Gidenin ardından... Şiiri - Barış Tekin 1

Barış Tekin 1
15

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Gidenin ardından...

Arkadaşlarını, dostlarını,işini ve hayatının dem tuttuğu soğuk ve durgun o şehri geride bırakmıştı. Çocukluğunu ve farkında olmadan geçen gençliği süresince bu şehrin çok tozunu yutmuştu. Küçük bir çocuğun çok sert görünümlü birine kendisini sevdirmeye çalıştığı gibi o da bu şehre alışmak ve onunla hayat bulmak için çok uğraşmıştı. Ama olmamıştı…
Hayatın ona yaşattıklarını kabullenemiyordu. Kahkahalarını bile artık kendi duymaz olmuştu.

Ve uzun zamandır hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Eve vardığında hemen sırt çantasını hazırladı. Öyle uzun bir yolculuk olmayacaktı. Dolaptan bulduğu bir tshirt, bir jeans paltolunu çantasına yerleştirdi. Evden çıktığından henüz hava kararmamıştı. Hal bu ki otobüsü gece kalkacaktı. Kendini yine o şehrin karanlık yüzüyle baş başa bulmuştu. Bu sefer daha bir rahattı. Bir mahkûmun nezarethanede ki son gününü yaşadığı gibi kendinden emin ve ruhunun yeniden özgürlükle kavuşacağını düşünürken mutluluktan kendini alamıyordu. Esmer teninde her daim gözlerinde ki gülen ışığı yeniden keşf etmişti sanki. Bindiği taksinin aynasından kendine bakarken yüzünde bu sefer hafif bir tebessüm oluşmuştu. Saat gece yarısını bulmuştu. Kentin soğuğu ve bu soğuğu yüzlerinde taşıyan insanlar bir bir inlerine çekilmişlerdi sanki. Sokakta ki birkaç sahipsiz köpek havlamasından başka ses duyulmuyordu. Otogara geldiğinde otobüsü de kalkmaya hazırlanıyordu. “Ben gidiyorum işte, ne halin varsa gör” derken otobüsün basamaklarını da bir bir çıkıyordu. Çok yorulmuştu, otobüste ki yerine oturduktan sonra gözleri kapandı.

Plansız yolculuğu onu çocukluğunda bir kaç kez gelip gördüğü ve beraberinde birkaç çocukluk anılarının da yer aldığı şehre getirmişti.

Yorucu otobüs yolculuğundan sonra karşısında bir dostu götürmenin mutluluğunu yaşıyordu. Onu ilk gördüğünde her zaman ki gibi yüzünde önce bir tebessüm oluştu. Önce hasret giderdiler. O gün hiç dertleşmediler. Oysa ki beraberinde getirdiği dertlerini anlatıp bu şehre bırakıp öyle dönmeyi düşlemişti.

O gün çok yorulmuştu. Yapması gereken işlerini ancak bitirebilmişti. Ertesi günde yarım kalan işini de bitirip öyle dönecekti. Otel odasında uzanmış günün yorgunluğunu atmaya çalışıyordu üzerinden. Ve o sırada telefonu çaldı. Telefonda ki ses bir arkadaşıydı. Telefonda ki ses kendisiyle görüşmek istediğini bir yerlerde oturup bir şeyler içmeyi öneriyordu. Ama kendisi o kadar yorgundu ki değil dışarı çıkmak, yerinden bile kalkacak gücü kendisinde bulamıyordu. Ve arkadaşını da kırmadan kendisinin yorgun olduğunu ve dışarıya çıkacak gücü kendinde bulamadığını anlatmaya çalıştı. Sonra telefonu kapattı….

Bölüm II.

O gün sabah işe geldiğinde kendini hiç bu kadar canlı hissetmemişti. Akşam iş çıkışı onu yeniden görmenin vereceği heyecan ve mutluluğu düşündükçe yerinde duramıyor ve sürekli bir hareket halindeydi. İş arkadaşları bile onun bu haline pek alışık olmadıkları için şaşkın ve meraklı gözlerle onu izliyorlardı. Akşam için yapacaklarını planlarken birden az kalsın çekmecesindeki hediye paketini unuttuğunu sandı. Paketi açtı içinde ki yüzüğe bir kez daha baktıktan sonra özenle kutunun ağzını kapatıp paketi cebine koydu. İş çıkışı yaklaşmıştı. Gideceği yeri en kısa mesafeden nasıl gidebileceğini beyninde hesaplamaya başladı. Birkaç dakikalık hesaplamadan sonra kendini tramvay durağına attı. Gözleri sürekli saatteydi. Saatin 8 olmasını bekliyordu. Çünkü o saatte işleri bitiyordu ve o zaman telefona da cevap verebilecekti. Ve sonra telefonu büyük bir heyecanla eline alıp onu aradı. Birkaç arama yapmasına rağmen telefonu yanıt vermemişti. Mesajlarını da yanıt alamamıştı. Ve uzun zamandır yaşamadığı duyguları yeniden yaşamıştı. Kaygılanmıştı, korkmuştu. Ama neden ve niçin? Kendisi bile anlam veremiyordu bu korkulara. 1 buçuk saatlik yolculuktan sonra kendini otelin birkaç yüz metre mesafesinde buldu. Ve sonunda o korku ateşleri söndürecek telefon da gelmişti.

Yeniden heyecanlandı, gün içinde yaşadığı mutluluk ateşi birden yeniden alevlenmişti sanki. Telefonda konuşurken sesinde bir mutluluk vardı. Ona otelin yakınında olduğunu söylemeyecekti. Zira otelin kapısından çıktıktan sonra ona sürpriz yapıp hiç ummadığı bir anda karşısına çıkacaktı. Ve her zaman olduğu gibi birine hediye verirken yine mahcup olacak ve yüzü kızaracaktı. Önüne bakacaktı belki de…

Telefonla konuşurken boğazı düğümlendi birden. Telefondaki kişi yorgun olduğunu söylüyor ve onu anlamasını bekliyordu. Bir şey diyemedi. Hüzünlü bir sesle “olur tamam” diyebildi. Haykıramadı… Onu ne kadar çok görmek istediğini söyleyemedi…

Onu görmenin kendisine ne kadar büyük bir mutluluk vereceğini anlatamadı… sürprizlerini söyleyemedi… Konuşamadı… sustu… Kim bilir belki bulunduğu yeri söylese yine onu görebilecekti. Ama yapamadı. Çünkü o an onu görmenin sadece kendisine mutluluk vereceğini düşünmüştü. Oysa onunda aynı duygularını yaşamasını istiyordu. Aynı heyecanı, aynı mutluluğu, aynı özlem hissini ondan da bekliyordu.

Telefonu kapattı…

Bölüm III.

Birden kendini o büyülü kentin içinde buluvermişti Ne yapacağını şaşırmıştı. Uzun bir süre kendine gelemedi. Afallamıştı… Sevdiği birinin kaybetmenin acısını taşıyordu sanki. Kalabalık cadde de yürürken gözünden süzülen birkaç damla gözyaşını kendisi hissediyordu sadece. Evsiz, sahipsiz gibiydi. Sokaklarda kalmanın aslında hiçte o kadar korkutucu ve zor olmadığını düşünmeye başladı. Zamanı hiç düşünmüyordu. Saatinin bile kaç olduğu hiç umurumda değildi. Denizin geceleyin kararan rengini izlerken dalgalardan paçalarının ıslandığını çok sonra fark edecekti. Öğlen yaşadığı heyecan nedeniyle yemek yemediğini hatırladı. Oturduğu balıkçı da ekmek arası balığı yerken bir yandan denizi ve çok uzaklarda ufuklarda onu hayal ediyordu. Yaşadığı üzüntüyü halen yaşıyordu. Evet yorgundu biliyor ve ona da hak veriyordu. Ama yine de elinde değildi. Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibiydi. Dokunsan ağlayacaktı belki de. Kızgındı belki… ama kime? Ona hiç kızmamıştı daha önce. Bu kızgınlığın ona ait olmadığını da biliyordu. İstese de kızamazdı zaten.

Ekmek arası balığını yerken gözü az ilerde ki 2 gence doğruldu. Onlar da tıpkı kendisi gibi denizin güzelliğine kendilerini kaptırmışlardı. Çevrelerinde ki kalabalığın gürültüsüne aldırış etmeden tatlı bir sohbet içine girmişlerdi.

Birden aklına üniversitede okurken bir kız arkadaşının kendisine anlattığı bir olay aklına geldi. Arkadaşı lisede iken bir parkta oturuyorlar ve hiç tanımadıkları bir insan yanlarına yaklaşıp kendilerine bir gül verip hiçbir şey söylemeden ayrılmış. Onların izlenimlerine göre o gün çocuk birini çok beklemiş ve o kişi gelmediği için de o gülü kendisine verip gitmiş.

Masasından birden kalktı. Genç kızların bulunduğu yöne doğru yürümeye başladı. Merhaba dedi. Size bir şey verebilir miyim? derken sorusuna cevap bile verilmesini beklemeden elini cebine sokup kutuyu genç kızlardan birine uzattı. Ne olduğunu anlamaya çalışan kızlar önce birbirlerine gülümsediler. Yüzüğün uzatıldığı kız nedir bu derken yüzündeki gülümseme halen duruyordu. Hüzünlü bir yüz ifadesiyle sadece “lütfen beni anlayın” deyip birden oradan hızlı adımlarla uzaklaştı.

Bu şehir sanki kendisininmiş gibi caddeleri bir bir dolaşıyor karşılaştığı insanların yüzlerindeki ifadeden onların o saatte neden orda bulunduklarını tahmin etmeye çalışıyor ve kendisiyle aynı dertten dolayı orda olan insanları ayırt etmeye çalışıyordu.

Gecenin karanlığında yürürken yolda ki bir banka oturdu. Başını gök yüzüne doğru kaldırdı. Yıldızlar bu kadar parlak mı ki? diye kendi kendine sordu. Sonra gökyüzünde ki en parlak yıldızı aramaya başladı. Görüşmek istediği insanın da kendisine bu kadar uzak olup olmadığını düşünmeye başladı. “Yoo bu kadar uzak olamaz” dedi…

Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra otobüs durağına gelmişti. Otobüsü beklerken az ilerde ki bir kaldırım taşına oturdu. Yine başını dizlerinin arasına aldı. Bir ara uyuyacak gibi oldu. Sonra tekrar gözlerini açtı. Bu kadar değer verdiği bir insanı görememenin onda yaşattığı üzüntüyü yavaş yavaş üzerinden atmaya çalışıyordu. Onu üzen bunlar mıydı? yoksa çok uzaktan gelen bir insanın kendisini görmek için en ufak bir çabayı bile göstermemiş olmasımıydı?

Çünkü gelirken de yorgun gelmişti, giderken de yorgun gidiyordu. Ama her şeye rağmen ona toz konduramıyordu. Onun hayatta ki gülen yüzüydü. Hepte öyle olacaktı…

Otobüse bindiğinde bir müddet sonra yanlış otobüse bindiğini fark etti. Ama hiç umursamadı. Otobüsün durmasını hiç istemiyordu. Gidebileceği kadar gitmesini istiyordu. Uzaklaşmak istiyordu sanki yaşadığı bu şehirden. Son durakta indiğinde tekrar gideceği yere gitmek için başka bir otobüse bindi…

Bölüm IV

Sabah gözlerini açtığında aklına gelen ilk düşünceyi birkaç kelimeye sığdırdı.

“doğmasını istediğiniz güneş her zaman sadece sizin için doğmaz..””

(12-07-2009)

Barış Tekin 1
Kayıt Tarihi : 24.10.2012 00:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Barış Tekin 1