I
Boğaz'ın suları çekilirdi benden, Yeniköy Sahili’nin şafağı.
Mavnalar boğuşurken akıntının isyanıyla;
Karanlık, ağlarını örerdi odamda.
Küskün penceremden sarkan gölgelerle darmadağın hayallerim.
İstiklal’i, Tünel’i tek başıma arşınlarken,
Buluşurdum seninle Anglikan Kilisesi’nin önünde.
En derin düşlerimde sisli suretinle,
Korkunç günahlarımın kefaretini ödemeye gelmiş gibiydin.
Emin olmak için bakardım sağıma;
Ellerini tuttuğum, yoldaş mıydı yalnızlığıma?
Ne Mecnun'um ben ne Ferhat,
Ne de olmaktır kaderim.
Rüyalarımdan sıyrılıp dikildiğinde önüme,
Bilemezdim üç tane kılıç saplayacağımı kalbine.
Dağları delemezdim ama sevgim bakiydi, yine de.
Anlatırdın, ben dinlerdim.
Ters çay bardakları tanıktı,
Demlenmemiş bir umut taşıyan gözlerine.
"En sevdiğin şair kim?" diye sorduğunda,
Sarı dumanları dağıtan bu sorgu
Yine de sevinç doldururdu içime.
Nereden bilebilirdim ters bir samyeli sakladığını kalbinde?
Belli ki albatros senin için
Çok yükseklerdeydi; onun gölgesine ulaşmak bana düşmezdi.
II
Nisan sabahlarında sis, ne ilginç gelir gözüme.
Ekmeğini sudan çıkaran bir balıkçı değilim;
Ama dertlenirim nedense.
Parmak uçlarımda döner sigaralar.
Şimdi sis üstüne yağmur,
Üstelik şemsiyem de yok.
Sabah, şehrin iki ucunu kuşatırken,
Kaçtığım sokakları karartıyor kasvet.
Asi nisan yağmuru yalayıp geçerken
Arnavut kaldırımlarını, çakıl taşlarını,
Sinsi ve puslu sokaklardan kaçan
İki ahmak, rastlaşıyoruz sığındığımız bir köşede.
Eski günlerin serencamını giyinmiş yüzü,
Gelgeç heveslerin niyetini, yalnızlığın ezberini taşıyor.
"Bulut, yağmuru doğurur; yağmur bulutu," derdi annem.
Şimdi yağmurun bizi kıstırdığı bu köşecikte
Bir damla su yok içmeye.
Kuruyor boğazlarımız,
Gömülüyor dudaklarımız sessizliğe...
"Daha zamanı değil zayıflığın!" diyor yüreğim.
Gözlerine bakarken, yok ettiğim yazgımın hüznü
Ağırlaşıyor içimde: "Zamanı değil zaafların!"
Peki, unutmanın zamanı mı?
III
Seyirciyi etkileyemeye çalışan bir senfoni orkestrası gibi,
"Olmaz!" diyen dostane sesler yankılanıyor zihnimde.
Nedense olur olmadık her gün duyuyorum onları.
Kimim ben onların gözünde?
Hayat ağacına sırtını dönen bir münzevi mi,
Ya da uygunsuz bir varlık mı uyruklar arasında?
Akıllı mı, ahmak mı, belli değil.
Aslında aldırmıyorum düşüncelere,
Bu etten duvarları ben ördüm çünkü.
Engellese de yolumu,
Evini gölgelere kuran ben,
Kuşatılamaz mıyım ruhsal arzularla?
Dokuz krallık yanıyor içimde.
Yalan olurdu suçlamak sadece dostlarımı,
"Neden olmadı? Neden ilerletemedik sevdamızı?" diye.
Belli ki bendim albatros gibi yükseklerde süzülen,
Tenezzül etmeden yıldızlara çıkarmaya ellerini.
Çapraz kılıçlarımı kuşanırken
Ayın boşandığı gecelerde yüreğine yürüyemeyen bendim.
Fitneydim...
IV
Peki, sen kimdin?
Kimsesiz kelimelerin nehrini kurutan,
Karartarak saman kâğıtlarını...
Bir denizkızı mı, yaşlı denizcileri ayartan?
Olsan da, hiçbir zaman şarkılar
Söylemedin bana.
Veda çalıyor şimdi kaskatı kapını,
Misafir değil, davet edildi; kalıcı.
Yenik bakışlarına ket koymaya çalışıyor zaman.
Tenini jilet gibi kesse de hayalim,
Arzuların dökülse de tilki dudaklarına,
Bulamazsın beni artık.
Şehrin insan tortularıyla dolu çeperlerinde,
Caddeleri arşınlayan bedenlerin arasında
Koşsa da ayakların kalbime,
Yazgı sıktı kurşununu çoktan.
Yüreğine gömmenin vaktidir artık
Kaçak dövüşlerin, zamansız gelgitlerin cesedini.
Mezarı zımparalasa da kederini...
Zamanıdır artık yüreğimden kopan
Hüsran kabuklarını atmanın.
Kendi kaynağına giden sancılı bir nehirde,
Sonsuza dek boğulmaya mahkûm sürüklense de anılar,
Seni ilk kez gördüğüm yıldızlı gecenin örtüsüne
Hatırlayacağım denizkızının şarkısını.
Kalbim yeniden demlensin diye...
Kayıt Tarihi : 23.11.2025 13:13:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!