Eskidendi belki de aşkların riyasızlığı, eski sarhoşluklar vardı sevmelerde, sadece yalpalardık ama gene de çok severdik, eskiden kuşlar bir başka öterdi, çünkü biz dinlerdik sevgiliyi bülbülün sesi eşliğinde, eskidendi sevgide efelenmeler, çünkü o zaman daha çok affediciydik, özlerdik her dargınlık sonrası kaldırımlarda el tutuşmaları, eskiden avucumuzun içine yazardık sevdik seni kelimesini, mektuplarımız vardı köşelerine kalp resimleri çizdiğimiz, galibasız artık bizde eskidik ki tek sözle anlatır olduk sevgiyi ki yanılgılar başladı sanırım, o eski sadakat yok sevgide, hadi eyvallaha kaldı tüm yaşam gözyaşları ile beraber, oysa yaşamdı el tutuşların içine gizlenen huzurla…
İçimde başıboşlukla dalgalanmalar var, bir çeşit sarsıntı, bir çeşit titremeyle bağlanmış can sıkıntılarıyla, geçmişe dönük kızgınlıkların ve de hayal kırıklıklarının öfkeye dönüşmüş haliyle, beden sarsıntıları var…
Kaç yıldır gelip giden bu hal ve tavırla, öfkenin zincirleri vurur hep bedenimi…
Aniden gelen pişmanlıklar veya birden bastıran bir özlem demeti…
Neler yok ki bu özlem demetinde, saç boyasından tut da nefes aldığın kokuların karışımı bir bekleyiş, belki de bu damarlarımın her birini şişirecek kadar bir öfke patlayışı…
Kaç yıl eskiyip gitti geçmişe ve kaç yılın günleri hatırlanmakla bitmiyor, nerelerden nerelere ve hangi sebeplerle bu çıkmazlara girmiştim?
İçinde kaybolasıya bir lâbirent bu sahiplenemediğin bir yolculukta kayboluş bu…
Son günlerde yalnız kaldığımda, bir başa tek başa, derin nefes almalarda yaşamın ardında kalmış, yaşanmışlıklarla, derin bir hesaplaşma içindeydim…
Önceleri kendimi koydum bu hesaplaşmanın içine, kaç kez gülmüş, kaç zaman derin bir yeisle ağlamalarla doluşmuştu zaman, kaçıncı kez iç çekişleriydi bunlar, kaçıncı kez her düşüncemi boş ver deyip, derin kuytulara atıyordum her anı, dayanılmaz acıların tekrarını tetikliyordu ve ben her acılanmadan sonra sevgimden biraz eksiliyordum…
Zamanın sevgi eksilmelerine soktuğu benlikteki değişimler neydi, bunlar unutma cabalarını içine atan, ataklar mıydı, bunlar istem dışı mı oluyordu, yoksa farkında olmadan ben mi yaşamın çoğul kesimlerini unutmak istiyordum?
Aslında aile içi sorunların taşmasıydı bu içine sığamamak…
Oysa yalnızlığı seçmiştim, oysa adamım dediğimi terk etmiştim, iki kızımla hayatın devinimlerine göğüs germeye çalıştıkça sorunlar kendiliğinden beni aşıyordu…
Mesela Nuran, bana aşkın heyecanlarını anlatmaya başlamıştı, O konuşurken, içimden gülmelerim çoğalıyor, belli etmemeye çalışıyordum…
Fakültedeki başarılı gidişinin yanına, aşkın tarif edilebilirliğini eklemişti ve ben sessizliğimi bozmayarak, ona destek olmaya çalışıyordum.
Yaşamdaki sorunlar bitmeyerek, yerleşik bir düzene girmeden, aramıza yeni bir insan, genç bir aşık girip, evin içinde bazı şeylerin değişmesinin gerekliliğini, ortaya atıyordu…
Ve tanışma…
Aşkın genç yüreklerde çarpış şeklini işitmem beni, çaresiz eski kalp gümbürtülerime götürdü ama korkularım, heyecanlarımı bastırdı…
Yeniden sevgiyi çocuklarımın yüzünde okuyordum…
Nuran ve Bülent, karşımda yere bakarak oturuyorlardı koltukta, onlar farkında değillerdi ama ikisinin de ayakları titriyordu, benimse ellerim ve içim titriyordu zapt edilemeyesiye…
Göz göze gelemiyordum, ters bir bakışla yanlış bir bakışla yanlış anlaşılmaya düşmek istemiyordum…
Kızıma zaten kanım akışkan sıcaklığı ile akıyordu, Bülent’i sevdim… O’nun kaçamak gözlerle kızıma bakışlarını gördüm, farkında olmadan içim titredi, genç kanlar evin çatısı altındaki arenada içli ve kıyasıya bir istekle ağzımdan çıkacak cümleleri onlar beklerken, ben bile bu titreyen sesimle, neler söyleyebileceğimi merak ediyordum…
Çocukların konuşmalarına fırsat tanımadan, farkındalıkla konuşmaya başladım…
“Galibasız siz birbirinizi seviyorsunuz ve ben bu sevgiyi derin bir sevinçle onaylıyorum, yalnız sizden beklentim var, bence siz, fakülteleriniz bitinceye kadar evlenemezsiniz ve bu kural bozulamayacak şekilde geçerli kalacak, ondan sonrasını tekrar konuşmamızı daha sonraya bırakmamıza ne dersiniz ve olurunuz olursa bu ev size her zaman açık kalacak, öyle gizli gizli buluşmalarınızın yerine, tüm sorunlarınız, ben sağ oldukça üçümüzün arasında konuşulup, karara bağlanacaktır…
Hayat umarım ve de dilerim ki size güler ve sizi güldürülenler olarak yaşatır…
Derin ve uzun bir sessizlikten sonra onları nişanlı farz ederek, bu geceyi de böylece gülüşerek kapatırken, bu gecenin bize yıllar ve yıllar sonra bir erkek evlat, bir torun vereceğini düşünemezdik bile…
Evet sevgili, sana bu konuda daha çok şeyler yazmak isterdim ama sen bu geceyi hazırlayanlar arasında yok olduğun gibi, düşünmek bile istemezdin, çünkü senin doğrularındı hep doğru olan, yaptığın hataları hiç görmedin, bu yılların içinde ben savaştıkça, sen kendi dünyana, kendi çadırını kuruyordun…
İşte aradaki değer ölçüleri buydu, sen kendi hayatının bekçisiydin, aileye kucak açmak yerine, beklenmedik yollarda yolculuk yapıyordun, belki de benim çilem senin yanlış doğrularının arkasından peydahlanıyordu…
Yarım bir ömür senin yanlışlarına adandı, büyük bir sabır ve özveri ile sadece çocuklarımın yaşam beklentimdi, bu sabrın arkasında kalan…
Sevgiyi kendi tırnaklarımla, parmak uçlarımla kazdığım hendeklere gömdüm, her kazış sonrası, her gömülüş sonrası, içimden hep bir şeyler yok oldu, ne çare ki değmeyenlere verdiğim değerdi hayatımı lif lif dağıtan…
Göç yollarına kendimi adarken, gençliğimi gömerken o sevgi kırıntılarıydı hayatımı yaşama mıhlayan…
Her şey iki çocuğun bağları ile bağlanıyordu, aslında bu yaşam sevginin feryatları arasındaki gömülüş sesleriydi…
Sen bana iki evlat verdin, ben sana ardında hiçbir şeyin olmadığı bir yaşam, bir ömür, kırık dökük binlerce nefese bağlı gözyaşı ve yaşam özlemlerimi sana feda ettim…
Değdi mi bunların tümü evet değdi, tarifi mümkün olmayan iki güzellik evlat, işte galiba elde kalan yaşamın güzelliği bunlar…
Sana hiç hoşça kal demedim, demeyeceğim de üzüntüm sadece kızlarımın bana babalarını, özleyip özlemediklerini belli etmemeleri, (Nuran) seni eminim ki hiç özlemedi ve de özlemeyecek, çünkü o benim geceleri inlemelerime, hayatın çıbanlarının sızıları ile sessiz titreyişlerime sarılarak uyur gibi yapıyordu geceler boyu ki bu yüzden seni en mutlu gününde yanında veya nişan gününde, (Bülent’le) tanışmanı istemedi, tahmin ederim ki bu kararı daha çok uzun yıllar devam edecektir, hayat bu sevdiklerin dediğin bize verdiğin manevi duygular, bizden aldıklarına yetmedi ve o acılanmaları silecek yürekliliği gösteremedin, artık hayat bizi çocuklarımla beni güçlülüğümüzü kabul ederek tanıyacak…
Aysudem, bu sessiz sessizlikte ilgisizce görünerek gülümsüyordu, içinden neler geçtiğini ben biliyordum, sıranın kendisine de geleceğini düşündüğüne emindim, sadece ona yan bir bakışla “daha çok beklersin” dedim içimden…
Şimdilerde bu kadar zaman sonra düşünüyorum da o gece biz gerçekten mutluluk gülüşlerini yaşamıştık, daha sonraları kızlarıma sorduğum şu soruya aldığım cevap, hiç şaşırtıcı olmadı, “bu gece içinizde bir eksiklik hissediyor musunuz” dediğimde, sadece Aysudem’den hiç ses çıkmamıştı, O’ babasına çok özlem çekerek büyüyordu ve ben buna engel olmak için hiçbir şey yapmıyordum…
Çocuklarım ve ben, galiba için için mutluluktan bir, bir şeyler tadıyorduk. Aileye katılan yeni birey Bülent, bir erkek evlat gibi eksiksiz eksiksiz yaşatıyordu zamanı bize,” o günkü tanışma veya nişan günündeki ifadesi gibi “size evlat olmaya özen göstereceğim” derken, bana göre içimizden biri gibi konuşuyordu, hele “Nuran benden sonraki yaşamında kalırsa bile yani benden çok yaşarsa demek istedim, beni size övecek içiniz rahat etsin yaşamınıza dert yerine ek mutluluk katacağım, hayatım bu ailenin kanından güç ve kuvvet alarak sizle beraber iyi günlere ulaşacak, ben bu ailenin ar ve dik duruş için hayata neler feda ettiğini çok iyi öğrendim Nuran’dan, bu yüzden ben size yük değil güç olmaya çalışacağım,” derken aslında iç sessi ile konuşuyordu, o gün ben bunları anlatmaya kalksa idim muhakkak ağlayacaktım ama onun koymak istediği bir kural vardı bence sessizce, “benle beraber ağlamak artık bu ailede tükensin” diyordu aslında güçlü bir tarifti bir aile bireyi olmak isteyen için zaten o gün bu gün bu duruşundan hiç taviz vermedi Bülent, belki de evin yükünü de erkek olarak omuzlarına alıp, taşımak çabasındaydı…
Günler ayları, aylar yılları derken sonun başlangıcına ulaştığımızı hissediyorduk.
Ne gariptir mutlu yıllar hesabı tutulamayacak bir hızla geçiyordu.
Gariptir bu mutluluk kırıntıları arasında ben kendi özel hayatımın üstüne galiba tonlarca sıcak kül dökmüştüm…
Varlığı ile yokluğu arasında eski günler ve tükenmez sevdam dediğim kendini zaman zaman sıcaklığı ile hatırlatıyordu…
Sanki bir boşlukta, sanki bir kanyonun tam da ortasında hissediyordum, çoğul derin bir yara acısı, çoğulda geçmişte yakalayamadığım mutlulukların devamsızlığı ile kendimi hep bir kıskaçta hissediyordum, tarifsiz bir hisler yağmuru veya tarifini hâlâ yapamadığım omuzlarımın buz kesmesi gibi bir acı demeti ve bir yangın sonrası balçık ovadaki düşünceler çıkmazı gibi ağır yüklerle hâlâ dolanıyorum başıboşlukla hayatın dar çerçevelerinde…
Ben kendime ne saklamış, ne ayırmıştım sevgi adına bu yaşamda? Kaç kez kaç benlik değiştirdim bu dar nefes zamanlarında, tüm yalnızlığımı kendime için için gömdüğüm zaman sonralarında kendi bedenime acılar içinde sarıldıkça, hiçbir zaman hayattan beklediğim mutluluktan vaz geçmedim…
Bu benim yazgımdı bana ait her şeyin hak etmeyenlerce alınması o kadar da garipsenecek bir olay değildi…
Bu yaşam bana verilmişti ve ben her şeyiyle korumak için tüm gücümü kullandım… Ve galiba da başarıyordum…
Mahalleler, beldeler, kentler terk ettim, güzelliğim hep başıma dert açtı ama yılmadım, en sonunda dönmemek için terk ettiğim şehir ile birlikte en değerlimi
de bırakıp yine göç yollarına düştüm, en değerlim, en önemlim derken, onun da zamana göre değer ve önem nefesleri vardı, galiba bu benim hayatımda, en değerlimden de vaz geçme zamanım vardı, onu da yaşadıktan sonra bundan sonrasında üzerime yığılacak taşların ve diplerin önemi pek o kadar büyük olmayacak galiba…
Ben kendimi sevdiklerime adayınca mutluluğu tadıyordum, belki de…
Belki de sevdiklerimin arasındaki aşk adına en değerlim değildi…
Hani derler ya “aşk adına ölünürdü, aşkın adına ölmek isterdim” derken bu cümlenin kişiye göre anlam değiştirmiş olmasıydı “değerlim” ölçüsü…
Bazen önem verdiklerince can alıcı yerinden vurulur insan ve bu acılar tüm değerleri yitirince ki o zaman en çok içi acır insanın içi ve bu iç acılarına sebep olan da çoğu zaman kol kola, can cana olup en yakınında olanınca vurulur insan ki işte o zaman şaşkın bakışları yüreğinden fırlayan nefretle birleşerek yükselir can evinden arşa doğru…
İnsan bedeni hiç unutmaz dar zamanlarda tenine vurulan kırbaç acılarındaki kanamaların sızısını…
Yine de sabahlar çok zor oluyor sevgili, geceler kahır halatları ile bağlıyor insanı, gecelerin nefes alışları zorluyor, yoruyor bedeni, sevginin acınası sesi geceleri daha inlemeli çıkıyor, insanın tan şafağına ulaşması içini dolduruyor yarı sevinç, yarı yarıya düşüncelerin ardında kalan ter döküntüleri sarıyor bedeni…
Evet sevgili ne zaman seni düşünsem bütün dünyanın meşakkati çöküyor omuzlarıma, öylesine işte yaşam, sel akıntısına kapılıp gitmiş tüm benliğin sesleri dağılıyor evrene…
Terk ettiğim kentlerin, beldelerin, mahallelerin rüzgarı hep batıya, hep batıya doğru esiyor sanıyorum, çünkü ben hep batıya doğru göçüyorum, hep batıdan nefesliyorum kentimin rüzgarını ve ben galiba hep batıya doğru bakacağım, belki de hep batıya doğru yeniden doğmak istiyorum…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 30.7.2013 10:59:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hayat yaşanmış hikâyelerle doludur... Bazıları efsane gibi görünse de, verdikleri acılarla hatırlanır... Ve bu acılar hiç bitmez... Yıllar ve yıllar geçtikçe, sadece ince bir sızıyla hatırlanır, bedenin derinliklerinde... Ve bu göç belki de hiç bitmeyecek yaşamda... Belki de yaşama tutunabileceği bir aşk vardı gelecekte... Şimdilerde saygı ile hatırlanan bu yaşamın arkasında kalan bu benlik dualarımın içindedir... Hâlâ,hayatın tüm zorlarını avuçladığına inandığım Göç Kızı'na şükranlarımla
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2013/07/30/goc-kizi-deneme13.jpg)
'yılların içinde ben savaştıkça, sen kendi dünyana, kendi çadırını kuruyordun…'
Ben bu cümleyi alır,taşır ve giderim...Yapıtınızı kutluyor ve bir şiir sever olarak teşekkür ediyorum...Saygılarımla...
TÜM YORUMLAR (1)