Sosyo-ekonomik ve politik pencerelerden bakıldığında bireyin çıkarları ile küresel sisteminkiler arasındaki tutarsızlığı fark etmemek olanaksız. Sahte değerler ve sahte haberler servis ederek, özellikle de kitle iletişim araçlarıyla kamuoyunu yönlendirmek artık sıradanlaşmıştır. Böylece gerçek hayatta hiç olmayan ama olması istenen rol ve insan modelleri yaratılmakta, öte yandan da bireyin sıkıntıları küresel sistemce ve bilinçli bir biçimde göz ardı edilmektedir.
Post-Kant’çı ahlâk tartışmalarında, örneğin Stirner’in Kant değerlendirmelerinde bireyin vicdanına bir ‘ahlâk bekçisi’ yerleştirildiğinden söz edilir. Günümüze gelindiğinde ise bireyin aklına taklit edilmesi beklenen kopyalar istiflendiği görülür. Baudrillard’a göre iletişim araçlarıyla, özellikle de gündelik haberlerle oluşturulan; tarihin yok olmasına da hizmet eden bir ‘tezgâh’ aracılığıyla yepyeni iktidarlar kurulmaktadır. Kişisel özgürlükler başkalarının uygulamaya koyduğu toplum mühendisliği projelerince yönlendirilmekte ve birey sürekli olarak ‘simülatif” (taklitçi) bir yaşam tarzına doğru güdülmektedir. Birey-özgürlük ilişkisine müdahale eden post modern öğelerin egemenliklerini ilân ettiği, bireyin köleleştirildiği bir çağa gelinmiştir artık. Tüm yaşama alanlarını bir eğlence parkına (Disneyland’a) benzeten yazar, “Her şeyin her şeyle değiş tokuş edilebildiği bir dünyada değerin hiçbir anlam ifade etmediği söylenebilir” der ki burada aslında gerçeği sorgulamaya başlamıştır. (“Sanal Evren ve Haber Dünyası” – Baudrillard) Sorunsala Hegel’ci bir bakışla yaklaşıldığında ise tarih ve yapının düşünceyi oluşturmadaki rolü öne çıkar. Tarih bilinci yok edilmekte ve ana yapı bozulmaktayken, bireyin kendiliğine kavuşmasını beklemek hayal gücünü fazlasıyla zorlamak demektir. Diyalektik mantığın kurucusu olan Hegel, tarih ile yapının düşünceyi oluşturmadaki rolüne değinmenin yanı sıra efendi-köle diyalektiğinin anlaşılmasında ‘öteki’yi de dikkate alarak, öz farkındalığın oluşmasının altını kuvvetle çizmiştir. Aynı şekilde, kesin itaati zorunlu kılan ‘çağdaş akılcılık’ da özgürlüğü kısıtlama etmenidir, çünkü altında dayatma, yönlendirme ve güdüleme yatar. Stirner, Sartre, Foucault ve daha pek çok düşünür birey-özgürlük ilişkisini sıkça irdelemiş; bireysel özgürlüğün olmadığı yerde iktidarın etkisinden kurtulmanın, tam anlamıyla özgürleşmenin olanaksızlığından söz etmişlerdir. Oysaki etkin direniş gösterebilmek için, “Hiçbir şey benden üstün değildir! ” diyen felsefeci yazarın da işaret ettiği gibi ‘kendiliğin’ oluşturulması önkoşuldur. (“Meselemi Hiçe Bıraktım”- Max Stirner)
Felsefi-sosyolojik-ideolojik yaklaşımları birbirinden çok farklı da olsa, bu düşünürler bireyin özgürleşme olgusuna sıkça yoğunlaşmışlar; bireylik, kendilik, biriciklik, öz farkındalık gibi kavramları önemsemişlerdir. Temelde mülkiyetçi bir görüşe sahip olan Stirner dahi, “Özgürlük, insanın kendi yararına uygun olan şeyleri gerçekleştirmek için bir araç olarak değil, liberalizm için istenir olmuştur; özgürlükle özgürlük için ilgilenilir olmuştur… En yüksek değer veya en yüce hedef olarak özgürlük bireye hiçbir şey sağlamaz” diyerek özgürlüğün herkese mal olabileceğini ama kendiliğin-biricikliğin kişiye özel olduğunu belirtmiştir. Yazara göre ‘ben’ varsa özgürlük vardır. Baudrillard ise sınırları çağın değişimlerine uyumlu olarak genişletmiş, analizini K. Marx’ın değerlendirmeleri doğrultusunda ve bir adım daha ileri götürerek, liberalizm ile kapitalizmin de boyunu aşan küresel gücün etki alanına yönelmiş; böylece oldukça isabetli bir tespitte bulunmuştur. “Küresel güç (bu gücü kapitalizm olarak nitelendirmek pek doğru değildir) günümüzde artık yalnızca kendi kendisiyle boğuşmak durumundadır. Bundan böyle bu güce komünizmin hayaleti değil kendi hayaleti kafa tutacaktır”. (Baudrillard – agy.)
Şurası bir gerçek ki iktidarlar çağlar boyunca vardı. Onlara boyun eğenler ve eğmeyenler de… Üstelik sanat ile iktidar arasındaki ortak yaşamsal bağı (symbiyotik bağ) ve sanatın çoğunlukla iktidar tarafından desteklendiği gerçeğini, kısacası aradaki çıkar ilişkisini görmezden gelmek mümkün değildi. Buna rağmen gücü elinde tutan iktidara boyun eğmeyen insan, sonuçları başarılı olsun olmasın, topluca ya da bireysel olarak bağımlılığa karşı çıkma girişimlerinde bulunmuştur. Peki, günümüzde konuyu tekrar güncelleştiren, özellikle de bireysel özgürlüğe dikkat çeken unsur nedir?
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
çok güzel bir paylaşımdı...
defalarca okuyacağım değerli bir makale...
kendimizi zaman ve mekana göre sürekli sorguladığımız bir dönemde mesajları ve analizleri ile değerli bir çalışma...
belki yeni soru işaretleri gerektirecek bir düşünmeye iten nefis çalışma...
veya çözümsüz sorulara cevap olacak küçük ışıklar...
saygılar yüreğinize...
Göğe açılan hiç kapılarının ardında gerçek olna mana var aslında ki..
Şair ve kalem sorgularının peşinde büyyyen bir gökdelendir aslında...
Saygıyla....
kaleminize sağlık güzel bir konuda hazırlanmış sunum. ama içinde yaşadığımız şu keşmekşlik siyasetinde en vasat insanın bile ne oluyor diyebildiği olaylara hala bazı yazar,şair ve edabiyatçılarımız. gizli el ilkesiyle hükmetme ve gerçekleri göz ardı eterek kendi çarpık fikirlerini topluma empoze etmeye çalışan siyasilerin adeta maşası olmaya oynamaktadır. göğün güzelliğini, derinliğini ve bitirilmemiş,hatta hiç açılmamış yeni fikirlerin ülkesinde yıldızlara yan gözle bakmakta isrsrlı olmayı büyük ideal sanmakta. şu kirlenmiş dünyanın belkide en temiz kalmış kara parçası üzerindeki bir toplumun fikirlerinin derinliği, kültürünün zenginliği ucuz lidarliklere heba edilme sürecinde can çekişmekte. her duyarlı vatandaşın katkı yapabileceği bir bakışla hiçlik denizin kıyılarından sonsuz mavilikler kaldırıp başını alamlı düşlerle bakması gerekir. diliyoruz yeni yılda hurdalıklara gömülecek etkileşimlerden hızla sıyrılıp. keşfedilmemiş yıldızlara hantal gezegenlerden yer açmak azim ve iradesini göstermesidir.
Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta