaşama koşuyorum o gözlerinin kuytuluğu ile...
Hâlâ gizemli, hâlâ buğulu,
hâlâ ölgün bedenimi ayakta tutan o görüntün, gözlerin...
Sessiz, suskun, titreyişten uzak, ağlamaklı ve çok sevmeyi tekrarlayan bakışlarla,
kanımı donduruyor...
Ölgün kuşların kanat sesleri tükeniyor bakışlarımda...
Her şey durgun, her şey ılık, her şey sessizliğe bir adım atıyor,
her şey yalnızlığıma ortak oluyor
ve
kaybolmuş ruhların peşi sıra koşarken ben,
yoruluyorum artık...
Sen benim kimselerimsin derken, o solgun gözlerinle,
şimdilerde, kimsesizliğimle, baş etmeye çalışan,
ürkek kalp atışları ile el sallıyorum sana veda cümlelerimi içime mıhlayarak...
Ben sana öldüm sevgili, yaşıyor musun diye sorma bana...
Senin düşlerindi benim amacım olan yaşam...
Bir köşe başı bekleyeni olmaktansa, aşkın içinde boğulup ölmek,
benim amacımdı sevgili...
Kendi derinliğimi kaybedip, senin derinliklerinde dolaşıp,
mutluluğu senden almaktı, amacım sevgili...
Hiç yüksünmedim senli yaşamdan, tüm güzellikleri kendi vitrinime koyup, tüm dar zamanlarımda,
hep sığındım onlara, senin varlığın benim yaşamımdı sevgili... Yanılmışım... Yanılgıdaymışım... Sevgili...
Tercih etmekle, tercih edilmek arasındaki farkı düşündüm uzun uzun...
Birini tercih etmeye veya birine tercih edilmek...
Daha sonra da birine veya birilerine tercih edilmeyi düşündüm...
Ne kızıl bir kandır o görüntüsü yüreğe yapışan isli ve kokusuz bir hiddet ardında kalan o zavallılaşma...
Suçlar ve suçlular dizildi bir bir bu kulvarın kıyılıklarına...
Hiddetin pür telaşa vardığı acınılası bir hâl vuruşları bu kalbin hınçla titreyişleri...
Birine veya birilerine tercih edilmek derin bir boşluk, derin bir hırs ve söylemsiz bir yalnızlıkla acındırır kendini kendine...
İki tercih arasında da derin bir boşluk var sadece, hem de...
Dur gitme, tabanlarım çatlak çatlak ardından koşmaya mecalim yok, ardından ışık tutmaya gücüm yetmez, dur ama gitme arkada bıraktığın enkaza bir baş eğip bak yılları içine gömmüş karartılarımıza bir bak. Mecalim yok sana bir kez daha dur gitme, kalan da giden kadar ağlar demeğe...
Sindiremedim bu hüznü içime dur gitme, diren ve dirençli ol...
Bir hikâye bulduk kendimize uyan, bir masalın içine attık kendimizi, biz bize yeteriz diye...
Tüm yaşanmışlığımızdaki eksikleri tamladık, biz bizdeyiz diye bazen yetiksiz, bazen yettik kendimize kahraman edasıyla bir baktık ki kaçıncı düşüşümüz oldu dibe doğru...
Asiydik bakışlarımıza, asiydik kendi kendimizin kahramanlık edalarımıza, asiydik birbirimizin ardında kalan düşlere ve kendimize asiydik yaşamın kahredici donuklukları ile...
Sadece efelenir olmuştuk aşkın ardında kalan güçle hem kendimizi, hem de birbirimizi yorgun düşlere atarken, vazgeçilmez bir sevdanın yokluğunda kayboluyorduk belki de...
Kendimizi o hikâyenin içinde kahraman, güçlü birer dev yaparken, aslında sevgimizin iki masum, birer avuçluk sevgi masumuyduk...
Aslında biz Eylül hastasıydık, korkularımız Eylül’e dair olurdu, biz Eylül’lerde hep korku içinde yaşardık, biz Eylül’lerde hep acı çekerdik ve biz birbirimiz için hep Eylül’lerde ağlardık, kâbuslarımız olurdu hep Eylül ayı ve hep Eylül’de unuturduk biz gülmelerimizi...
Bu hayatımızın çilesiydi, biz bu çilelerle büyüttük içimizdeki çocuğu ve biz bu çilelerle küçücük gülmeler öğrettik acıların içinden her şeye rağmen fırlayarak içimizdeki çocuğu avkaladık durduk...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 6.2.2012 21:03:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

yoruluyorum artık...
'Okurken bitmeyen aşkın senfonisi vardı kulağıma dolan..Muhteşemdi, yüreğinize sağlık...'
Severek okudum. Tam Puan + Ant.
Sevgiyle ve esen kalınız.
Nafi ÇELİK
Her şey durgun, her şey ılık, her şey sessizliğe bir adım atıyor,
her şey yalnızlığıma ortak oluyor
ve ben bu yalnızlar kentinde kimsesiz, yersiz yurtsuz dolanıyorum.....ant.+10
Ayrılıklar girmişse araya... Yavaş bile olsa tükenmişse sevgi.. Şüpheler 'köşe başındaysa' hala... Zor.. Evet, zor tekrar bir araya gelmeler...
'Unutulamayanı' anlatıyordu yazı... Duyguların karmaşasında... Okunasıyd Mustafa Bey...
Tebriklerimle...
TÜM YORUMLAR (7)