Akıl, akılla karışacak
Eleştiriler yarışacak
Lakin akıl ve göz mihenginde
Olmayan, sapla saman, karışacak
Yollarına davrandık
Seni uygun kılmaya
Ahvalı abat için*
Şenlikti akarken damardan
Vaz kıldı haleti ruhiyetten
Demi verdi cumhuriyetten
Şan idi toplumsal damardan
Köhneye, travmaya
Kendine gel diye
Vururken şamardan
Kullanılmayan düz şase
Akılları ileri geri aşırttı
Travmadan rövanş dendi
Duş etkisiyle köhneyi şaşırttı.
Bre nedam**
Hiç olmayacak adam
Beş para etmez yargılar
Döküldü çarşıya
Tokat yemişti
Tokat atıyordu karşıya
Sakilden vargılar
Kişi adamı
Toplumu; yasanla sargılar!
Bre seğil
Çocuk oyuncağı değil
Devrim yapıyordu devrim
Önceki adımda hazır
Bulmaz ise adımını evrim
Bir inat için, konabilir miydi
Toplumsal çevrim?
İsa; tokat atan, köleci vitaliste
Öbür yanağı dönmeyi öğütlemeyip de
Hırsından
Dönüştürebilir miydi kapitaliste? ***
Olursam düm düz
Aklımdan geçenle, cehil
Sapı samanı karıştırdıkça
Olamam ehil
Vır vır ederken de sehil
11.11.2008
* Durumu bayındır için
***Geçmişte berdevam sistemler, iyi kötü olarak nitelenmeden, ve zamanı gelmeden, istense idi de, bugünkü hali ile gerçeklenemezdi. Ve ancak zorunlu olarak evrilip bugünkü yapıların doğumuna sebep olmuşlardır denmekte.
Nedan : Bilmeyen, bilmez olan
Seğil : Uyumsuz, yaramaz huylu kimse
Sakil : Sıkıntı veren sıkıntılı
Sehil : Göğüs hırıltısı, göğüste gelen ses, özelliklede eşeklerde.
Yasan : Niyet, birşeyi yapmaya önceden karar vermek (felsefede)
Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 12.6.2009 12:19:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Zira bizim anlı şanlı dayatmalarımız vardır. Değişmez tabularımız vardır. En ufak bir sorgulamada yeri göğü oynadan mitlerimiz vardır.
İnsanlar sadece, tabulara ram olduğunda, mitleri kutsadığında özgürdürler...
Akılları, akılcılıkları sadece o zaman serbesttir.
Bu gerçeği görmeyi engelleyen ne?
Ülkemizde akıllar özgür değildir...
Ülkemizde insanlar özgür değildir..
Özellikle cumhuriyet döneminde konulan yasaklar, oluşturulan tabular asla akılları özgürleştiremez.
Bizim onulmaz yara açan gündemlerimiz vardır.
Yaşadığımız ülkede insanların önüne her gün gündemler konur.
Günü birlik veya aylar süren, tartışarak bitirilemeyen gündemleri değişik açılardan inceleyebiliriz.
Mesela; gerekli, gereksiz, oyalayıcı gündemler gibi…
Gerekli gündemler derken, neyin gerekli olduğunda görece kavramlarımız araya girer. Her insanın kendine göre gereklilik kavramı vardır.
Aynı özellik gereksiz gündemler içinde söylenebilir.
Ülkemizde gündemlerin konusu daha çok siyasettir.
Gündem belirleyicilerin başını medyanın çektiğini bilmekteyiz.
Her ne kadar siyasetçiler de gündem belirleyiciler olarak karşımıza çıksa da, gündem belirleme de en etkin rol medyaya düşer.
Siyasi hayata ve siyasetçilere yön verilmesi…
Ülkenin kaderine yön verilmesi…
Bazı ürünlerin piyasasının sağlanması…
Belirli anlayış ve yaşam koşullarının sağlanması…
Gibi hususlarda, medya her yöne çağrıda bulunur. Fikir beyan eder... Öneriler sunar… En önemlisi acımalı, acımasız eleştiriler yapar.
Ne var ki, gündemlerin can alıcısı oyalayıcı gündemlerdir.
Bütün toplumun gözünün içine bakarak öyle bir gündem oluşturulur ki, asıl yapılmak istenenler göz ardı edilir.
Hayat tecrübem en önemli olayların gerçekleştirildiği anlarda sudan gündemlerin her zaman yaratıldığıdır.
Mesela ülkemizde, başörtüsü konusu temcit pilavı gibi altı ısıtılarak ülkenin gündemine sokulduğunda, bilin ki mutlaka ülkenin derinlerinde bir şeyler olmaktadır.
Veya laiklik elden gidiyor. Cumhuriyet yıkılıyor. Şeriat geliyor gibi konularda ortalık yakıp kavruluyorsa, yine ülkenin derinlerinde bir şeyler oluyordur.
Aslında olanların geri planında çıkar kavgaları vardır.
İki veya daha çok burjuva, ülkenin tepesinde, derininde iktidar kavgası yapıyordur. Siyasi, ekonomik çıkarlarının kavgasını yapıyorlardır.
Kırk yılı bulan fikir hayatımın özetinde, ülkeye sahip çıktığını ifade ederek siyasi, askeri, ekonomik, sosyal söylemlerde bulunan her kesimin, gerçekte bireysel, toplumsal çıkarları peşinden giderek, ülkenin gündemini değiştirmeye çalıştıklarına şahit olmuşumdur.
Onun için yıllarca, gazete haberlerine, gazetelerdeki yorumlara karşı hep soğukluk duydum. Zira her biri, arkasındaki güçlerin yönlendirmesi sonucu gündem oluşturma gayretlerinde son derece güçlü adımlar atmışlardır.
“Ülkemizin özgür fikir adamı, basını, aydını yoktur.” Kanısı bende artık kemikleşmiş, sanki kangren haline gelmiştir.
Zira özgürlükten dem vuran fikir adamlarının, basının, aydınların her zaman tartışılmazları vardır. Hâlbuki tartışılmaz kavramlara sahip olmak, ilk önce aklı, fikri, düşünmeyi köleleştirmekten geçer.
Kısaca ülkemizde özgürlükten söz edildiğinde, gerçekten özgürlükten değil, “kölelik özgürlüğünden” söz edildiğine inanırım.
Yani hangi tartışılmazların peşinden gideceğiz?
Hangi tabular bizim değişmez kavramlarımızdır?
Gibi konulardaki seçimlerin kavgası özgürlük gibi algılanır.
Benim tartışılmazım, benim tabum seninkinden iyi…
Senin tartışılmazın, senin tabun kötü…
Kavgası özgürlük söyleminin ana rengini ifade eder.
Günümüzde, din, bilim, bilimsellik, akıl, akılcılık, laiklik, cumhuriyet, Atatürkçülük gibi kavramlar üzerinden yapılan bu tartışmalar, her kesim için kendi tabularını oluşturarak gündemimize oturtulur.
Kurulu düzen kendi tartışılmazlarıyla bütün tartışmaların üzerinde kesin bir otoritedir. Onun için bütün tartışmacılar, öncelikle kurulu düzenin tartışılmazlarının istismarı için yarışa girerler…
Herkes akılcıdır…
Herkes bilimseldir…
Herkes Müslüman’dır “elhamdülillah”…
Herkes Türk’tür…
Herkes laiktir…
Herkes Cumhuriyetçidir…
Herkes Kemalist’tir…
Herkes Atatürkçüdür…
Bunlar kurulu düzenin tartışılmazlarıdır. İnsanlar ne olursa olsun bu tartışılmazların çerçevesinde kalmak zorunda kalırlar.
Alternatifi olmak gündem dışı kalmaktır.
Onun için, sağcısı, solcusu, ateisti, muhafazakârı, hümanisti, liberali, dinlisi, dinsizi, farklı etnik kökenlisi, mezheplisi, milliyetçisi, velhasıl birbirine tezat ne varsa, hepsi birlik olur, önce saydığım değerlerin istismarı yarışına girerler.
Zira kendi söylemlerini ancak, değerleri istismar ederek var kılabileceklerine inanırlar…
Tabi hiç kimse kendi aklına, vicdanına, düşüne, düşüncesine sormaz.
Böyle bir zorunluluk özgürlük kavramına uygun mudur?
Bazen gündemleri başka açılardan incelemeyi düşünürüm. .
1. YARATILAN SUN’İ GÜNDEMLER
Günümüzde, iktidar ve muhalefet tarafından yaratılan suni gündemler var. Genelde bunlar tartışılıyor.
İktidarın başı Başbakan bu konularda çok başarılı…
Muhalefet’in başı CHP’de Başbakanın tuzağına hemen düşüyor…
Muhalefet olmak sürekli karşı çıkmak olgusuyla yıllarca sürüp gidiyor…
Partiler muhalefette söylediklerini iktidarda unutuyorlar.
İktidarlar muhalefete geldiklerinde, iktidarlarında yaptıklarını başkaları iktidar olduğunda yapanları eleştiriyorlar…
Halkın gözünün içine bakarak bunu yaparken, sanki halkın futbol takımı tutar gibi, hiç sorgulamadan onları tutacağına, alkışlayacağına inanıyorlar…
Tabi… Maalesef bu güne kadar halkta siyasetçilerin bu yargısını yanlış çıkarmamış…
Oylar sağ ve sol partiler arasında, sağ ve solcular tarafından dolaştırılırken, sadece tabeladaki figüranlar değişiyor.
Seçim öncesi yaratılan, sahtekârlık, yolsuzluk gündemleri… Bayraklar gibi ortada sallanan dosyalar bugün rafa kaldırılmış durumda.
Hani 12 Eylül arkasından seyrettiğimiz olaylar vardı. Birileri, neredeyse, idamlık, müebbetlik veya uzun yılları bulan ceza müeyyideleriyle mahkemelere sevk edilirdi. Haklarında basın atar tutardı.
Ama biz görürdük ki, suçlanan insanlar dışarıda gezerdi. Çoğu ya savcılıktan takipsizliğe uğrardı. Ya da mahkemeden salınırdı.
Görülen o ki, çıkarcılar iş yaparken, iktidar ve muhalefet el ele kol kola milleti kandırmanın peşinde…
Tabi yaratılan gündemlerde makyajı medya yapmakta, aktörleri siyasiler, fikir adamları olmakta, arkasındaki güçlerde ülkedeki ekonomik sınıflar olarak görünmektedir.
Gazetelerde yazılan, televizyonlarda tartışılan, mecliste kavgası yapılan her konuda, halka şöyle bir soru sorsak…
“Bütün bu gündemlerde birileri çıkar sağlıyor mu?”
Evet demeyecek kaç kişidir bilemem.
2. DAYATILAN GÜNDEMLER
İçi doldurulmamış ilkeler ve kavramlar dayatılan gündemler olarak karşımıza çıkıyor.
Laiklik, cumhuriyet, otoriter devlet anlayışı…
Şeriat hortluyor sendromu…
Başörtüsü sorunu…
Kürt sorunu…
Avrupa birliği üyeliği konusu…
İMF ile ilişkiler…
Ortadoğu’daki gelişmeler doğrultusunda anlayışların, ilkelerin, hedeflerin değişmesi
Bugüne kadar sözünü ettiğim konularda, yazıldı, çizildi, tartışıldı. Ancak hiçbir konuda, insan aklını, muhakemesini, düşüncelerini ikna edecek sonuçlara ulaşıldığını görmedim.
Laiklik, Cumhuriyet, Kemalizm, Atatürkçülük gibi konularda herkes kendine göre yorumlar üretmektedirler.
Şeriatın ne olduğunu dahi düşünme tenezzülünde bulunmadan, hep bir ağızdan karşı olunduğu vurgulanılmaktadır.
Özellikle Müslümanların yaşadığı bir ülkede… Özellikle şeriata karşı olduğunu söyleyen Müslümanlara sorduğunuzda, size hiçbir doğru fikir veremeyeceklerdir.
Bazıları televizyonlara çıkarak, tam laik düşünceye sahip olanların istediği şekilde dinsel yorumlar yapınca, aydın, bilgili hoca olarak kabul edilmektedir.
Ancak laik düşünceye sahip olanların düşüncelerine uygun yorumlar yapmayanlarla, gerici olarak lanse edilmektedir.
Böylece aydınlık veya gericilik kavramı, laik düşünüşü kabul ediş ve ret edişe göre değişmektedir.
Bu şartlanmışlık ve bilgisizlik, düşünmenin tek yargıya dayanmasından kaynaklanıyor sanıyorum.
Veya açıkça bazı bilgilerin gizlenmesi, halkın gözünden kaçırılmasının bilerek işlenmesinden kaynaklanıyor da olabilir.
Hâlbuki laikliğin, dinsel kurallara karşı oluş olduğunu, dinsel kuralların ise Allah’a ait olduğunu herkes bilir.
Ama laik düşünüş bir taraftan Allah’a karşı olmadığını söylerken, diğer taraftan dünyada artık Allah’ın kurallarının bilimsel olarak geçmeyeceğine inanır.
Bu iki tezat düşünceyi uzlaştıran, din bilginleri, hocalar, profesörler aydın olarak kabul edilir.
Uzlaştıramayanlar ise gerici olarak kabul edilirler.
Ama hiç kimse gerçekten bu iki farklı görüş birleşir mi diye kendi akıllarına, vicdanlarına, bilimsel çalışmalarına sormazlar…
Birileri birleşir, birleşecek, birleşmelidir demiş olmalı ki, insanlar birleştirme gayretindedirler.
Hâlbuki bırakın ülkede özgürlük var… Her düşünce kendi içinde değerleridir. Önemli olan insanın neye inandığıdır… Bugün neyin hükümran olduğudur demezler…
Ülkenin Avrupa birliği konusunun gerçekten her yönüyle tartışıldığına emin değilim. Avrupa henüz kendi içinde arzu edilen birliğe ulaşmamışken… Aksine neredeyse her konuda çatlak fikirler taşırken… Ülkemiz aydınlarının, siyasilerinin, ekonomicilerinin sanki Avrupa birliğine girilince sihirli değnek değecekmiş gibi büyülenmiş olmaları gariptir.
Ülkenin, IMF ilişkileri asla anlaşılacak gibi değil. Mesela 2009 yılında hükümet IMF ile görüşmeyebiliriz dedi. Muhalefet ayağa kalktı. Hâlbuki hükümet IMF ile anlaşma yaptığı dönemlerde muhalefet ülkenin IMF’ye teslim edildiğinden söz ediyorlardı. Ülkenin IMF’ye teslim edilmesinin ülkenin bağımsızlığına zarar verdiğini söylüyorlardı.
Çelişkiyi anlamak zor… Veya çelişki demeyip başka bir şey mi diyelim? Ne söylediğini bilmemekte diyebiliriz.
3. OLMASI GEREKEN GÜNDEMLER
Düşünce özgürlüğünün sağlanması…
Tartışılmazların kaldırılması / önünün açılması…
Tabuların yıkılması…
Her türlü istismarın ortadan kaldırılması…
Din / ülke / vatan / Kemalizm / Atatürk… Konularındaki siyasi, sosyal, ekonomik istismarların önlenmesi…
Ülke ve ülke insanlarının yararına, ülke içi ve dışı ilişkilerin düzenlenmesi konularının söylemlerden uzakta tartışılır hale gelmesi…
İnsanların özgür düşünebilmesi için önünde engellerin olmaması gerekir.
Onun için her türlü tabu, tartışılmaz ortadan kaldırılması gerekir.
Baskıcı her davranış, karşıtlarını istismara yöneltir.
İstismar ise, düşünmenin özüne yapılan en büyük ihanet olarak karşımıza çıkar.
Bugün, birbirine tezat, sağ ve sol…
Birbirine tezat, ateist ve muhafazakâr…
Eğer tartışılmaz bazı ilkelerde birleştiklerini söylüyorlarsa ortada ya büyük bir cehalet, ya da büyük bir istismar vardır.
Ülkenin geleceği ise, gerçekler üzerinde özgürce konuşabilmek, tartışabilmekten geçer.
TÜM YORUMLAR (2)