Cemal Süreyya nın şiirindeki satırlar geliyor aklıma….”Sizin hiç babanız öldü mü? benim bir kere öldü kör oldum “ şair böyle yazıyordu dizelerinde.
Kör olmuyormuş insanoğlu, ama katran karası bir yalnızlık çöküyormuş acıya bulanarak yüreklere ve o anlar yaşamın dibe vurduğu anlar işte o an oluyormuş, böyle bir şeymiş demek ki bilmiyordum öğrendim….
İnsanın iliklerine kadar hatta hücrelerindeki çekirdeklere kadar çaresiz kaldığı an yaşamın dibe vurduğu anmış. Dengelerin bozulduğu inançların ayaklar altına serildiği,yaşamın baştan sona sorgulandığı anmış. Ama insan ne kör oluyormuş nede ölüyormuş ya da ben ölmedim, kör olmadım, hayatın acımasız tarafı işte bu noktada başlıyor. Ölüm saçma sapanda olsa bir kurtuluş oluyor böyle zamanlarda kalanlara. Yaşamaksa acıların en tarifsizi. Gidenin ardından ölümcül acılar içinde de olsan sadece ardından bakmakla kalıyor insan.
İşte o geceydi, bizim için mutluluğun keskin bir virajla yön değiştirdiği bir gece, diller lal dudaklar mühür oldu birden.
Kirli bir nisan akşamıydı. Kara yazmalı kirli yirmi nisan akşamı. Yıllar geçecek her nisanın yirmisinde ben tekrarlayan bir sürgitle yaşamın dibine vurucam, her vurduğumda tekrar düze çıkıcam, tek bir sefer hariç bunu biliyorum. Düze çıkamadığım o son seferde bir noktada buluşucaz seninle baba biliyorum. Dilerim o buluşma noktamız bir cennet ağacının gölgesi olur. O gece çekildi suyu evrenin durdu sanki zaman, kara baharların ortasında kıraç topraklar kaldı ellerimizde. Bir ateş düştü orta yerine yaşamın öyle bir ateş ki yıllar geçse de sönmeyecekti.
Oysa bildiğimiz tanıdığımız bir fırtınaydı gelen. Bekliyorduk acıda olsa, biliyorduk gelecekti bir gün gelecek ve seni bizden kopartacaktı.
Planladığımız hiçbir şeyi değil hayatın bizim için planladığı zamanları yaşayacaktık o anlarda. Bütün sevenleri bir birinden ayıran o aşina fırtınaydı beklediğimiz. Yağmurun altında ıslanan çocuklar gibi gelmesin diye yıllarca dualar ettiğimiz fırtına, şimdi can evimizde kopmuştu işte. Kaderle ne çok mücadele etmiştik oysa. Ne çok direnmiştik el ele verip. Ne çok değiştirmiştik kaderin yönünü, en umutsuzluğa düştüğümüz zamanlarda, ne çok çekip almıştık seni azrailin kollarından büyük bir zaferle.
O kara nisan akşamlarının birinde canan savaşında yenik düşmekte varmış kaderde, bilmiyorduk öğrendik…
Bir dr geldi yanıma gözlerime baktı, felaketler yüklü bakışlarında ben can verip can alıyordum, sus demek geldi içimden sus hiç konuşma susabildiğin kadar sus. Sen sus ki yeni baharda çiçekler dallarında bizim için açsın. Sus ne olursun sus, sen konuşursan kopacak fırtınalar, bitecek hayatın büyüsü, susacak diller, mutluluk dediğimiz masal bitecek, kapanacak gözler sus, ne olursun sus söyleme. Sen nereden bileceksin bu soğuk nisan akşamında benim kader hesaplarımı, Ben bütün gece genç ruhumu satmaya çalıştım acımasız halden anlamaz azraile, sen bunu nereden bileceksin. Sus ne olur hiç konuşma.
Ama susmadı…….
gözlerimin içinin en derinlerine bakarak,acımasızca,haince ve en çok da duygusuzca o güzel kalbinin durduğunu artık atmadığını, melek ruhunun kanatlanıp uçtuğunu söyledi. Bunları dinlerken taş kesmiş bedenim orada hiç sendelemeden duruyordu bir güç beni her yanımdan tutuyordu. Düşmedim yerlere, ayaktaydım çok net hatırlıyorum, tanıdık gözlerde vardı yanımda onlarda donmuştu her şeyi çok net hatırlıyorum yıllar geçecek o anlar hep o sessiz çığlıklarda acı hatıralarda gizli kalacak.
Derin ama ölüm sessizliğinde bir çığlık yükseldi boğazlarımdan ve soğuk hastane duvarlarının arasında yankılandı. Duvarlar yaklaştıkça yaklaştı, üzerimdeki tavan indikçe indi, ve ben oracıkta sıkıştım kaldım, kahrolası anlar durdu, evet anlarında durduğu anlar varmış, bilmiyordum öğrendim….
Sol yanıma bir ateş düştü birden eyvahhh dedim eyvahhh. Çığlık atmadım ama yaşayan her canlı derin çığlıklarıma şahit oldu sanki. Yere kapandım ağlıyordum ne mümkün susmak senin ardından. Hıçkırıklarla ağladım ama tek bir sesim çıkmadı. Bu hiç bildik bir acı değildi. Bir bıçak kesip duruyordu bütün azalarımı, bir yılan ağır ağır geziyordu organlarımın arasında ve sürekli çatallı dilini batırıyor ve zehrini akıtıyordu hissediyordum, kızgın demirler dağlıyordu etlerimi, öylesine çıplak bir acı ki yıllar geçse de isimsiz kalacak ardından.
Batsın yerlere bizi senden ayıran o nisan akşamı. Ona da eden olmasın merhamet. O buz gibi taşın üstünde ben senden bir haber beklerken bir ömür tükettim o gece içimde neye yaradı. Bu ruh çaresiz bir hastalığın pençesine o nisan akşamında düştü. İflah olmaz bir dert o anda girdi içime. Sana tek bir nefes istedim ve karşılığında genç bir ömrü feda ettim hiç düşünmeden ama para etmedi. Etrafında dolanmakta olan azraili genç bedenim ve ruhumla kandırabilirim sandım buda olmadı, hiç biri olmadı, hangi kapıyı derman diye çalsam aman dilesem bir bir yüzüme kapandı. Bu gece merhamet yer yüzünden gitmişti anladım. Hayatımın pazarlığında ben yenildim, mağlup oldum bu yüzden kendime düşmanlığım.
Yenilmek bu demekmiş bilmiyordum öğrendim….
Oysa biz senle baharı bekliyorduk akşam saatlerinde balkon sefaları yapmak için. Baharın müjdecisi erguvanlar dallarını yere eğmişti ve tüm bereketiyle baharı karşılıyordu güzelim memleketim. Böyle bir zamandı işte sen bizi hayatın ortasında çırılçıplak bıraktın ve çekip gittin. Feleğin sillesi derlerdi de bilmezdik, sen gittin bütün acıları öğreterek derinden.
Nereye baksam, kiminle konuşsam nafile. Gözlerimde hep o son gülüşün, son bakışın miras kaldı, güzellikler değil.
Sevdiğini son bir kez görmenin geride kalana acıdan başka hiçbir getirisi yokmuş anladım. Her yaşayan ölümlü bunu bilsin ki bakmasın gidenin gözlerine son bir kere. En son yanına girdiğimde daha içimdeki son umudumu yitirmemiştim. Benim güçlü babam ne badeler atlattı bunu da atlatacak ve yine evimize dönücez diye hayaller kuruyordum. Seslendim duymadın. Bir daha seslendim yüzüme baktın seni öpmek istedim, çünkü bu son karşılaşmamızdı biliyordum ama üzerine eğilip öpemedim her yanında engeller vardı. Ama dokundum sana, hissettim son kez, hissettim seni, ellerine dokundum göğsünü okşadım, bir gece evvel kuş gibi çırpınan yüreğin artık sakinleşmişti rahat nefes alıyordun,acılar içinde kıvranan ruhumu senin o sakin ve eskisi gibi nefes alıyor olman biraz dinginleştirdi. Zorda olsa gözlerime baktın ve güldün, elimi sıktın bıraktın. Bırakma ellerimi baba ne olur bırakma tut. Göz açıp kapayacak kadar geçen zamanda, o son buluşmamızda, o kısacık anlarda bir film geçti gözlerimin önünden. Ben doğdum, büyüdüm, sen elimden tuttun yollarda, okullara gittim, kocaman oldum, sonra görevlerimiz değişti sen çocuk oldun ben anne,hani hep derdim ya sen çocuk baba, ben anne kız…. şimdi sözümü dinle ne olur gitme kal yanımda, bırakma ellerimi. Film öyle hızlı ilerledi ki son sahnede takıldık kaldık işte. Bu seninle biten filimde son sahnemiz son dokunuşumuz ve son bakışımız oldu, ne demek istedin sen bana giderken ve o gülüşünde ne mana gizliydi. İyi ki yanımdasın mı yoksa bak bana neler oldu mu diyordun.. Ne demek istedin sen iki gözüm ne demek, ne demek istedin sen çocuk babam ne demek. Ömrümce taşıyacağım bir mana yükledin biliyormusun, ömrümce cevabını veremeyeceğim bir soru bıraktın bana, ömrümce taşıyacağım bir bakış daha ekledin gözlerime. Ve ömrümce bitmeyecek bir dert yükledin omuzlarıma giderken.
Bu Pazar sana geldiğimde üzerine çiçekler ekerken, yeni evinin etrafını ellerimle temizlerken yine eskisi gibi oturduk dertleştik.
Demek ki bir gün sensizde kalmak varmış. Sensiz yaşamak sensiz yürümek. Sensiz sofralarda sensiz yemekler yemek. Sensiz evlerde seni anmak, söylemek,konuşmak ve derin acılar içinde kıvranarak sensizliğin acısıyla sessiz çığlıklarla ağlamakta varmış.
Senli mutlu evimizde şimdi derin bir sessizlik var. O derin sessizliğin içinde feryatlar yükseliyor ama kimseler bilmiyor. Mutluluk senden dinlediğimiz eski bir masal oldu ardından. Buz kesiyor bedenim, her dakika yuvarlanıp düşüyorum bir tepenin yükseklerinden, dipsiz kuyular çağırıyor beni, gitmek istiyorum yerim orası benim. Uzatsana ellerini diyorum düşerken, uzatta al yanına beni, çünkü yaşamak seninle güzelmiş, yaşamak senin güzel kalbin atarken güzelmiş.
Sen gittin gözyaşı gecelerinde bizi yaşıyor mu sanıyorsun ardından, yaşamaksa bizimki bir kuru nefesse yaşamak, kabul evet biz yaşıyoruz. Bir kolun olmadan bir bacağın olmadan yüreğin yarısı canın yongası olmadan …sen olmadan yaşamaksa bizim ki kabul evet biz yaşıyoruz.
Her gün sensiz bir güne uyanıyoruz, artık sen değil saatler sesleniyor sabahı bize, sensizlikten yorgun düştüğümüz yataklardan senin sesin olmadan uyanıyoruz. Her gün aşı sensiz suyu sensiz içiyoruz, her gün biz ömrü sensiz tüketiyoruz, sensiz yaşlanıyoruz ve her gün sensizliğin yeni siyah laleleri açıyor yüreklerimizde. Biliyor musun en kötüsü ne? biz her gün kanayan ellerimiz, ağlayan gözlerimizle hasretini süpürüyoruz evden çaresiz.
Dualarınla koruyandın bizleri, sevginle ısıtan, şefkatinle bağlayandın. Gideceğine değil en çok geride bırakacağın sensiz kalacak bize yanardın. Seni bu kadar çok sevmemize bazen kızardın. Sevmeyin beni bu kadar bir gün ölücem ve çok üzüleceksiniz diye içlenirdin.
Yaşarken her şey verdik sana bütün kalbimle inanıyorum. Ama ömrüne ömür katamadık. Şimdi artık dualardan başka sana yapabileceğimiz hiçbir şey kalmadı. Mekanın cennet ruhun şad olsun, melekler yoldaşın peygamber yandaşın olsun, emanet ediyoruz seni mevlaya, cennette buluşmak üzere,
Hoşçakal BABA......
Kayıt Tarihi : 18.5.2006 16:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)