'İncelikler'den söz eden birisi düşünce ve sözcüklerin değerini anlattı bir gün. Onların en kıymetli mücevherlerim olduğunu fısıldadı kulağıma. Sözleri efsunlayıcı bir hale gibi sardı dünyamı.
Kiminin malı mülkü parası; kiminin tutkuları; kiminin gençlik ve güzelliği; bir başkasının ise bilgeliği veya bilgiçliği ön sıradaydı. Benim ilk tercihim ise, düşüncelerim oldu daima. Meğerse ne denli ucuzlatmış ve ne kolay dağıtmışım onları. İyi mi, kötü müdürler; yanlış veya doğru mudurlar, bilemem. Veya onları bu tür öznel kıstaslara vurmak hakça mıdır derseniz, onu hiç bilemem işte…
Düşünsel dünyamda uzun zamandır süregelen kaotik bir dönem geçirdiğimin farkındaydım. Ne yana dönsem kargaşa ve fırtına sarmıştı çevremi. Kavga ile kuşatılmıştım. Oysa söyleyecek bir sözüm, dillendirecek bir şarkım vardı, biliyordum. Zaman, zaman da vuruyordum sazın tellerine. Ama heyhat, hep yanlış adreslere postalıyordum kendimi.
O güne dek hayata karşı olan genel duruşum, zorunlu olarak “muhalif” yapmıştı beni. Muhalefet ise biraz hırçınlık ve biraz da acımasızlık içerir doğasında. Vardığım noktada bunları kaldıramıyordum artık. İç barışı seven ve öyle yaşamayı seçen birisine düşüncelerini silah gibi kullanıp kavgaya girişmek hiç de uygun düşmüyordu. Öncelikle bunu fark ettim... Kavga ederken gerçek duyguları, ama aslında gerçeğin kendisini gözden kaçırıyordum. Bu ise beni büyütmek bir yana körleştirip sağırlaştırıyor; diğer bir deyişle giderek daha da eksik kılıyordu. Yeni ufuklara doğru, yepyeni bir yolculuğa çıkmalıydım. Yazılan yazılmış, çizilen çizilmiş, doğum sancıları bitmiş ve dönüşüm yaşanmıştı artık. Böylece beyaz bir sayfa koydum önüme. Bu kez yolum hangi adreslere varacaktı, görecektik bakalım.Yaşamın bu döneminde düğümler çözülüyor; kilitler açılıyordu beynimde. Artık yalnızca yazmak istiyordum.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla