Göç Kızı 12 Şiiri - Mustafa Yılmaz 4

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Göç Kızı 12

Sokaklar, derin gölgeli, çoğu zaman isli veya sisli, kaygı verici, korkutucu ve yalnızlığın kaybolduğu karanlıklardaki yılgınlıklarla dolu sahipsizlik korkuları yaşatırken adımlardı insan göz kararmaları ile…

Çoğu zaman açık açık “sen benim gurbetimsin” diyordu iç sesiyle…
“Çoğu zaman sılam an gelir dikenimsin, etime batıp canımı sızlatan ama her zaman hasretimsin sen” derken, geçmişe dalıp giden gözlerinin diplerine hüzün doluşurdu…
“Sen benim sılamsın,” derken birkaç damla gözyaşı birikirdi gözlerinin kuytularında, buğulanan yüzünün derinliklerinde…
İnkâr edilemez bir sevgiydi bu, hilesiz, riyasız, kandırmacasız, abartısız, sadece sevginin köküne yapışmış bir bağımlılıktı bu, geçmişin duru sevgisine…
Her sözlükte bir sevgi tarifi vardır şüphesiz ama onun içindeki sevgi biraz abartılı gibi gözükse onun içindeki bir yangın, bir köz, bir is, bir yangın yeri veya darmadağın bir yapıyla, hüzünlerin yerleşik düzeniydi ama onun için kırılgan bir duyguydu, küçücük şeylerle alevlerle yanan, en ufacık bir hor görmeyle, yangın yerinin sönmüş, kokuşmuş isli yapısını içinde saklardı ama onun içinde, hiç büyümeyen bir bebek hassaslığı vardı…

Aslında yeni fark etmiyordu onunla anlaştığını, onun gibi düşündüğünü, onun gibi üşüdüğünü, onun gibi durgunlaştığını, onunla doruklarda olduğunu sandığını, onun gibi sevdalanıp, sevdiğini, onun gibi sevildiğini, biliyordu, daha doğrusu, öyle yaşıyordu onunla…
Şimdi onun yokluğundaydı, zorlu nefesler ve yokluğundaydı zamanın bedenini zorlaştırdığı, zordu sanki yalnızlığındaki hayata tutunmalar, aniden kendini hayata tutunamayanlardan biri sandı, bu sıkıntılı düşünceler ve kabullenişlerle yaşarken, kızlarına karşı bağımlılığı daha da artıyor, kendi bedenini, kendi duygularını yavaş yavaş unutuyordu…
Sevme ve sevilme hisleri buz kesiyordu omuzlarındaki yükler donuyor, hayatın çoğunu erteliyordu…

Kalbindeki sevgi donmuş, buz kristallerinin uçlarının kalp cidarlarına batarcasına canını acıtıyordu, düşünceler zinciri ve sevgi kırgınlıkları…
Sanki boş verilmiş zamanların içinde kısık nefesler alıyordu…
Hayata karşı olan tüm hıncını çocuklarının yetişmesi için verdiği uğraşların içine katıyordu…
Aslında yaşarken sevebilmenin buhranının arda kalan öfkelerinden uzak tutuyordu kendini ve kısık sesle, kısa aralıklarla, aklına geldikçe, “evet yaşarken sevebilirdik” diyordu…
Aslında bu cümle tek taraflı pişmanlık gibi görünse de kadın olarak onda bir derin istekti ve içinde ta ki derinlerinde, gömülü duran bir derin arzuydu…
Belki de büyülü bir cümleydi saklısı, kendisi kendisine gömülen bir derin sevginin geride kalmış özleminin gömüldüğü bir düşünceydi, belki hayatında kendi öz benliğinin sahip olduğu öz bir bağımlılık, sevginin kutsal tepe noktasıydı…

“Yaşarken sevebilirdik…” Bu cümle, hayatının Araf noktasını belirgin bir şekilde anlatıyordu, sevgideki pişmanlık ve intikam duygusudur bu cümle…
Belki de tüm yaşanmışlıkları içine alıp, bu yaşanmışlıklardaki hataları, sevginin kutsal bağı ile telafi edebilirdik, anlamına geliyordu, belki de yaşanmışlıktaki hataları özür cümlesi ile silmek
mümkünken, eğilmeme pişmanlıklarıydı belki de…
Belki de “sen benim gurbetimsin” dediğiyle, aralarında bir bencillik çatışması vardı, bu çatışma, önceleri küçücük başlamış, sonraları korkunç fikir ayrılıklarına ulaşmıştı, doğudan batıya doğru güneş dolandıkça, gün boyu aralarındaki sebepsiz çatışmalar bencilce sonuçlara uzanırken, aslında gizli kalmış pişmanlıklara dönüşüyordu, bu yalnızlık mücadelelerinde çoğu zaman öfke, çoğu zaman pişmanlıklar oluşturuyordu…
Aslında bu gidişler kendi yaşamlarını zorlaştırıp öfkeleri çoğaltıyordu. Günlük olaylarla her geçen gün geçmişteki günlerden çoğunu özletiyordu…
“Evet yaşarken sevebilirdik” diyordu aklına takıldıkça veya “yaşarken sevgi ile kalabilirdik” derken bu cümle onu sakinleştiriyordu…
Hayat yaşarken sevmeye değerdi aslında…

Yaşadığımız her öykü doludizgin hayatın kapılarından düşerken, kaybedilmiş tüm zamanların boşluğunda kalırız çoğu zaman, aslında bir ufalanmanın kökeninde kalmak demekti hayata dair yazılan yaşam öyküsünde… Sadece şaşkınlıkla arka cidarlara baktığımızda ufalanmaların daha da küçük parçalara ayrıştığını görürüz, bu da demektir ki hayat avuçlarımızın arasından yitip gitti demektir…

Güzelliklerle dolacak bir yaşam vaat edilmişti ona ve bu güzelliklerin içinde öncelikle huzur vardı, söz verilmiş yaşam beraberliğinde hesapsız kitapsız sevgi vardı, sözlerin arasında ar vardı, mücadele vardı, sevginin doruk noktasındaki yaşam vardı, kandırılmış düşüncelerden uzaktaki nefes almaların rahatlığı vardı, riyadan uzak bir duruş vardı ve birbirlerine karşı sevginin saygınlığındaki duruş vardı yaşamın beraberliğinde…

Bize söz verilmiş hayatlar vaadedilmişti, riyadan, yalandan, hırslardan, küçümsemelerden, özellikle sevgi sadakatından, ar ve namustan taviz verilmeyeceğine dair teminatları verilmişti, yürekten yüreğe, bunların eksilmesi, güveni darmadağın edip, ruhsal çıkmazlara sürüklerdi insanı…
Hayat bunları eksiltenlere karşı hep acımasızlıkla kaldı ve bu bilinçle, sadakate inanmışlıkla, yaşamda nefes almalar hep uzun vadede rahata koşturmuştur insanı, oysa kuraldışı yaşanmışlıklarda hep hüsran, hep acı, hep uzaklar düşmüştü yaşamdan geri kalanlara…

Hayat kural dışı yaşamları sevmezdi ve her kural dışılık sevgide, el tutuşlarla hayal düşmelerine sebep olmuştu.
Biz hayatın kuralına göre nefes aldıkça huzurumuz bozulmadı ama kural dışılığa düşmemizle gözlerimizden hiç yaş eksik olmadı. Vaadedilmiş hayatlardan cayanlar hep acılara gömüldü, bu yaşamın, yaşanmışlık kaidesindeydi ve bu kaideye düz oturmak gerekliydi…
Aşk veya sevgi, kural dışılığı bizde hiç sevmedi…

Aslında bir ömürdü bu hesaba, sorguya ve acılardaki sebeplere çekilen... Göç Kızı bir çile anıtı gibiydi dik kaldı, aslı gibi durdu, sorgulandı, sorguladı yılmadı, yıldırılamadı, güzelliği başına hep dert açmıştı ama o aslına çekildi...

“Unutmaya çalıştıkça seni, boş vermişim hayatın diğer ötekilerine, ötelerine, her şeyin önüne geçen sen derken, çilelerin de önündeydin, yaşamın da, gerçek olan tek şey seni sevmeme bağlanandı… Bu Yaşamda yaşamımda o kadar önemliydi ki biz kimsesizken aşkta, sadece sen ve ben ikimiz varken el ele, sensin aşk, aşkta sen vardın derken bile ben, ağlamaklar artık anlatamaz beni bu günlerde,” diyordu geçen zamanların ardından…

Kadının gözleri düşmüştü, yere doğru bakıyordu, kirpiğine yapışmış bir gözyaşı damlası sallanmaksızın duruyordu, ezelden kalma bir yaş vardı sanki kadının kalbinden gözlerine doğru uzayan, tarifi çok zor bir yeis içinde kalmış düşünceler yüzüne yapışmış tarifiydi o anki kadının yere doğru bakışı…
Biraz birine, biraz birilerine, biraz da birçok kişiye kırgınlığının gizli görüntüsü sinmişti kadının yüzüne…

Çoğu zaman hayata kırılgan olduğunda, çoğu zaman da sevdim değine kırıldığı zamanlar yapışırdı bu yüz maskesi kadının yüzüne…
Bazen de hayatın beklenmeyenleri ile karşılaştığında hazmedememezlik bakışlarıydı bunlar, yorgun nefeslerin yorgunluk kesintilerinde, işte o anlarda başkalaşırdı kadın, bambaşka bir yüze sahip olurdu o anlarda…
Vahşi bir portrenin huysuzlaşmış bakışlarına bürünürdü, bu onun savunma veya dünyaya meydan okuma bakışlarıydı…

Aslında o bir yalnız, aslında o bir yalnızlık penceresinde fütursuzca nefes alan bir benliğe sahipti…
Her şeyin ardında sabretmenin ve de dik durup inançla haklılığının peşinde durmakla tutunurdu hayatın sert rüzgârlarına karşı…

Artık iki kadının ruhunu taşıyor gibiydi…
İçindekilerden biri, ait olduğu adama, diğeri hayatlarını idame ettirmeye çalıştığı kızlarına aitti. Farklı duygulardaki farklı ruhları taşımak elbette ağır bir yüktü ama çaresiz bu yaşamına dahil olmuş duygulardı… Annelik duygusunun çok ötelerde olan önemine kendini kaptırarak, adamından ziyade, kızlarına adamıştı kendini…
Nuran üniversiteye gidiyor, Aysudem yeni yeni ortaokul öğrencisi iken, tüm aile yine göç yollarına düşmüş, Nuran’ın üniversitesinin olduğu şehrin bir mahallesine yerleşmişlerdi…

Belki de Göç kızı’nın tüm yaşam adanmışlığı bu kareye sığdırılmıştı.
Bir yandan çalıştığı inşaat şirketindeki işi, bir yandan kızlarının okul yaşamları, sisli, buğulu zamanlardaki sıkıntılara yayıldıkça, artık adanmışlığı sadece çocuklarının nefes almalarına yetikleniyordu…
Bir kadın, iki kadın gibi, iki çocuk ve bir başa, tek başa bir hayat olmuştu…

Zaman zaman geriye dönüşlerle yeni hayatını eskisiyle mukayese ederken düşünceleri onu çarpıyordu… Çoğu zaman zihninde o günlere dönerken, pişmanlıkları ile doğruları arasında karar verme güçlüğü çekiyordu…

Gittim…
Geçmişte kalmış tüm çocuksu gülüşlerimi ardımda bırakarak, hayatın karanlık kulvarlarında kaybolacağımı, acılanacağımı, en çok yaşam sevinçlerimin içindeki seni özleyeceğim, dudaklarımdan hiçbir zaman dudaklarımdan hiçbir zaman asla ismini çıkarmayacak bir benlikle kaybolasıya geçmişimin içinde asla varlığını inkâr etmeyecek bir benlikle acılanarak gittim…
Seni yalnızlığındaki öfkelerine, kendimi sensiz yalnızlığımdaki, acılara atarak, gittim…
Bu bir isim kayboluşuydu, soyadının adımla birleşmesini unutarak, kendi soyadımın yalnızlığına sakladığım bir iç benlikle, gittim…
Ardımda neler bırakıyordum ve de önümdeki yalnızlığımda nelerle karşılaşacağımı, bilerek, hissederek, arsız bir cesaretle sarıldım yeni yaşama diyebilmek için gittim…
Geçmişimi kaybedeceğimi, tüm yaşanmışlıkların, iyi veya hoş olmayan anılara dönüşüp, seni çok özleyeceğimi veya gün gelip hoş olmayan anılardan biri beynime çakılınca, senden ölesiye nefret edeceğimi bilerek gittim…

Adımıza söylenmiş gibi kabul ettiğimiz şarkımız dediğimizin hoş tınısı ile karşılaşınca, kulağıma gelen sözcüklerin gizeminde gözlerimin buğulanacağını bilerek o günlerdeki mutluluğumuzun eşsiz gizemi karşısında omuzlarım sarsıla sarsıla ağlayacağımı bilerek gittim…
Geçmişimize ait takvim yapraklarındaki tarihlerin, beynimde sarsıntılar yaratarak ortaya çıkacağını, o günlerin anısı karşısında içimin burkulacağını, yüreğimden fırlayacak ip incecik sızılarla yıkılmak isteyip de, dizlerimin sarsıntısına direnç göstererek yığılamayacağımı düşünerek gittim…
Seni geçmişin takvim yapraklarından birine kaydederek, artık o tarihi yaşamamak için ayrılığın güç savaşından, güçlenerek çıkmak için, o tarihi yok sayarak, takvim yapraklarından birini, her yıl yırtıp atarak, o tarihi derinlere gömmek için gittim…
Çoğu zaman seni tanıdığım güne, heybetlenerek, kendi gücüme güvenmek için seni arkamda bakar bırakarak, soyadını, adımdan sonrasından silerek gittim…
Darmadağın bir yaşam sonrasından hayatımdan sen varlığını fulüleştirerek unutabilmek için gittim…
Seni hayatla baş başa yalnızlaştırabilmek için, sana ben eksikliğini bırakmak için, seni eksik bir benle bırakarak, kendimi güçlendirmek ve hayata sil baştan tutunabilmek için gittim…

Artık şafağı beklemek yerine korkuların ve de endişelerin tükenmez girdaplarında dolaşmak yerine anılarda sevdiğin insanın meziyetlerinde kaybolmak yerine, bitip tükenmeyen özveriler ile anıların tutsaklığında dolaşmak yerine, utkunun peşinde var olmaya çalışmak, yerine, Araf’tan çıkma zamanının geldiğini kabul ettirmek, gerekiyordu yüreğine…
O sadece dolu dolu yaşadığı hayatının sevgi düğümlerini, sevgi bağlarının uzandığı ipleri tek bir vuruş ile kesip atamıyordu beyninden…

Uzun yılların ardında kalan tüm coşkuların, sevinçlerin, heyecan ve titremelerin, korkuların yerine, elinde kalanlara bakma zamanıydı artık…
Birçok düşüncesi çaresizlik ve yoksuzluğa kapı açan yaşam şartlarıyla, baş etmeyi öğrenmiş ve şartların üstesinden gelebileceğini biliyordum…
Elinde hazzı sonsuz olan iki kızıyla beraber geçmesi gereken bir yaşamın, geri kalan kısmı vardı, onurlu ve zaten ataktı, hayata, tek düze yaşam alışkanlığı onu hayatla başıboş bırakmaktan ziyade, sorunlarla baş etme alışkanlığı kalmıştı elinde…
Hayata kendi öz güveni ile baş etmesi gerekiyordu, duygusal düşünceleri çoktan aşmıştı ve dik durmak için sadece kendini savaşa davet ediyordu, kendi kendine olan savaşımı, gerçeğinde kendine karşı güven duygularıydı veya sadece kendisi yetmeliydi hayata…

Tek başa, bir başa olduğunda artık yetikliydi tüm cesaret oyunlarına, çünkü “ yaşarken sevebilirdik” cümlesine bağlamıştı tüm ruhsal düşüncelerini…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 20.7.2013 15:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Hayat yaşanmış hikâyelerle doludur... Bazıları efsane gibi görünse de, verdikleri acılarla hatırlanır... Ve bu acılar hiç bitmez... Yıllar ve yıllar geçtikçe, sadece ince bir sızıyla hatırlanır, bedenin derinliklerinde... Ve bu göç belki de hiç bitmeyecek yaşamda... Belki de yaşama tutunabileceği bir aşk vardı gelecekte... Şimdilerde saygı ile hatırlanan bu yaşamın arkasında kalan bu benlik dualarımın içindedir... Hâlâ,hayatın tüm zorlarını avuçladığına inandığım Göç Kızı'na şükranlarımla...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Senay Sevgi
    Senay Sevgi

    Gidebilmek...bazen yaşama atılan en değerli adıma dönüştürür ...umuda nefes aldırmaya ...yılgınlığa dur demeye ,yorgunluğun başlangıcındaki tatlı ama huzurlu sitemlere yol açmaya...güzel,akıcı ve gerçekçi anlatımdı dost...başarı daim olsun...saygıyla

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mustafa Yılmaz 4