“Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda
Cemil Meriç
Geçen yıl Almanya’nın Hannover kentinde yitirdiğimiz Süha Tuğtepe'nin ilk ölüm yıldönümü. “Ben Paflagonya’lı yaralı gezgin / Boyun eğmenin kahrolasıca çocuğu” diyen Süha Tuğtepe’nin. “Nereye konacağını bilemeyen bir kırlangıç sürüsü gibi ünlemler kaldı benden, sizden geriye” diyen… Nereye konacağını bilemedikçe içimde gece boyunca biriken ünlemlerime, Süha’nın ünlemlerini de katarak Cide’ye giderken, başım otobüsün camına dayalı, aklımda Süha’nın “Canım bir türlü ölmüyor Reis” sözleri. Siyah afişin üstünde kan gibi duran sözlerdeki ironi beni alıp içine çekiyor. Yaşarken bir türlü ölememeyi yazan parmaklar ölüm sonrası zamana da kibrit çakmış bu dizeyle. Camdan dışarı bakıyorum; bir yanda günün ilk ışıklarını giyinirken gülümseyen içten deniz, diğer yanda büyüklü küçüklü ağaçlar. Otobüste yaklaşık otuz kişiyiz. Her birimiz o ağaçlar gibi farklı tonda. Her birimiz başka yerinden değmiş Süha'ya; Süha her birimizin başka yerine muhtemelen. Süha gibi tarih adıyla söylersem otobüsümüz Paflogonya’da yol alırken asfalttaki çizgi, bir o yana bir bu yana kıvrıldıkça, ben de bir hayata bir ölüme dönüyorum yüzümü sanki. Gitmeler ve kalmalar üzerine düşünüyorum.
Ne zaman bir yakınım dönmemek üzere uzaklara gitse bir dize gelir aklıma.
Önder Kızılkaya şiirinde geçen bu dize, şiirin gücü ne imgesinde, ne gölgesinde; içimizde dokunduğu ve insana kattığı bilgeliğinde dedirtecek kadar güçlüdür benim için. Onunla ilk tanıştığım zamanı anımsıyorum. Sayfaların arasında onu ilk kez gördüğümde içimde açtırdığı denizi. Ferahlama duygusunu. Onbeş yıl önceydi sanırım.
'bitmişmiş / öyküymüş / eskidenmişim / gezginmişim / atımın boynunu öpüp çimenlere yatıyormuşum / uyanıyormuşum ki atım yok'
diyor ve sürdürüyor kendisini şiir, ölmekler üzerinden. Çok değil üç dize sonra, hayatıma değen her ölüm karşısında kendisine yeniden yeniden uzandığım ilaç dizeye varıyor:
'biter miymiş bir hayat bütün herkes ölmeden'
Her ölen yakınımda bu dizeyi anımsamakla kalmadım, sevdiklerimin yakınları dipsiz uzaklara gittiğinde de onlara hep bu dizeyi söyledim. Ölmemesi sizin elinizde diyebilmek için can simidi gibi uzattım acının içine. Gün geldi kendi ölümüm üzerinden düşünmeye kadar vardırdım işi. Güç aldım bu dizeden, tüm sevdiklerim ölmeden ölmeyeceğimi düşündüm. Şimdi de camda beliriyor işte bir yaşamı ölümün arkasındaki perdeden tanımaya giderken.
Dizeyle her karşılaşma, yeniden tanışma demek benim için. Belki de o yüzden tam da şimdi fark ediyorum. Ya da ilk kez bu kadar derinden sorguluyorum demeli anlamın bir adım ötesini. Hayatımızın bitmesi diğer insanların bizi anımsamasına bağlıysa yaşamamız da bizi tanıyan kişilerin ömrüyle mi sınırlı. Yok yok sadece anımsamaktan söz ediliyor olamaz. Kişinin dünyaya bıraktıkları üzerinden bakmalı dizeye. Süha’nın sözcüklerinin peşine takılıp hiç tanığı olmadığım hayatının izini sürmek için çıktığım Cide yolunda düşünüyorum: Peki ya giden, şairse …
Hayatın izini saptayan sözcüklerle zamanı çimdiklemeye soyunmuş birisiyse, giden…
Yine bir şair yetişiyor imdadıma;
“Ne kalır benden geriye / Benden sonrası kalır / Asıl bu kalır “ diyor Edip Cansever. Doğru ya, şairin zoru biraz da zamanla. Düşünüyorum;
Şair neresinden öper zamanı?
Peki, zaman şairi neresinden öper?
Zamanı yarıp içinde bıraktığı es’i kalır mı meselâ şairden...
Yüzyüze hiç konuşmadım ama Süha’ya soruyorum, Cide’de onunla buluşmaya giderken. En çok da zamana emanet bıraktığı sesi kalsın istiyor. Ben hiç duymadım, diyorum. Karşılaşmadık…O yüzden merak ediyorum nasıldı sesin;
Öfkeli miydi, sert mi;
'Issız bir kilisede son ayini' süzerken
Karnı yumuşak mıydı
Kabuğu var mıydı
Dingin miydi “insan”ı beklerken,
Umutlu mu...
Yoksa boynun gibi miydi sesin de
“Kendine eğri, aleme dik”
Evet, Süha’nın sesi kulağıma hiç değmemişti, ama gözümle dokunuyorum işte şiirlerinde. O anlatıyor ben dinliyorum;
“Sesimi sordum insana... / Belli ki o da unutmuş / Bir sesim olabileceğini... /Halen şaşkın / Bakıp duruyor aynama... / Hayatımı sordum hayata... /Öğrendiklerimin ağırlığı /O çığlığı / Önümde yürüyen gölgeyi /O acıtan cümleyi... / Koklamadı bile /Burun kıvıran bir at gibi /Bakıp solgun yüzüme/ Yürüdü gitti... / Ne kaldı geriye? / Üstünü kirletmeyen bir çocuk gibi / Bekliyorum insanı işte... / Savaşsız, sınıfsız, dinsiz, ırksız / Bir iyimserliğin avucuna koyup / Çelimsiz bedenimi / Yaşıyor gibi çırpınıyorum işte...”
Aynur Uluç
H. Karşın Dergisi 2010 / Sayı 21
Kayıt Tarihi : 24.6.2010 06:47:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
o uzak şehirde bir adrese yollardım mektuplarımı
tepeden tırnağa bembeyaz bir zarfın üzerinde
gecesi gündüzü birbirine karışmış
alaca bir taydı adım.
her sevişmemizde kurşun eritir
ırmağı böyle geçerdik karşıya
ama asla denize varamazdık
T.K(neden varamazki hiç bi şair denizine?)
TÜM YORUMLAR (1)