Yıl bin dokuz yüz seksen sekiz aylardan ocak idi. Bir davul sesi bir de zurna sesi yankılandı name name, bu bir horon havası değildi. “ Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa! Vermem seni ellere Ordu üstüme kalksa” çalınıyordu. Bu açıklı namenin sabah sabah söylenişi, alışılmışın dışında tuhaftı. Tuhaftı neden tuhaftı? Belli ki, bir göçmen kuşun göç kervanı hazırlanıyordu.
Her zaman böyle bir kervan yola çıkacağı durumda, şerefeden dört bir yana dalga dalga yayılan saba makamında sala okunurdu. İşte bu göçün en hazin yanı böyle değildi. Sessizden geldiği gibi sessizden gidiyordu. Yoğ yo sessiz sedasız gitmeye hazırlanıyordu. Kimsesizdi; bir kaç damla gözyaşına hasret gidiyordu. o hasretti ana gözyaşlarına, arkadaş kardeşti ama ne olursa olsun ana, baba, bacı gözyaşları gerekti. Ama hayatın bir garip cilvesi ki, ana da ana gözyaşlarına hasretti. İstemem analar ağlamasın ama analar yüreği yufkaydı, ta ezelden yanıktı.
0, hep gözyaşları bekler dururken teneşirde, tahtalar ağlıyordu. Hem de öyle ağlıyordu ki, gözyaşları göle dönmüştü bile... Zemine n’ olmuştu bilmem, bir damlasını bile içmiyordu. Nice nice canları yutarken, ne bilem belki de iştahını kabartmak için böyle yapıyordu. Açlığın giderilmesinden sonra gözyaşlarını içecekti. Bu göçen ne Mührü-ü Süleyman ne de Yüzüklü Süleyman’dı. Ama o, da o Süleyman’ların akıbetine mazhar olmuştu. Zaten sormamıştım adını gerek yoktu, nasıl olsa bir göçmen kuştu; göçüyordu işte bildiğim bu kadardı. Birisi Süleyman’ım n’ oldu sana Süleyman’ım yalnız bırakma bizi diyordu. Süleyman duymuyor tüyleri bile ürpermiyordu. Fani kulakları fani mahlûkata kapalı ebediyete açılmıştı. Bizlerde hüzün kervanı yükünü kapımıza boşaltırken, o belki, ebediyetin gül bahçesinin bir köşesine kervanını_konduruyordu. Ne bilmeli? Belki de ateş çemberi içinde ateş böcekleri gibi dönecek..Dönecek. Dönecek
Merhametlinin yüceliğinden varsa, özünde bir zerre konacaktı yine Cennet bahçesinin köşklerine Varacak Kevser kenarına içecek Kevser suyundan.
Bu kervanın yüklenmesinde bir hayli de kervancı vardı. Bu
Bu kervanın yüklenmesinde bir hayli de kervancı vardı. Bu kervancılar denklere ilmik atmak yerine birbirlerinin ellerine, gözlerine bakıyorlardı. Kendi ceplerinde kendi azıklarında değil de birbirlerinin azıklarında ceplerinde teselli buluyorlardı. Kervancılar reisi haramilerle mangır hesabında cana can dişe diş pazarlığında alan memnun veren memnun gülüp oynuyorlardı.
İçlerinde mangır azametinin gölgesinden kurtulmuş; Resullah’ı rehber bilip, Kuran’a itaat edenler de vardı.
tuzak ev,dilsiz baba,yenik anne...
İşte hepsi bu...
Hayallerini yak,evi ısıt.
Gideceğin en büyük oda arka odan.
İçerden sesleri geliyor annenle babanın,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta