"Gölgeler ve Sonsuzluk"
İki sonsuzun çarpıştığı yerde doğdu kalbim,
Gökyüzünün sınırında, yeryüzünün dibinde,
Bir aşk var ki, ne duygu ne düşünce,
Adını koyamayanların dilinde asılı kalmış bir sözcük.
Ben sana “sonsuz” dedim, ama bir matematik denklemi değil,
Gödel’in çelişkilerle ördüğü bir labirentti dudaklarının kıvrımı.
Platon, gölgelerden söz ettiğinde bile,
Senin suretinle doluydu mağaranın duvarları.
Ve ben, ideanın ötesinde,
Gerçeğin çıplaklığıyla sarıldım sana.
Sokrates’in soruları kadar keskin,
Ve Aristoteles’in doğruluğu kadar ağırdı aşkımız.
Birliktelik mi, yoksa zıtlıkların ahengi mi?
Ben sana “düşünce” dedim, sen bana “varlık”.
Bu denklemde eşitlik yok, sadece sonsuz çelişki.
Her bakışın bir paradoks, her dokunuşun bir hipotez.
Bütün akıl yürütmeler boşuna,
Zira kalbin mantığı başka çarpar.
Doğu’dan bir ses yükseldi:
Mevlana, “Aşk, her şeyin özüdür” dedi.
“Her biri birer yudum”, diye fısıldadı rüzgar,
“Aşkın kıvılcımlarında kaybolursan,
Zaten bulduğuna dönüşmüş olursun.”
Kendini unuttuğun o an,
Hüznün karanlığında parlayan bir yıldız,
Sürekliği sağlardı geçici her sevinçte.
Buddha’nın aydınlanma yolunda yürüdüm,
Kendimde kaybolmuşken senin derinliğinde.
Her adım bir meditasyon,
Her bakış bir içsel keşif,
Dünyanın acısını seninle hissetmek,
Sonsuz bir döngü içinde,
Kendi yokluğumda bulmak seni.
Nietzsche’yi unuttuk, gül bahçelerinde,
Varoluşun yükünü taşıyan omuzlarımızla.
Senin tenin, sevdanın ruhunu hissettiriyordu,
Ama yine de her nefesin bir dua gibiydi bana.
Kutsal kitaplar arasında sıkışmış bir dudak izi,
Varoluşsal çırpınışımızın nişanesi.
Hüseyin İbn-i Sina, “Akıl ve kalp” dediğinde,
Kelimeler içinde boğuldum,
Çünkü aşk, kalbin en derin aklında gizliydi.
Felsefenin, bilimin kıyısında,
Düşüncelerim senin efsanene sarılırken,
Zihnimin labirentlerinde dolaşan her hayal,
Bedenin ve ruhun, birer yansıması.
Gökyüzünde yıldızlar arasında bir tanesi söndüğünde,
O yıldızın ışığıyla aydınlanıyordu senin siluetin,
Kendi varoluşuna küsen bir Heidegger gibi,
“Dasein”ın karanlık uçurumlarında kayboluyordum.
Çünkü bilirdim ki, senin varlığın kadar,
Yokluğun da doluydu bir anlamla.
Bir elmayı ısırır gibi, sevdanın özüne dokundum,
Her çürük noktada başka bir felsefi soru,
Her tatlı ısırıkta yeni bir yanılsama.
Spinoza’nın panteizmiyle sarıldık birbirimize,
Sana dokunmak, doğaya dokunmaktı;
Her şey seninle dolu, ama hiçbir şey de değildin,
Tanrı, doğa ve ben,
Aynı denklemde buluşamamış üç meçhul.
Ben seni severken,
Sanki evrene bir açıklık getiriyordum,
Ama Gödel bir kez daha fısıldıyordu kulağıma:
Hiçbir denklem tamamlanmaz, hiçbir aşk sonlanmaz.
Okyanusları içime çekip gözlerinden,
Felsefenin gözyaşlarıyla doldurdum düşlerimi.
Beni savur, Herakleitos’un nehrine,
Aynı suya iki kez dokunmadan,
Sonsuz bir akışta birleşelim, ve kaybolalım.
Şimdi, sevdamın kıyısında,
Bir Taoist gibi akışa bırak kendini,
Her şeyin birbirine bağlı olduğu bu evrende,
Düşünceler, kalpler ve ruhlar özgür,
Sonsuz bir aşkın peşinde sürüklenirken.
Sefa çelik
Sefa ÇelikKayıt Tarihi : 9.10.2024 16:56:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Çok teşekkür ediyorum sağolun
TÜM YORUMLAR (2)