Bahar son demlerinde… Güneş, tüm sevecenliği ile en ücra hücremi renklendirmekle meşgul. Mahallemin en sevdiğim yerinde, sokağı köşeleyen kahvenin, üzeri sarmaşık ve asma ile örtülmüş sedirinde, içlerindeki huzuru masaya sermiş birkaç ihtiyarı dinliyorum büyük bir keyifle. Yanı başımdaki erik ağacının meyveleri karşımdaki ihtiyarın teni gibi sarardım, sararıyorum demekte.
Vücudumu geriye atarak ve tüm eklemlerin arasını olabildiğince açarak geriniyorum. Göğsüm güneşe siper; tertemiz bir hava dolduruyor ciğerlerimi. Taze meyve ve çiçek kokusu sarmalıyor dört bir yanımı. Arılar çiçeklerle oynaşıyor, çocuklar arılarla.. Ne garip dünya… Herkes bir şeylerin peşinde… Sigara jelatini ile arıyı yakalamayı başaran ufaklığın sevincine takılıyor gözlerim.
Arının son bulmakta olan hayatından almaya çalışıyorum dikkatimi. Semt pazarında bağıran esnafa, elindeki fileler ile kamburlaşmış insanlara akıyorum oturduğum yerden… Ne zor şey şu yaşamak işi…
Bir telaş kaplıyor bütün sokağı. Elindeki ağır torbalara rağmen orta yaşlarda bir kadın, olayları merakla izleyen bir başka kadını çekiştiriyor. Bir belanın içinden alelacele kaçmaya çalışırken, merakla geriye bükülmüş bakışlar ile koşar adım ilerliyorlar.
Sokağın tam ortasında buluyorum kendimi. Ne zaman kalktım, buraya ne zaman geldim; hiçbirinin ayırdında değilim. Etrafımdaki herkes tanıdık, mahallenin sakinleri… Silah seslerini duyduğumuzda bakışıyoruz birbirimize.
Bütün sesler susuyor… Vurulan tanıdık biri.. Bembeyaz gömleğinin sağ tarafında, tam karnında kıpkırmızı bir gül asılı. Kızıl bir dere gibi gülden aşağı süzülenlere bakıyorum inanmaz gözlerle..
Koşuyor, ardında kırmızı gül yaprakları bırakarak. Koşuyorum peşinden… Evler geçiyoruz beraber; o benden daha hızlı. Bir bahçeye giriyor. Bir anlık tereddütle saklanmaktan vazgeçip briket duvarın üzerinden atlıyor ve başka bir sokağa dalıyor. Hızı azalıyor; hızım azalıyor. Zorlukla aldığı nefesin gürültüsünü duyuyorum kulaklarımda. Bir körük gibi inip kalkıyor göğüs kafesim. O kadar yakınım O’na. Soramıyorum; nereye… Sürüklenircesine geçiyor sokakları. Bahçeleri aşıyor; tel örgüyü ustalıkla geçiyor; yokuşu tırmanıyor. Yoruluyorum, susuyorum, tüm takatim bacaklarımdan aşağı süzülüyor; ben bacaklarımı tel örgüden yukarı çekmeye çalışıyorum. O tepenin başında. Bir an dönüp bana bakıyor. Sanki nereye gideceğini biliyorum ya da gidebileceği çok fazla yeri olmadığını. Gülümsüyor bana. Güç veriyor gülümsemesi… Yola devam kararı alıyor bacaklarım.
Cennet kapılı bir evin önündeyim. Ustanın çiçek desenleri nakşettiği el emeği, demir kapıyı itekleyip içeri giriyorum. O’nu görüyorum terasta. Elinde bir avize. Avizeyi sevdiğim, kırgın ve kavgalı olduğum kadına uzatıyor usulca. Kadın, kadınım bana dönüyor. Ellerini iki yana açarak “O’nun burada ne işi var; ne oluyor? ” diyor.
Avize şimdi benim elimde. Şaşkınım… Elimdeki avize ekleniyor şaşkınlığa. Nereye koysam diye bakınıyorum birkaç dakika. Bırakıveriyorum sebzelerin arasına. Soğanlar eziliyor, sağa sola dağılıyor avizenin ağırlığıyla.
Yaralı dostum da tıpkı dağılan soğanlar gibi çekiliyor bir kenara. Artık biliyor ki hiç şansı yok; hiçbir ilişkinin sonsuzluğa akışı yok. Bütün sonlar önünde dizili, bir hayalet gibi, sanki yokmuş gibi çekiyor kendini.
Ben, bu kadını çok sevdim; bencilce; kendimden kıskanarak ve kendimden bile sakınarak. O’nu görmediğim onca zamanda, onca zamana oranla daha çok sevdim. Ne çok şey değişmişti görüşmeyeli. Bahçesi de, kendisi gibi son derece güzel ve düzenliydi. Etrafı taşlarla örülmüş; her sebze için itina ile yerler ayrılmış; çiçeklerden adacıklar oluşturulmuştu. Küçük tümsekler çiçeklerle bezenmiş, en küçük ve cılız yeşili ezmeye imkan bırakmayan yollar oluşturulmuştu taşlardan. Bu kadın, hayatımda görebileceğim en güzel kadın; bu bahçe, içine girebileceğim en güzel bahçeydi. Domateslerde gezdirdim elimi; onun tenini okşar gibi. Kokusunu burnuma çektim ve kalkıp doğruldum hüzünle.
Yüreğimde hüzün, burnumda teninin kokusu, o dalgalı, kumral saçların deniz kokusu… Sadece O var aklımda ve tüm özlemlerim, korkularım sevdiğim kadının varlığı ile özdeşleşiyor… Yüreğime çöreklenen sızıya sarılıyorum.
Sevdiğim kadın… Belli ki ne düşündüğümü, ne hissettiğimi biliyor. Belli ki aynı yürek ağrısı asılmış boyunlarımıza. Başını omzuma yaslıyor. Biliyorum ki O’da tükendi. Bütün bu düzen, güzellikler ve alışılmış rutin hayat, O’nu da bitirdi. Şimdi kurtulmak istiyor. Medet umduğu benim. Oysa yanı başında O’ndan sevgi uman yaralı bir devrimci var. Yarasından artık kızıl dereler değil, çağlayanlar boşalıyor; tarifsiz acısı gözlerinden okunuyor ve akan her damlada canı çekiliyor. Gözleri iyiden iyiye buğulu, gözyaşları kirpiklerinin ardına saklanmış. Tek bir damla kurtuluveriyor kirpiklerden ve yanaktan boyna doğru uzun bir yolu yapayalnız alıyor.
Ne zor şey O’nun yerinde olmak şimdi… Gitmek mi zor, kalmak mı? Nasıl bir çıkmaz bu? Bir yanda sevdiğim kadın, bir yanda ömrümü adadığım yoldaşlarım.. Bir başka kenarda ben ve kararsızlığım. Sevdiceğimle baş başayım; onur konuğumuz beyinlerimizdeki kararsızlık.
“Güzelim, yorgun ve mutsuzsun. Biliyorum ki kaybedeceğinin ve asla kavuşamayacağının farkındasın. Seni seviyorum. Kararsızlığını, her şart altında beni sevmeni ve sevecek olmanı ve her ne olursa olsun seni seveceğimi bilmeni seviyorum. Bundan sonraki her günüm beni seviyor olmanın sıcaklığı ile sarmalanacak. En karanlık yerlerde seninle aydınlanacak, en soğuk diyarlarda seninle ısınacağım. Seninle bütünleşmiş olmanın verdiği mutluluk yaşam gücüm olacak. Sadece seni değil, bir ömrü ve o ömrü paylaştığım dostlarımı, yoldaşlarımı bırakıyorum ardımda. Yaşama şansı bulamadığımız her ana üzülerek gidiyorum. Hasretin ve hasretiniz yüreğimde diken olmuş şimdiden. Hangimiz giden, hangimiz kalan önemli değil artık. Giden de kalan da bir diğerinin mutlu olmasını isteyecek ve o ümitle girecek yatağa her gece. Şimdi davranalım, hadi tut elimi. Sonsuzluğa özlemle sarılalım birbirimize. Zamanın bir önemi yok. İki ten arasında yalnızca sevgi var. Yorgunsun… Seni son kez yatağına taşıyacağım. Kapat gözlerini bebeğim, ben o gözleri görürsem, gidemem. Sen kapıdan çıktığımı görürsen kalamazsın. Uyu şimdi.”
Uykuya dalana kadar gözlerime baktı. Şimdi uyuyor. Elim avucunun içinde. Sımsıkı kapatmış parmaklarını. Uyurken bile gitme diyor bana; gitme; gidersen yaşayamam. Bunca sevgiyi hak ettim mi ben? Uzun uzun seyrediyorum O’nu; hiç doyamadan. Her nefes alışında varoluşuna sevinerek ve yüzünü, gamzelerini, dudaklarını en ince ayrıntısına kadar beynime resmederek izledim O’nu. Birazdan çıkıp gideceğim. Onsuzluğun acısına kendim için üzüleceğim.
Beni bu eve getiren bütün adımlarımı geri sayarak, aynı bahçelerden geçerek yürüyorum. Yüreğimde acı, sevinç, heyecan, insana dair her türlü duygu kardeş olmuş, yürüyorum. Hiçbir şey aynı değil. Ne yürüdüğüm yollar, ne geçtiğim bahçeler… Şehrin tam orta yerinde bize ait bütün güzellikleri vurmuşlar; anılarımızı bıraktığımız her evi yıkmışlar; her salıncağımızı söküp ateşe atmışlar. Bize ait her ne varsa çalmışlar. Bir tek bu dik yokuş aynı. Sadece bu zoru bize bırakmışlar. Tek bir canlı bırakmamışlar bize, bizi anımsatacak… Ne eski sebze bahçeleri, ne mahallenin bizi kokumuzdan tanıdığı köpekler ne de nereye giderse gitsin evine dönebilen özgür tavuklar. Her şey değişmiş; zaman peşi sıra sürükleyip götürmüş.
Adımlarım dalgınlaşıyor bunları düşünürken… Kalabalıklar geçiyorum. Pazar toplanıyor. Esnaf yorgun. Hava yavaş yavaş kararıyor. Birkaç yoksul, esnaftan kalan sebze artıklarını topluyor. Bu akşam evlerinde çorba bunlarla kaynayacak besbelli. Kazağı kirli ama yüzü aydınlık bir çocuk, yerde bulduğu muzu bir mücevher gibi kazağına siliyor.
Yürüyorum… Asker ve polis kalabalıklarından geçerek, az önce geçtiğim tüm adımları kaldırımlardan geri toplayarak yürüyorum. Benden kalan her izi geri alarak… İşte başladığım noktadayım. Bu birikinti benim kanım. Her şey değişmiş… Az önce geçtim buradan. O zaman tanıdığım yüzler vardı, üzerimde beyaz bir gömlek… Şimdi bu kan gölü etrafındaki kimseyi tanımıyorum; üzerimde bahçelerden birinde kuruması için güneşe teslim edilmiş bir kazak…
Kim önce çekti silahını, hatırlamıyorum. Yeni yetme bir komiserin gözlerindeki düşmanlıkla silahını ateşlediğini hatırlıyorum. Onun vücudundan salgıladığı korkunun kokusunu duyduğumu hatırlıyorum. Bu kokunun zihnimden silinmesini, bütün bedenimin sevdiğim kadının kokusu ile dolmasını istedim o an. Bir rüya olsun istedim. İstedim ki kan bacaklarımdan aşağı süzülürken ben sevdiğimin yanında uzanayım. O’nu son kez göreyim istedim. Tüm gücümle yürüdüm. Tel örgüyü geçtim. Ayaklarım dolanmaya başladı. Koşmak istedim; koşamadım. O’na erişemedim. Oysaki bir yokuş kalmıştı sanki aramızda. Bir kavak ağacının gölgesine yaslandım. Sarılmaya çabaladım, tutunmaya… Aramızdaki bu yolu geçmeliydim. Sana gelmeliydim. Ama vücudum hayatımda ilk kez beynimden bihaber davrandı. Kapaklanıverdi yere doğru. Nefes alışlarım sıklaştı. Sanırım artık bitiyor. Birazdan öleceğim. Rüyama dalmak istiyorum. Son nefesimde seni, sevdiklerimi, mahallemi göreyim. Bedenim ağırlaşıyor, yorgunum. Bir veda müziği geliyor kulaklarıma bir yerlerden. Ruhum bu ezgi ile yavaş yavaş buğulanıyor. “Biri söyleyemediğim her ne varsa iletsin sevdiklerime” diye son kez kıpırdanıyor dudaklarım. Bütün gürültüler susuyor. Sessizlik bir çığlık olmuş beynimi arşınlıyor. Boylu boyunca uzanmışım kavağın kuytusuna. Mavi bir ışık gibi yaşayamadığım her şey sessiz bir film gibi geçiyor gözlerimden. Hiçbir şey duymaz oluyorum. Gamzelerinden son kez öpemediğim geliyor aklıma; yoldaşlarıma son bir selam… Kıpırdamaya çalışıyor dudaklarım son kez: “Biri söyleyemediğim her ne varsa iletsin sevdiklerime.”
Yetkin Öz
[email protected]
Kayıt Tarihi : 17.7.2009 14:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu yazim aslinda yazamayanlarin yazisi. Ben böyle istedim belkide zamani olmayanlarin yazisi yada elinden o hakki alinmislarin yazisi olsun istedim.
![Yetkin Öz](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/07/17/gidenlerin-ardindan-46.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!