Bu hikaye ağlayamayan adamın hikayesi
bu benim yaratılışımın ilk öyküsü…
Gözyaşlarını terk eden adam.
Genç bir zeytin ağacının yaşı kadar yıl önce
küçük bir çocuk taşlardan kurduğu kaleler arasında top oynarmış.
Düştüğünde ağlarmış,
biri canını yaksa ağlarmış,
yuvarlak kenarlı lolipopu toprak olsa
elindeki oyuncak alınsa
uçurtmasının ipi kopsa
azar işitse eriğini çaldığı amcadan
korksa bir gece vakti cama vuran gölgeden
endişelense biri koparıp alacak diye yanaklarını
kıvır kıvır saçları kafasını delecek diye hayaller kursa
önce gözleri dolar
sonra sesinin el verdiği kadar duyurarak dünyaya hislerinin bolluğunu
ağlarmış da ağlarmış.
Zeytin fidanı büyüdükçe oda büyümüş.
Büyüdükçe ağlamış.
Ta ki zeytin fidanını fidan yapan zeytin kuruyana ,
kendisini kendi yapanın damarında kan donana kadar.
O gün susmuş…
Birkaç damla yaş,
hepsi bu.
Sıyrıldığı kalabalıktan uzağa
şimdilerin genç zeytin ağacına koşmuş
ve fısıldamış ona..
Ben demiş!
Ben onca zaman ağlamışım geri gelebilecekler uğruna.
Gözyaşım gözyaşı doğurmuş,
sonuçlarımı sebeplerim etmişim, ne yazık!
Kuruması varken bir yaşamın
ben yaşımı yaş üzerine dökmüşüm.
Yeminim olsun bu sana!
Ey! Geleceğin bilge ve toprağımın kardeşi zeytin!
Bir daha asla ağlamayacağım!
Ve takmış kuruyan ağacın bedeninden
kendine kalan yaşları bir bilezikle koluna.
Yaşamış ağlamadan seneler boyunca.
Günler birikmiş aylar
aylar birikmiş seneler
seneler birikmiş bir zeytin fidanını genç bir ağaç yapmış.
Yaşamak kelimesini sözlükten çıkaran bu çocuk,
umudu yoldaşı yapmış ve büyümüş.
Büyüdükçe değişmiş dünyası
karalar bağlayan insanlar görmüş.
Ağlamaktan yorgun düşmüş bir halk,
yılgın sevdalar,
yaşamın tadını vicdansızlıkta bulanlar,
umudun içinde kaybolacak kadar küçülenler,
araba camı silerken parmağını kesenler,
mezar çiçeği satanlar,
büyüdükçe ruh yiyenler
yedikçe alçalanlar.
Ve büyümüş çocuk,
kolundaki bilezikle beraber.
O büyüdükçe geride kalanların ağlamak alışkanlıkları olmuş.
Endişelenmiş bu durumdan bir vakit
yalnız ve ağır hissetmiş,
ama nasıl ki ağlamak alışkanlıklarıysa geride bıraktıklarının
kendisi de bir alışkanlık gibi ağlayamıyormuş artık.
Ne olursa canını yakan
hissediyormuş ruhunun her yerinde,
fakat tek damla yaş dökülmüyormuş gözünden.
Kendi yarattığı acı dolu kadere dayanamayınca
zihnindeki umudu hırpalamış
ve yüzünü yakan güneşe rağmen
kaldırmış başını göğe, seslenmiş Tanrı’sına..
Tanrım!
Ben ki senin yarattığın evrende
senin yarattığın gözyaşlarından mahrum kaldım.
Kuruması yaş olanın, kuruttu yaşlarımı.
Ölümü tek gerçek bildim.
Hislerimi metal bir bileziğe diktim.
Umudum yaşımdadır,
ver bana yaşlarımı!
Ağırlaşan bileziğini kaldırmış göğe
ve bilezikteki yaşları gözlerinde istemiş.
Tanrı, o gün karalar bağlayan insanları duymuş,
ağlamaktan yorgun düşmüş bir halkı duymuş,
yılgın sevdaları,
vicdansızları,
umudun içinde kaybolacak kadar küçülenleri,
araba camı silerken parmağını kesenleri,
mezar çiçeği satanları,
büyüdükçe ruh yiyenleri
yedikçe alçalanları
ve ağlamayı alışkanlık etmiş herkesi duymuş.
Sonra kendisine bir yumruk gibi kalkan
gözyaşlarıyla dolu bir bilezik görmüş,
şaşırtmış onu bu adamın isteği
ve şöyle demiş Tanrı:
Diğer koluna takman için sana bir sevda veriyorum.
Bileziğin ağırlaştıkça o da ağırlaşacak.
Bileziğin hafiflerse bile o ağır kalacak,
ve istesen de çıkarıp atamayacaksın.
Hoyrat ve sinirlice demiş adam:
Ben senden yaşımı gözümde istedim!
Sen ise bana taşıması güç fakat onurlu bir yük daha verdin!
Nasıl olacakta gözümden yaş getirecek böyle bir hediye!
Anlayacaksın demiş Tanrı.
Anlayacaksın…
Kayıt Tarihi : 1.6.2019 23:33:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!