İçimde çocuklar büyütüyorum sana, hiç yük almadan omuzlarıma,
Ve bana aşık olan içinde büyüttüğün çocuklara verdiğin isimleri ezberliyorum.
Tibet’de bir rahip oluyorum, gururları dizlerinin üzerine çökmüş ağlayan,
Ve dizleri ibadetten çok karşında eğilmekten ağrıyan.
O çok sevdiğin turuncu kıyafet üzerimde,
İçim çırılçıplak ve senin bir geyşa edasıyla gelip,
Kuşağımı çözmeni bekliyorum bir ömür boyunca
Bir annenin doğum anında, o çocuğunu ilk gördüğü andaki heyecanı gibi,
Heyecanımı hiç kaybetmeden aynı duygularla bakabiliyorum sana.
Ve sana milyonuncu dokunuşumla ilk dokunuşum arasındaki farkı arıyorum hep,
Kör birinin karanlıkta düşürdüğü ama niçin taktığını bile bilemediği,
Sebepsiz lenslerini araması gibi,
Sen benim, bende senin yarım bir adayı tamamlar gibi,
Dört bir yanımızı sularla çevirip, artanı dolduruyoruz şişelere
Terkedilmiş biri son damlasını içmek için şarap şişesini ters çevirdiğinde,
Birden oluk, oluk akmaya başlıyor bütün şaraplar o dibi delik şişede
Güvenmenin ne demek olduğunu Nuh peygamber öğretiyor bize,
Hiç gelemeyecek bir zeytin dalını bekleyerek,
Güvercinin kısacık mesafede bile terleyen o zayıf kanatlarından çok
Güvercine yükledikleri sevgiye güvenerek
Sen benden hiç duymadığın bir kelime söylememi bekliyorsun
Belki de bir söz istiyorsun, yada senin yaptığın gibi,
Söz değil de göz vermemi bekliyorsun.
Ben sana evlen benimle diyorum dudaklarımı hiç kıpırdatmadan,
Ve sende hiç konuşmadan kabul ediyorsun, karım oluyorsun,
Bunu adalara giden vapurdaki kaptandan duymana,
Yada bir rahibin ilan etmesine gerek kalmadan
Birbirimize on parmağımızla dokunduğumuzda
Otuz parmak izi kalıyor ruhumuzda,
Bir dokunan aşk, diğeri tutkumuz, birde kızımız dokunuyor galiba
Ve biliyorum ki en çokta bu dokunuyor sana.
Sonra kızımız geliyor aklıma,
Çırılçıplak vücudunla ona sarıldığını görüyorum,.
Ona isimler arıyorum, sonra arkanızdan yaklaşıp sarılıyorum ikinize de
İkinizi de çok seviyorum.
Sonra götürüp onu yatağına yatırıyoruz birlikte,
Üstünü örtüyoruz sevgimizle sırf o üşümesin diye,
Dudaklarım iki göğsünün arasında,
Nereye koşacağını bilemeyen bir çocuk gibi,
Kocaman bir ovada koşuyor bir sağdaki, bir soldaki dağına
Ve görüyorum ki bu güne kadar, hiç böyle koşulmamış bu yollarda.
Matematik oluyorsun, önce bölüp atomlarıma ayırıyorsun,
Sonra tekrar toplayıp sana olan sevgimi çıkarıyorsun içinden
Ve bana olan sevginle çarpıyorsun, sonsuz üzeri sonsuz çıkıyor sonuç
Kara deliklere atıyorsun bizi, geri dönmemizi beklemeden.
Kapak oluyoruz birbirimize, ve içerideki sayfaları boş bırakıyoruz,
İleride yazabilmek üzere
Ve sonra görüyoruz ki birlikte yaptığımız her şey,
Ancak kapak olabilecek seviyede
Ve hep boş kalacak diğer sayfalar içeride.
Rafting yapıyoruz birbirimizin aşk nehrinde,
Kano olarak birimiz öbürünün kalbini alıyor.
Sevdikçe nehir yükseliyor, seviştikçe dalgaların şiddeti artıyor,
Emniyetsiz oturuyoruz kanolarda,
Çünkü biliyoruz ki, birimiz öbürünü deviremez asla.
Yağmur olup yağıyoruz hiç yağmadığımız kadar İstanbul’a
Biliyoruz bu yağmur sadece ikimizin arasında değil,
Sorun oluyoruz başkalarının hayatlarına da
Damsız giremediysek de birbirimizin hayatına
Bir dam arıyoruz birlikteyken altına bir yuva kurma umuduyla.
Önce çocukların ve kadınların ayrılması gibi Titanic’ten,
Kaptan oluyoruz ikimizde ayrılamıyoruz batan gemimizden.
Ve sen her gideceğimi sandığında,
Bir çımacının, kaptan kızar korkusuyla sıkı, sıkı bağlaması gibi gemiyi,
Dudaklarınla sıkı, sıkı bağlıyorsun yanaştığım limanına beni.
Ve bende bir kaptanım aslında, tıpkı Sunay gibi kağıt gemilerden emekli.
Salıncaklarında sallıyorsun beni,
Salıncağın her ileri gidişinde güneşe deyip geri döndüğümü görüyorum,
Her gidişimin dönüşünde daha da yanmış oluyor içim
Ve sen her seferinde daha da yükseklere sallıyorsun beni.
İğnesi kırılmış bir plak gibi boşa dönüyorum galiba,
Elimde hiç okey yok ki atayım sana.
Bütün jokerleri almışsın bu oyunda
Ve hepsini en gereksiz yerlere sıkıştırmışsın hayatında
Korku sandığın şey senin
Bir Avrupalı’nın “Korkarım bir içki alacağım” demesi gibi,
Korkmuyorsun aslında, koktuğunu da sanma.
Çünkü sana her dokunduğumda bir kibritle yaktığın güneş,
Aynı gece ayımı da aydınlatıyor.
Severek yıldızlarını ellerinle yerleştiriyorsun gökyüzüme
Bu yetmiyor bana dokunduğunda,
Tamamlanıp samanyolumu oluşturuyorsun.
Sonra binlerce yıldız kayması yaşıyorsun,
Ama her boştaki yıldızını kaydırdığında,
Samanyolumun çekim gücüne takılıp kalıyorsun.
Bırakamıyoruz birbirimizi
Tab edilmek üzere karanlık bir odada
Çünkü gökyüzüyüz biz birbirimizin önünü aydınlatan, karanlık olduğunda.
Kayıt Tarihi : 18.8.2004 16:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)