Görünen dünyamızda güya işler tıkırında sanırsın
Hesap sorulamaz doğan günün üstündeki yelpazeye
Yalpalamaz seken kurşunun hedefe uzanan menzili
Görkemli mabetleri andırır kâşanelerdeki hayatın renkleri
Sensiz kımıldamaz yaprağın damarlarında dolaşan iksir
Çok kere anlamlı kıldığımız hayat bize merhaba demez
Gülümsemez ölümün taze çiçeğinde solan son nefesimiz
Bahtiyar bir fantezi sanırsın aklında yer eden ömrünün ihtiraslarını
Hâlbuki bir yalnızlık şarkısıdır gerçeğe boyun eğen hayatın son dansı.
Güneş göz kırpmazdı yüzüme çok zamandır kamışlar arasından
Unutulmuş bir merhametti gırtlağımda düğümlenen son sözüm
Buradan bakınca dünya alabildiğine karanlık ve yabandı aşka
Yabandı hoyrat akşamlarda ruhunun fiyakasının olmadığını bilmek
Hüküm verilmişti çok önceleri Londra da ruhum yoktu zaten
Bir lokma ekmeğin teridir ensemde hor bakan sesin sahibi
Milat olmadı hayatımda hiçbir zaman kamışın tadından başka
Tüm fanteziler zaten yasaktı bana ömrümde bayram olsa da olmasa da.
Rengimin kızgın ateşle dağlanmış mührü ele veriyor yaftamın anlamını
Ben emanet bir hayatın renklerini taşımışım alabildiğine yarınlara
Sessizce saklardım ezberimde tutamadığım insanlığımın mağlup kahrını
Eğer üzerine bastığım toprak bir ses vermeyecekse bir gün bana
Kahrıma ram olamam inandığım adaletin tecellisi gülmeyecekse bahtıma.
Karanlığın gölgesinde hüküm süren efendiler hiç görmediler beni
Zapt edilmiş topraklarda adanmış mutlak ruhlar sanırlardı kendilerini
Bir nebze sebze tohumu taşımak göreceli bir kalkışmaydı efendilerine
Yıldızların uzaklığı mıdır yoksa yakınlığı mıdır beni cezbeden geçek
Kayıp cennetin anahtarıydı çocukluğumun hayallerini süsleyen hasret
Vaat edilen cennetin cehennemiydi alnıma kazınan hayatın acıları
Sanki güneş sadece onları ısıtırdı onlarındı yeryüzünün şah damarları.
Köleler taşır saçlarımıza güneşin perçeminden düşen bir günün yükünü
Nice zaman oldu aşk yasaktı zaten ve envanterlerinde yoktu çilenin hüznü
Biteviye kahır üreten plantasyonlarda harmanlandım zulmün kasıklarında
Hiç kimse duymadı sesimi haykırdım yılların içinden insanlığın asaletine
Bir taşra bakışıydı bende asalet yufka yüreklerde ha bire günden güne palazlanan
Boğulmadım kara sayfalarında kalan tarihin üstü örtülü gerçeklerde hükümsüz olsam da
Geri vermedi kanatlarımı hain kapitalin dev iştihasıyla dünyayı öğüten azameti
Benim kanımın doruğuydu görünen dünyanın nefesini ayyuka çıkaran hayatın merdivenleri.
AKÇAY- AĞUSTOS - 2008
İbrahim YılmazKayıt Tarihi : 4.9.2008 00:36:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
SAYGIDEĞER ARKADAŞLARIM; Görünen bir dünya vardır bir de göremediğimiz bir dünya vardır..Görünen dünyayı hepimiz görürüz ve tüm renkleriyle algılarız, ama önemli olan bir de göremediğimiz dünyayı görmeye ve algılamaya çalışmamız lazım geldiğine inanıyorum. İşte ben ABD ve kıta Avrupa’sında ırkçılığın ve köle ticaretinin ayyuka çıktığı devirde,göremediğimiz dünyadaki acıları yaşamış bir zenci kölenin gözünden dünyaya bakarak bu şiiri yazmaya çalıştım.. Geçen akşam bir tv kanalında Dominik’le ilgili bir belgesel izledim..Dominik ve Haiti Avrupalıların orta Amerika da 15.y.y da kurdukları ilk sömürge üssü olmuş.. Dominik’e önce İspanyollar gelmiş,sonra Fransızlar,derken İngilizler ve İngilizlerin misyoner teşkilatı müjdeyi yayma cemiyeti gelmiş bu yoksul fakat mutlu insanların vatanlarına,güya günahkar yerli halkın işledikleri günahlardan dolayı ruhlarını arındırmak için gelmişler. Sömürgeciler Dominik de devasa şeker kamışı plantasyonları kurmuşlar.bu şeker kamışı tarlalarında öz vatanlarında köleleştirilen Dominikli ve Haiti’den getirdikleri bu zavallı insanlar bir dilim ekmek karşılığında köle olarak en zor koşullarda yıllarca çalıştırılmışlardır..öyle zor şartlarda çalıştırılmışlardır ki; Tarlada çalışan zenci bir kölenin yine tarlada gücünden yaralanılan bir öküzden daha değersiz olduğu sonucuna varılmıştır..Öküzün hastalanmasında veteriner getirilirken hasta olan bir zenci için dr getirilmesine gerek görülmüyormuş..İngiliz müjdeyi yayma misyoner cemiyeti öz vatanlarında köleleştirilen bu zencilerin insan olamayacağına ve ruhlarının olmadığı sonucuna vararak bir rapor hazırlayıp Londra da ki yüksek Anglikan kilisesine yolluyor ve bu yüksek kilisede tüm dünyaya bu raporu aynen kabul ederek zencilerin ruhlarının olmadığını resmen kabul ederek tüm dünyaya ilan etmişlerdir.İşte bugün özgürlük ve demokrasi havarisi kesilen vahşi batının insana yaklaşımı ve bakışı bu kadar alçakçadır...Iraktaki vahşetten de anlamıyor muyuz..? Bu Dominikli zenciler eğreti barakalarda yaşamaya mahkum edilmişler..Karınlarının iyice doymayacağı kadar ekmek verilirmiş bu insanlara…Hatta barakalarının önlerindeki bahçelerinde sebze ve meyve gibi ürünlerin yetiştirmeleri bile yasaklanmış ve bu yasağa uymamak efendilerine başkaldırı olarak kabul edilirmiş ve en ağır cezalara çarptırılırlarmışlardır..Amaçları bu köleleştirdikleri insanların kendilerine tam anlamıyla mahkum ve muhtaç bırakmak.. Saygıdeğer arkadaşlarım üstadım M. Akif’in şiiri aklıma geldi. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. *** KÖLE TİCARETİ *** Haçlı Seferleri’nden itibaren Haç işareti Avrupalılar için altın ve servet getirirken, Avrupalı olmayan halklara kan, gözyaşı, vahşet, işkence ve ölüm yağdırmıştır. Bizlere kahraman olarak yutturulan Kolomb, macelland ve Vasko dö Gama gibi insanlık düşmanları keşfettikleri yeni topraklara ilk iş olarak devasa Haç dikerlerdi. Bu işaret o bölgede yaşayan zavallı yerliler için işkence ve zulmün başlatılacağını ve kısa süre sonra yağmur gibi ölüm yağacağını göstermekteydi. Zavallı yerli halk bunu nereden bilebilirdi? Alt tarafı birbirine çakılmış iki parça ağaç değil miydi? Yakın tarihlerde, Amerika’da, bir devasa tahta haç dikilmiş ve ateş de yakılmış ise, o civardaki zavallı Zenciler tirtir titremeye başlarlardı. Beyaz cübbeli ve kukuletalı Hıristiyan beyazlar, bu işaretten sonra Zenci katliamına başlarlardı. Tecavüzler, işkenceler, üzerine gaz dökülerek diri diri yakılmalar, asılmalar ve envai zulüm sabaha kadar devam ederdi. O yerleşim biriminde o gece devlet ve devlet güvenlik görevlileri adeta buharlaşarak yok olurlardı. Ta ki, sabah olup da, Ku Kulx Klan’cı eli kanlı katiller işkence zevkini tatmin etmiş ve çekilmiş olsunlar. Ya Kilise, evet Kilise’den de çıt çıkmazdı. Çünkü öldürülenler insan değildi. İsa beyazdı. Zenciler ise siyah köpeklerdi (!) Zaten çok çirkindiler. İncil de hayvanlara değil, insanlara gönderilmemiş miydi? Böyle zamanlarda Kilise yok olur, her halde bizim memleket Kilis’e giderdi! Ku Kulx Klan, Amerika’daki Zencilere karşı Hıristiyan beyazların 1865’te kurdukları bir zulüm örgütüdür. 1867’de başına General Forrest getirildi. Eh ne de olsa işkence ve katliamı bir Amerikalı general kadar başka birisi bilemezdi. Kısa sürede üye sayısı 550 bin kişiyi buldu. Güya, Amerikan hükümeti bir müddet sonra bu örgütü yasakladı. 1915 yılında Atlanta’da Methodist Papaz William Joseph Simmons tekrar canlandırdı. Bu defa Papazlar seyirci değillerdi. Katliam emirlerini bizzat bir Papaz veriyordu. (1) Zavallı Zencileri, Ku Kulx Klancıların ataları, 1500’li yılların başlarından itibaren kendi topraklarından ve milletlerinden zorla kopararak ta buralara kadar getirmişlerdi. Halâ ismine Köle Kıyısı denilen Gine Körfezi’nde 1482’de durulan Sao Jorge Kalesi köle ticaretinin başlıca üssü haline gelmişti. Afrika kıyılarında demirleyen, Hıristiyan beyazların gemileri yeterince Zenci avlanabilmesi için bir aydan bir yıla kadar beklerlerdi. Köle taciri gemilerinin yükleri 150 ile 600 kişi arasında değişiyordu. 21 ile 90 gün arasında değişen sürede Amerika’ya ulaşılıyordu. Erkek köleler isyan korkusuyla ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. Geminin hacmini son haddine kadar değerlendirmek için gemilerde 183 cm uzunluğunda 41 cm eninde bölmeler bulunuyor, Zenci köleler balık istifi gibi bu bölmelerde yan yana diziliyorlardı. Ayağa kalkamayan ve sağa sola dönemeyen kölelerin bir çoğu ölüyordu. Normal şartlarda günde iki defa su ve haşlanmış pirinç, darı, irmik veya patates veriliyordu. Rüzgarların durduğu zaman yolculuğun uzayacağından verilen bu yiyeceklerden de kısılıyordu. Havalar iyi gittiği zaman Zenciler güverteye çıkarılıp havalandırılıyor ve hareket ettiriliyorlardı. Havaların bozuk olduğu zamanlarda havasız ve sağlıksız ambarlarda ateşli hastalıklar ve dizanteriden zencilerin % 13’ü hayatını kaybediyordu. Köle ticaretine “Üçken Ticaret” veya “Üç Köşeli Ticaret” deniliyordu. Köle tacirleri incik, boncuk, içki veya silah karşılığı kabile şeflerinden köle satın alır, bu köleler Amerika’da satılarak gemiler tropikal ürünlerle dolu olarak Avrupa’ya dönerlerdi. Köle tacirlerinin memleketleri olan Nantes, Bordeaux, La Rochelle, Bristol, Lizbon, Amsterdam ve Anvers bugünkü zenginliklerini köle ticaretine borçludur.(2) Amerika, Virjinya’da 1681 yılında 2 bin Zenci köle varken 1850’lerde Amerika’daki Zenci köle sayısı 4 milyonu aşmıştı.(3) 16. yüzyılla 19. yüzyılın ortalarına kadar sadece Brezilya’ya getirilen Zenci köle sayısı 3,5 milyonu aşmıştı.(4) Toplam 15 milyon Zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan Zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu rakam o tarihteki dünya nüfusu göz önüne alındığında korkunç bir rakamdır. Milyonlarca can ailelerinden koparılarak alınmış demektir. Afrika Kıtası’nın nüfus dağılımı alt üst olmuş, Kongo gibi bir çok krallıklar yıkılmış, Benin Körfezi’ne kıyısı olan bölgeler terkedilmişti. Evet batılı rakamlar böyleydi. Ya Afrikalı rakamlar? Cezayirli Ahmet Bin Bela şunları söylüyor: 1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür.(5) Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur. Fransız sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy ise şunları söylüyor: 10 ile 20 milyon arasındaki Zenciyi köle yapıp Amerika’ya götürmek için Avrupalılar, Afrika’da 100 ile 200 milyon Zenciyi öldürdüler.(6) Gerçekte birer insan kasabı olan kaşiflerin, keşiflerinden kısa bir süre sonra yaptıkları katliamlar ve Avrupalıların taşıdıkları hastalıklar (Yerlilerin vücutlarında kıtada daha önce bu hastalıklar olmadığı için antikor sistemleri gelişmemişti) neticesinde Amerika Kıtası’ndaki yerli nüfusu yok denilecek seviyeye düşmüştü. İspanyol ve Portekizlilerin maden ocakları ve tarım alanlarında çalışacak insanlara ihtiyaç vardı. Kara yazgılı kara insanların Amerika Kıtası’na getirilişlerinin sebebi bu idi. Zenciler doğrudan doğruya Afrika’dan Amerika’ya getirilmediler. Önce Antil Adaları’nda eğitimden geçiriliyor, Amerika’daki yaşam biçimine uyacaklarına kanaat getirildikten sonra Amerika’ya getiriliyorlardı. Bu dönemde İngiliz’lerin 13 değişik sömürgesinde beyaz köleler de vardı. Beyaz köle kısa bir süre için, Zenci ise ömür boyu köleydi. Hatta çocuklarına da geçiyordu kölelik. Bir kölenin vaftiz edilmesiyle yani Hıristiyan olmasıyla o çocuğun kölelik durumunun değişmeyeceği Virginia’da çıkarılan bir kanunda 1667’de karara bağlanır. Hıristiyan olmaları dahi durumlarını değiştirmeyecekti. Zenciler Amerika toprağına ayak basar basmaz pazarda satılan hayvanlar gibi işleme tabi tutuluyor, önce kime ait oldukları belli olsun diye kızgın demirle dağlanıyorlardı. Yük hayvanı gibi çalıştırılıyor, gemilerde kürek çektiriliyor, bir işe yaramayacak olanlarsa öldürülüyorlardı.(7) 1619’da ilk siyahlar, köleliğin, ticaretinin ve tarım plantasyonlarının ayrılmaz parçası ve de Kızılderililerin saf dışı bırakılmalarının başlangıcı olarak, bir Hollanda gemisinden Jamestown’a boşaltıldı.(8) Yaşam koşullarının bozukluğu, beslenme yetersizliği nedeniyle karılarından ve çocuklarından ayrı yaşayan Zencilerin tarım alanlarında ömürleri ortalama 7 yılı geçmiyordu. Her türlü eziyete tabi tutulan, kamçılanan kölelerden kaçmaya teşebbüs edenlerin cezası bir bacaklarının kesilmesiydi. Bazı köleler mineral ihtiyaçlarını karşılamak için toprak yiyorlardı. Beyaz adam bunun da çaresini bulmuştu. Zenciler artık demir maske takmak zorundaydı. 1860-1865 iç savaşında her dört aileden birisinin kölesi vardı. Bunlardan en az yarısının da köle sayısı 10’un üzerindeydi. Güçlü beyaz efendi istediği kadar köle çalıştırabilmekteydi. Bu dönemde nüfusun % 7’si, Zencilerin % 75’inin kaderini elinde tutmaktaydı. Lousiana Anayasası’nda şöyle bir madde vardı: Richmond şehrinin bir kararnamesi ise: demekteydi. Charston şehri ise Zencilerin sigara içmelerini ve baston kullanmalarını yasaklıyordu. Çünkü bu fiiler ancak şerefli insanların yapabileceği işlerdendi. Bu dönemde kanunlar nezdinde kölelerin ruh ve bedenleri efendisinin malı gibi sayılmaktadır. Bir köle beyaz efendisine şapka çıkarmayı unutursa hemen kırbaçlanıyordu. Okuyup yazmaları yasaktı. Zenci kadınlar efendilerinin ve misafirlerinin her türlü isteğine demek zorundaydılar. Bunlardan bir de köle sayısını artırmak için faydalanılıyordu. Dolayısıyla doğurgan bir köle kısır bir köleden daha pahalıydı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde yarı özgür köleler vardı. Fakat bunlar da tam yurttaş sayılmıyordu. Kanaat şuydu: Özgür bir Zenci, özgür bir insan değil yarı hayvandır. Amerika adalet bakanlarından Roger Tany, 1857 yılında Yüksek Mahkeme Başkanı önüne gelen bir dava için şu kararı verecektir: Gerekçesi ise hayli ilginçtir: (9) İpten kazıktan kurtulma Avrupalıların oluşturduğu Amerika’daki beyaz topluluğu genellikle bekârdı. Bu ise melezler sorununu doğurmuştu. İnka, Maya, Kızılderili, Aztek veya Zencilerle beyazlar arasında melez nesiller türemeye başlayınca insanlıktan nasibini almamış ırkçı Avrupalı bundan bayağı rahatsızlık duymuştu. Amerika Kıtası’nın bugüne kadar gördüğü en zalim insan(Eğer insansa) Cortes ve adamları, kendilerine sunulan Kızılderili kadınları kabul ediyorlardı. Doğal olarak melez çocuklar dünyaya geliyordu. Batılılara göre yenilgiye uğramış yerliler Avrupalıya göre aşağılık insanlardı. Aşağılık insanlardan türeyen melezler beyazlarla tabii ki bir olamazlardı. 18. yüzyılda, İspanyollar melezleşmeyle ilgili bir dizi terim oluşturdular. En tepe noktada üstün insan beyazlar vardı. Bir İspanyolla bir Zencinin oğluna “Melez”, Bir İspanyolla bir melez kadının oğluna “Marisco”, bir İspanyol erkek ile bir Marisconun oğluna “Albino”, bir İspanyol erkekle bir Albinonun oğluna “Tornatras” adı veriliyordu. İspanyolların ayrıcılığı bununla da bitmiyordu. Yeni Dünya’da doğanlara “Criollo” fakat İspanya’dan gelen İspanyollar hor görülen isimlerle çağırılıyordu. Meksika2da olanlara, beyaz gaga, yamak, acemi ve çaylak anlamına gelen “Gachupin” denirdi. Peru’da ise pancar suratlı anlamına gelen “Chapeton” diye çağırılıyorlardı.(10) Şipşirin Afrika’sından asırlar boyu hor ve hakir bir şekilde, hayvanlardan daha kötü bir muameleye tabi tutularak Avrupa ve Amerika pazarlarında satılıp, ucuz işçi veya karın tokluğuna çalıştırılması bile çok görülüp İngiltere’nin yollarında, Fransa’nın maden ocaklarında, Amerika’nın uçsuz bucaksız tarım alanlarında ölünceye kadar köle olarak çalıştırılan bu siyah derili insanlar, sözde beyaz ırkla karışıp melezleşerek kozmopolit bir toplum meydana getirirler korkusuyla gerçekte ise, beyaz adamların Batı Afrika’da yapamayacaklarını, Amerika’da Amerkan dil, din ve kültürünü tamamen benimsemiş Zenci Amerikalıların eski vatanlarına kendi ırktaşları olan Liberylıları kısa yoldan medenileştirme(!) ve Amerika’nın hizmetine takdim etme ameliyesini ifa ettirme gayesiyle eski topraklarına geri getiriliyorlardı. İşte bu düşünceyle hayvanlar gibi gemilere doldurularak öz yurtlarından alınıp Yeni Dünya’nın insan pazarlarında satılan bu insanlar azad edilmiş Amerikalı Zenciler(!) olarak, efendileri tarafından (Latince Liber:Hür) hür ülke adı verilen Liberya’ya yine gemilerle, yine zorla getiriliyorlardı. 1862-1867 yıllarında yaklaşık 10 bin Amerikalı Zenci Liberya’ya getirildi. İşte bütün bu hususiyetlerinden dolayı Amerika’nın Afrika’daki bir vilayeti durumundaki Liberya, Batı Afrika’da Atlas Okyanusu kıyısında, Sierra Leone, Gine ve Fildişi Kıyısı ülkeleriyle çevrili bir cumhuriyettir. 1822 yılında Amerikan Kolonizasyon Derneği’nin(American Colonization Society) teşebbüsüyle Amerika’dan gönderilen azaldı Zenciler tarafından kurulan Liberya’nın başkenti Monrovia ise ismi Amerika’nın beşinci Cumhurbaşkanı James Monroe döneminde kurulduğu için cumhurbaşkanının isminden almıştır. Afrika Kıtası’nda kolonileştirilmemiş tek devlet(!) üğnvanına sahip olduğu gibi, 1957 yılına kadar Afrika’nın tek bağımsız devletiydi(!) (11) Beyaz Hıristiyanlar dünyanın kanını emerken, bunun korkunç faturası mazlum milletlere çıkar. Afrika’da bulunan ve Dürüst İnsanların Ülkesi manasına gelen Burkine Faso(Yukarı Volta) yeryüzünde insan ömrünün en kısa olduğu ülkedir. Nüfusunun % 70’i 30 yaşın altında olan bu zavallı ülkede kadınların ortalama ömrü 44, erkeklerin ise 40’tır. Neredeyse Avrupalıların yarısı kadar. Haç, Dürüst İnsanların Ülkesi’ne genç yaşta ve yakışıklı ölmeyi getirmiştir! İnsansever Avrupalı köle isyanı korkusuyla köleliği kaldırmak zorunda kaldı. Kaldırdı da ne oldu? Hala Amerika’da Zencilerin adı “Kara Köpek”tir ve Zencilerin kiliseleri dahi ayrıdır. Günümüzde Amerika ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, halka açık tuvalaetlerin kapısınsda “Beyazlara mahsustur siyahlar giremez” yazısına sıkça rastlamak mümkündür.(12) Halen Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 2,2 milyon Zenci tutuklanır. Halen 390 bin Zenci, hapishanelerde ya da başka ceza kurumlarında hapsedilmiş durumdadır. Zenci mahpusların yarısı, 30 yaşının altındadır. Bugün idam edilmeyi bekleyen 1500 mahkumun % 45’i Zencidir. “Siyah Avukatlar Ulusal Konferansı”nın eski Ulusal Direktörü Lennx S. Hinds’in belirlediği gibi birkaç yüz dolar çalmaya kalkışan yoksul bir Zencinin hırsızlık suçundan ortalama 94 ile 138 ay arasında hüküm giyme ihtimali % 90’dır. Oysa zimmetine yüz binlerce dolar geçiren bir beyaz yöneticinin ortalama 20 ile 48 ay arasında hüküm giyme ihtimali sadece % 20’dir. Yani, suçlanan kişi kara derili olunca, adaletin gözü kör değildir ve kılıcı keskindir.(13) Türkiye’de Ortaçağ Sendromu’na yakalanmış kuş beyinliler Fransız Devrimi’ni yere göğe sığdırmazlar. Oysa Fransız Devrimi, İnsan Ve Vatandaş Hakları Bildirisi, köleliği olduğu gibi kabulleniyor ve onun sözünü bile etmiyordu.(14) Avrupalılar sömürüyü medenileştirmek olarak lanse ediyor ve şöyle diyorlardı: Sonuçta Keşişle kapitalist iki suç ortağı el ele verip dünya ülkelerini sömürmeye ve ülkeleri sömürgeleştirmeye başladılar. Şairler aydınlar sömürüyü bu manada anlıyor, böyle açıklıyorlardı. Yerli bir lehçenin yerine Fransızcayı, İngilizceyi, Hollanda dilini, Portekizceyi öğretmeye gidiyoruz diyorlardı.(15) Afrikalı Aşanti Kabilesi’nin Şefi kendi medeniyetinin nimetlerini öven İngiliz yetkiliye şöyle diyordu: (16) Afrika’da faaliyet gösteren bir İngiliz misyonerine, ihtiyar bir Afrikalının söylediği şu söz ne kadar manidardır! .. (17) Evet Avrupa zihniyeti köle olayına böyle bakıyordu. Peki İslam ve İslam topluluklarında köleliğe bakış ne idi. Bilalı Habeşi İslam olarak kölelikten kurtuldu ve Peygamber Müezzini şerefine nail oldu. Hem de Ş harfini S olarak söyleyebilmesine rağmen. Yani eshedü enne şeklinde okumasına rağmen. İslam Dini köleliği kaldırmak için özendirici tedbirler getirmişti. Kölelere yapılan insanca muameleler neticesinde azad edilen bazı kölelerin ailelerinin yanına gitmektense önceki sahibinin yanında kalmayı tercih ettiklerine şahit olunuyordu. Kur’an’ın El-İnsan Suresi’nde Müslümanlar için “Allah sevgiyle kendilerinin arzuladıkları yiyecekleri dahi fakir esire, yetime yedirirler” denmektedir. Aşağıdaki üç Hadisi Şerif İslam’ın köle ve esirlere bakışını net olarak ortaya koymaktadır. “Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elinize bırakmıştır. Allah kimin elinin altında böyle bir kardeşini bırakmışsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ona gücünü dışında olan zor işleri yüklemesin. Şayet zor bir işin yapılması gerekiyorsa kendisi de ona yardımcı olsun” Bir rivayete gör Ebu Mes’ud El-Ensari der ki: “Benim olan bir köleyi dövüyor idim. Arkamdan: Ey Ebu Mes’ud, bil ki senin ona yeten gücünden, Allah’ın gücü sana daha yeterlidir.” Diyen bir ses işittim. Döndüm baktım ki, söyleyen Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed’dir. Hemen: “Ey Allah’ın Resûlü, onu Allah rızası için derhal hür bırakıyorum.” Dedim. “Eğer hür bırakmamış olsaydın, Cehennem sana muhakkak uğrayacaktı.” Diye cevap verdiler. “Kölesini öldüren kimseyi öldürürüz. Kölesini hapis eden kimseyi hapis ederiz. Kölesini hadımlaştıran kimseyi hadımlaştırırız.”(18) Bizim bu bakışımızı hayranlıkla ifade eden Avrupalılarsa şöyle diyorlar: Fransız yazar D’Ohsson, 1791’de Paris’te yayınladığı Tableau General De L’Empire Othoman isimli eserinin 4. cildinin 381. sayfasında şöyle diyor: “Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türklerden daha iyi muamele den bir millet daha yoktur.” Türk ve İslam düşmanlığıyla tanınan Baron De Tot 1785 yılında yayınlanan Memorye Surles Turcs isimli eserinin 2. cildinin 251. sayfasında şöyle demektedir: “İtiraf etmeliyiz ki, köleleriyle cariyelerine fena muamele edenler yalnız Avrupalılardır.”(19) (1) Büyük Larousse Sözlük Ve Ansiklopedisi 14. Cilt (2) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 1. Cilt (3) Anabritannica Ansiklopedisi 13. cilt (4) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt (5) Batının Darağacında İsyan (Recep Şükrü Apuhan) (6) İslam’ın Va’dettikleri (Prof. Dr. Roger Garaudy) (7) Mesaj Dergisi Sayı 61 (8) Kızılderililer (Claude Fohlen) (9) Mesaj Dergisi Sayı 61 (10) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt (11) Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi 13. Cilt (12) Tarih Şuuru (Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma) (13) Vahşi Batı (Dr. Sedat Dereci) (14) Yaşayanlara Çağrı (Prof. Dr. Roger Garaudy) (15) Medeniyet Tarihi 1. Cilt (Dr. Ali Şeriati) (16) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 2. Cilt (17) Yalan Söyleyen Tarih Utansın 1. Cilt (Mustafa Müftüoğlu) (18) İslam Ve emperyalizm (Prof. Dr. Seyyid Kutub) (19) Sosyalizm Bitti Laiklik Alır Mıydınız (Yavuz Bahadıroğlu) Dominik Cumhuriyeti (Dominican Republic) Başkent Santa Domingo Nüfus 7.826.000 Yüzölçümü 48.443 km2 Komşuları Batıda Haiti Önemli Şehirleri Santo Domingo, Santiago de Los Caballeros Din %95 Katolik Dil İspanyolca Yönetim Biçimi Temsili Demokrasi ACILARLA DOLU KISA TARİHİ Tarih: 1492'de Kolomb oraya ulaştığında Hispanida adasında Carib ve Arawak Hintlileri yerleşmişti. 1496'da kurulan Santa Domingo kenti yarıkürede Avrupalılarca yerleşilmiş en eski insan ticaretinin ve köleciliğin ve vahşi kapitalizmin sömürge alanıdır. 1697'de adanın batısındaki 1/3'lük kısmı Fransa'ya devredildi. Santa Domingo 1795'te Fransa'ya katıldı. daha sonra ingiliz misyonerleri geldi. Haitili lider Toussant L'Ouverture 1801'de burayı ele geçirdi. 1803-1821 arasında pek çok yerli cumhuriyet belli aralıklarla kurulup kalktı. 1822-1844 arasında Haiti bölgeye tekrar egemen oldu ve 1861-63'te İspanyol işgali gerçekleşti. 1916'dan anayasal çerçeveden seçilen hükümetin başa geçtiği 1924'e kadar ülke Amerikan donanmaları tarafından işgal altında tutuldu. 1930'da Gen. Rafael Leonidas Trujiollo Malina devlet başkanı seçildi. Trujillo 1961'de uğradığı suikaste kadar ülkeyi zorbalıklar yönetti. 1960'ta Trujillo tarafından atanmış olan başkan Joaguin Balaguer 1962'de baskılara dayanamadı. 33 yıl içinde yapılan ilk özgür seçimlerde seçilen Juan Bosch; 1963'te devredildi. 24 Nisan 1964'te Bosch taraftarları ve komünistleri de dahil olduğu diğer bazı gruplar ayaklandı. Dört gün sonra Amerikan donanması Bosch yanlısı güçlere müdahale etti. Daha sonra beş Güney Amerika devleti tarafından oluşturulan barış koruma güçleri gönderildi. Haziran 1966'da Balaguer'in Bosch'u yendiği seçimleri geçici bir hükümet denetledi. Balaguer sonraki 28 yıl boyunca görevde kaldı, ancak Mayıs 1994'te yeniden seçilmesinde hile yapıldığı ortaya çıkınca 1995'te yeni seçim yapma sözü verdi. bugün hala alaca karanlıktır dominik'in çehresi.
Belli ki emek verilmiş bir çalışma.
Ayakları yere sağlam basıyor.
Saygımla,
Çok iyi yaşamışsınız göremediğimiz dünyanın yüzünü..yaşattınız da...
Saygılarımla
İ. TOPYAN
Vaat edilen cennetin cehennemiydi alnıma kazınan hayatın acıları
*
Başlı başına uzun bir emek, felsefi ve duygusal derinkik içeren çalışmanızı kutluyorum içtenlikle.Sayın İbrahim Yılmaz,
Yukardaki dizeleri ise kendime ayırdım izninizle...
Ben emanet bir hayatın renklerini taşımışım alabildiğine yarınlara
Sessizce saklardım ezberimde tutamadığım insanlığımın mağlup kahrını
Eğer üzerine bastığım toprak bir ses vermeyecekse bir gün bana
Kahrıma ram olamam inandığım adaletin tecellisi gülmeyecekse bahtıma.
emeğinizi ve eserinizi kutlarım, teşekkür ve saygıyla...
TÜM YORUMLAR (127)