Ankara’dan, iki ayda bir bizlere merhaba diyen Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, altıncı yılını doldurup yedinci yaşına girdi. Bu dergi özenli seçtiği öykü ve şiirleri kadar mercek altına aldığı dosya konuları ile de bir şekilde ilgimi çekmeyi hep başardı. Onların söylemiyle tekrar edecek olursam, dosya konusu seçimlerinde, edebiyata dayanırken insanlık hâlleriyle ilişkilenen konulara büyüteç tutmayı seviyorlar. Ocak Şubat 2011 sayılarında, göç olgusuna edebiyatın içinden bakmışlar.
Dosyaya ilgiyle bağlanmamı sağlayan sözler, Remziye Arslan’dan geldi. Arslan yazısına şu sözlerle başlamış:'Exile, sürgün..Dışa atılan anlamına gelen ' exile' ölüme; yani ' ex' olmaya komşu bir sözcüktür. Evet... sürgünlük ölüme komşudur. Ölüm; canlı bir bedenin, ardında yankısız boşluklar bırakarak bu dünyadan çekip gitmesidir. Bedenini alıp ayrıldığı canlılar dünyasına ruhunu bırakıp gider ölen. Oysa sürgün, ruhunu yanına alıp gidendir. kendisinin olmayan diyarlarda, en çok ona ihtiyacı olacaktır çünkü. Sürgün, bir zamanlar beraber olduğu, kendine ait olan ve kendini ait hissettiği her şeyi sonsuz derinliklerine gömdüğü bir dehlizi taşır içinde. Bu nedenle o, hep hatırlayan ve durmadan özleyendir. Bir anlamda içbükey bir yaşamdır onunkisi.'
Dosya kapsamında ilgi çeken yazılardan diğerinin dokusu ise çok farklı. Ayhan Kaya, Emmanuel Levinas’ın Öteki’ne dair çıplaklığını “Egoloji’den İdoloji’ye” kavramları eşliğinde aktarmış. “Levinas’a göre modern felsefe “Öteki” ile olan ilişkisini anlama, tanımlama ve kategorileştirme temeline oturtmamalıdır.” sözleri yazıyı daha bir ilgiyle okumamı sağlayan bölüm oldu. Levinas’a göre anlamak iktidarın bir başka türü çünkü.
Talat Sait Halman, yazısının başlığını “Kaç/Göç: Edebiyat Kültür Araştırmaları” olarak koymuşsa da göç olgusunu daha çok Türklük üzerinden işlemekten kendisini alamamış görünüyor. Fesun Koşmak, Steinbeck’in Gazap Üzümleri’yle Yaşar Kemal’in Ortadirek’ini göç olgusunu işleme noktaları bakımından analitik olarak karşılaştırmış. İlçen Mert, eskilerden diline takılmış bir türküyü çığırmanın göç etmiş insan üzerindeki hâlini anlatarak başlamış ve yerli olmak ile o türkü üzerinden yeniden bağ kurarak sürdürmüş yazısını. Bu bağ yer yer kendine yabancılaşma, yer yer o türküde kendini bulma olarak sürüp giderken, 'Ağacından kopmuş yaprak gibi, nehirde suyun akışıyla havada rüzgarın esişiyle gezer durur, ta ki bir köşede çürüyüp yok oluncaya kadar. İşte o zaman çürüdüğü toprağa ait olur. işte o zaman türkü susar ve yol biter.' diyerek sonlandırmış yazısını.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,