Gezlevi Hikayeleri-Mevlüt Yanar
Gezlevi Hikayeleri
Gezlevi Hikayeleri
Gezlevi Konya ili Hadim ilçesine bağlı Korualan Kasabasının eski,orijinal adıdır.Bu anlatılan hikayeler uydurma değil gerçek hikayelerdir.Halk tahayyülünde gerçeküstü nitelikler kazanmış olmasına rağmen yer gösterilerek anlatılması da gerçekliğinin delilidir.
Mevlüt Yanar
I.Gıllıbicik (Dağ adamı)
Zamanını tam tespit edemediğimiz yıllarda Gezlevi az nüfuslu küçücük bir köydür.Halk ilkbaharda yaylaya çıkmakta ve Ağustos ayında köye dönmektedir.Çevre ormanlıktır.İnsanlar birbirlerine çok muhtaç olup hep beraber hareket etmektedirler.
Bir ilkbahar günü tellal çağrılıp ertesi günü yayla göçünün olacağı duyurulmasın mı? …
Herkeste bir telaş bir telaş.Pılıpırtı toplanır denkler hazırlanır evdeki her şey yaylaya götürülecektir.Zaten evlerde çul döşek yorgan kap kacak mevcuttur.
. Sabahleyin göçünü saran düşer yollara…
Ama Belen Pınarının üst tarafında oturan bir aile köyde kalakalır. Çünkü un çuvalları bomboştur.Zamanında değirmene gidilememiştir. Köyde değirmen de yoktur.Artık Dedemköy’üne mi gidilecektir Soğlaya mı bilemem.
-Ne yapsak bilmem ki der evin herifi.Sesi ikircikli ve korkuludur.
Değirmene gitmem şart,amma velakin sizi köyde yapayalnız bırakmak doğru olur mu?
Ellerini böğrüne dayamış alnını kırıştırmış tasalı tasalı bakınmaktadır.
-Ne yapalım herif der karısı; bir gece değil mi ben guzuma sarılır yatarım.Çırayı bile yakmam,kimseye açmam kapıyı.
Karısının cesareti adamı da cesaretlendirir. Eşeğine zahireyi yükler düşer yola. Karısı kucağında bebeği, kocasının arkasından bakar,içinde bir sıkıntı vardır Hüzünlüdür olacaklar içine mi doğmuştur ne?
Evinin çevresinde güneş uçuncaya kadar dürtünür,
Sonra girer evine kapıları kapatır.Pencere yerine küçük yuvarlak bir delikten içeriye giren ışık yavaş yavaş solmaktadır.Kararır bir müddet sonra.Kadın ekmek kurularını ağzında çiğneyip gevüş yapmakta ve çocuğunu doyurarak yatmaya hazırlanmaktadır.Çocuk arasıra huysuzlanmakta ağlamaktadır.Kadın korkuyla;
-Sus yavrum sus guzum goca köyde yalnız galdık.Sesini çıkarma guzum diye korkulu endişeli bir sesle onu susturmaya uyutmaya çalışmaktadır.
-Guzum ay guzum sussana.Anacığını üzmesene korkutmasana. Bak buban değirmene gitti.Zabaha ancak gelir.Nen nen nen.Goca köyde yapyalnızız nen nen nen…
-; İşte ben de varına….Sessizlik.Ana kulak kesilir.Az sonra tekrar;
-İşte bende varına…Ses dışardan gelmekte..Kaba korkunç ve vahşi… Ana çocuğunu bağrına basar.Tiril tiril titremekredir.
Daha önceden Gıllıbicik hikayeleri dinlemiş onların ne vahşi olduklarını öğrenmiştir.
Gıllıbicikler dağlarda yaşamakta, iri yarı vücutları bir ayı gibi kıllı,bicikleri yani memeleri aşağıya doğru sarkan garip korkunç yaratıklardır.Hatta yürümelerini kolaylaştırmak için biciklerini omuzlarından arkaya atıatıvermektedirler.
-Gadın aç gapıyı.Yalınız olduğunu biliyoruyun.Açmazsan gırarım ha…Ses yok.Ananın gözyaşları korkulu gözlerinden bir sicim gibi siyim siyim akmakta.Cevap vermeye takati yok korkudan sesi de çıkmıyor.
Kendi kendine; açmak zorundayım, iyice kızdırmayayım,belki bir çare bulur kaçarım diye düşünür.Kalkar kapı arkasında küsük görevi yapan ağaç dorusunu çeker,kapı ardına kadar hızla açılır.
Gıllıbicik
-İyiki açtın.Ben açlıktan ölüyoruyun.Şapık yiyecek bir şeyler getir diye homurdanır.Gadın - -
-Evde birşiycik yok diyerek ellerini avuçlarını ovalar Gider çocuğunu köşeye beşiğine yatırır.Bu sırada Gıllıbicik ekmek kırıntılarını görür.
-Şunnarı getir bana.Bana onnarda yiter diyerek kuru ekmek ufaklarını yemeye başlar.
Kadın bu arada
-Bana müsaade et.Dışarı çıkmam ilazım diyerek ocaktaki ıbrığı alarak kapıya yönelir.
Gıllıbicik
-Gaçarsın amma der
-Yok gaçmam istersen bağla.
Gıllıbicik kadını belinden sımsıkı bağlar ipin ucundan tutarak haydı git bakıyın der
Kadın helaya gider ipi çözer ıbrığa veya bir direğe bağlar.Hela dışarıda ağaç dallarıyla yapılmış, giriş kapısı önündeki balkonumsu çıkıntıdadır.Hemen altta ekinler adam boyunu geçmiş durumdadır.Kadın kendini attırıverir ekinlerin içine sessizce beklemeye başlar Zifiri karanlıktır.Biraz sonra dağadamı çıkar dışarıya bağırır
-Gelin gel, gelmezsen bak neler yaparım.
Çıt yok.Tekrar ünü yettiğince öfkeyle bağırır dağ adamı
-Gelin gel dedim sana. Bak evini ocağını yakarım ha…
Çıt yok yine.Dağadamı evin çevresini el yordamıyla aramaya başlar.Saatlerce aranır taranır.Bulamaz Şafak sökmektedir.Birkaç saate kadının kocası dönecektir.Bu sırada içerden çocuk ağlamaya başlar.Gıllıbicik gözleri çakmak çakmak aklına yeni gelen şeytani fikirle eve dalar.Beşiği evin önündeki toprak alçak dama getirir.Öfkeli iğrenç bir sesle tekrar tekrar
Bağırmaya başlar.
-Gelin,gelin gel.Gelmezsen bak çocuğunu yakacağım.
Kadının ciğerleri sızım sızım sızlar.Bu sızı tüm vücuduna yayılır.Gözleri burnu yaşarır.Ne yapacağını şaşırır.Çıksa mı acaba meydana.Yoksa…yoksa… Çıksamda çıkmasamda bu bize hayretmez der.Çıkarsam hem beni hem çocuğumu mahvedecek.Güvenilmez buna güvenilmez diyerek için için kendini yer ama ne çare..
Hava aydınlanmaya.Gıllıbicik korkmaya başlamıştır.
-Gelin geeel Son kere söylüyoruyun.Çocuğunu yakacağım bak.
Birkaç saniye sessizlik.Artık karşıda çandır ormanı fark edilmekte.Çevredeki evlerde sanki insan varmış gibi, korkusu gıllıbiciğin içine dolmaktadır. Beşiğin altına kuru meşe ve köknar yapraklarını doldurur,kavını ve çakmak taşını çıkararır.Çat…çat…Kadının yüreği çakmak taşından beter yanmakta…Çat çat.Hafif bir kav kokusu…Hafif bir duman..Sonra alevlerin çevreyi dalgalı ve sallantılı aydınlatması.Sessizlik.Aman Allah’ım bu da ne.Bu çığlık bu haykırış…Küçücük bebe nasıl bu kadar bağırabilir.Ana soluksuz ekinlerin içinde.Sanki baygın.Nefes alamıyor.Kıpırdayamıyor. Çevreye bir yanık et kokusu yayılıyor.
Sonra…
Gıllıbicik öfkeli bir şekilde gümürdene gümürdene ormana dalar gider.Kadın onun gittiğinden emin oluncaya kadar bekler.Güneş doğmuştur. Sıçrayarak yavrusuna koşar Beşiğin iki başı sağlam orta kısmı kül olmuş.Kadın yavrusunun küllerini yüzüne gözüne sürer,çığlıklar atar hıçkırır.Yavrusunun bir elini bulur sadece bu eli yanmamıştır. Taktığı mavi boncuklar ateşin etkisiyle bozulmuşlarsa da hala bileğindedir.Öper koklar Bağrına basar…
-Gara yillere gireydim de bu günneri görmüyüdüm yavrum diye inler..Bayılır…
Biraz sonra değirmenden kocası gelir.Önce bir şeyler anlayamaz.Yanmış beşiğe,baygın karısına bakar. Karısının göğsünde yavrusunun yanık elini görür.
-Vay anam der vay anam.Neler gelmiş başımıza vay anam.Karısını ve çocuğunun bir elini kucaklar ve onları yanına uzanır.
Olayın Belen Mahallesinde bugünkü mescidin hemen üest yanında hofluların evini yerinde buluna eski evde meydana geldiği anlatılır. Olayın değişik anlatımları varsa onları da kayda geçirmeliyiz.Çünkü bu hikayelerin televizyon karşısında direnme güçleri yoktur. Hikayenin filme alınması ve filmin Gezlevi’de çekilmesi fikri gerçekleşir mi acaba?
Mevlüt Yanar
Araştırmacı yazar.
14. 10.2006
KÜKÜRT EKMEĞİ
KÜKÜRT EKMEĞİ
KÜKÜRT EKMEĞİ
Eylül ayının sonlarında bozarmutların altları şenlenirdi.Çocuklar ana babalarıyla hatta eşek ve sığırlarıyla evdeki bütün canlılar tarlalara akın ederlerdi.
Bozarmutlar silkelenir,sepetlere çuvallara doldurulur,irice ve çakılsız boğucu olmayanlardan doyuncaya kadar yenilir, evin yolu tutulurdu.
Ama bozarmutlar evin içine değil damına çıkarılırdı.Dama çullar serilir,çulun bir köşesine bir tekne,teknenin içine büyükçe ve kalınca bir duvak yerleştirilirdi.Çuvallardaki bozarmutlar bir kenara dökülür ve ütlenirdi.Ütleme ne diye sorarsınız şimdi siz.Tabii siz yeniyetmeler nereden bileceksiniz.Söyleyim bari; armudun sapı ve burnundaki fazla yaprakçıklar ayıklanırdı.
Sonra bozarmutlar teknedeki taşın üstüne seri bir şekilde konulur ve öteki eldeki tahta tokmak kafasına kafasına indirilirdi.Tekne dövülmüş ezilmiş armutlarla dolunca götürülür çulun bir ucundan itibaren özenle,seyrekçe, incecikçe serilirdi.İnce serilirdi ki çabuk kurusun.Çünkü güz güneşinin hem feri az olur hem de her an yağmur gelmesi ihtimali vardır.
Kuruyan ezilmiş armudun adı kükürttür artık.Buğdayla çavdarla veya arpayla karıştırılarak çuvallara doldurulur,eşeklere yükletilir,ver elini değirmene..
Değirmenci dayı artık Bülbül emmim midir,Martı Mümün mü,Sert Hasan mı hangisidir bilemem.Değirmen teknesine boşaltılan kükürtlü zahire, şakıldağın verdiği sarsıntıyla yavaş yavaş değirmen taşının boğazına akar,taş uğrun uğrun dönerken alttaki un oluğundan kırmızı kırmızı kükürt unu akar ve çuvallara doldurulur.
Evde ağaçtan oyma teknede yoğrulan hamurdan açılan yufkalar sacın üzerinde pişirilip sıcak sıcak katıksız olarak yenilince ne hoş bir tad bırakırdı damaklarımızda.İşte şimdi bile o tadı hatırlayarak yutkunmaya başladım.Kekmiş,pastaymış,baklavaymış bunların tadı kükürt ekmeğinin tadının yanında yapmacık kalır.
İddiama inanmadınız mı? O zaman şu olayı hatırlatayım. Yıl kırklı yıllardır.Hadim kaymakamı eğitmen olan dedem rahmetli Ramazan Sakarya’ya misafir gelir.Dedemin önceden haberi yoktur.Evde diri ekmek yani beyaz ekmek olmadığı için sofraya Kaymakam Beyin önüne koyarlar kükürt ekmeğini.Yenilir içilir kalkılır göçülür,her neyse.Birkaç yıl geçer Kaymakam Bey yine gelir Gezlevi’ye.Dedemin bu defa önceden haberi olmuştur ve Yaycılardan mı Eyiplerden mi diri ekmek istemiştir kaymakam için.Kaymakam Bey sofraya oturunca kırmızı kükürt ekmeğini göremeyince; “Ben kükürt ekmeği istiyorum, geçen geldiğim de yediğim ekmeğin tadı hala damaklarımda…Kükürt ekmeğiniz yok mu yoksa? ”der.Dedem ve ebem gülümserler rahatlarlar.Kükürt ekmeklerinin beğenilmesi onlar için önemli bir hatıra olur.
Bozarmut ağaçlarını kesip odun fiyatına sattık.Onlar bizim kıtlık yıllarında ki dostlarımızdı.Kepeksiz buğday ekmeği bizi fena kandırdı.Şimdi doktorlar kepekli ekmek yemememizi öneriyorlar.Kükürt ekmeğini tadsalardı mutlaka onu da tavsiye ederlerdi.Kıraç tarlalarımızın boz armut ağaçlarıyla bozumsu yeşile boyandığını görmek doğayı ve bizleri nasıl da mutlu edecek,nasıl kurtlara kuşlara,insanlara meyvelerini sunmalarından etkilenmeyeceğiz.
Sofu Ekinliğinde gür boz armutlar varmış.Kükürt çok kıymetli o yıllarda…Bir ayı dadanmış armutları yiyip bitiriyor. “- Bekleyelim, ayıya yedirmeyelim armudumuzu” kararı alınır ve ilgililerin en cesuru ilk gün bekçiliği için en büyük armut ağacının başına çıkarak göreve başlar.Yatsı sonlarında ayı gümürdene gümürdene gelir. Bekçimiz titremekte.İçinden “-Ah bu ağaca gelmese, ah beni görmese.” diye dualar etmekte.Ama ayı bu “Armudun iyisini “ bilmez mi? Dosdoğru o ağaca yönelir ve bir hamlede ağaca çıkar,çatına oturur ve armutları koparıp kurtlu mu kurtsuz mu diye muayene ederek yemeye başlar.Bizim cesur bekçinin nerdeyse kalbi duracak,nefes bile almıyor ayı duymasın diye. Ayı biraz daha yükseğe çıkar,bir armut koparır ve yukarıya doğru ay ışığına tutar.Bekçimiz kendine ikram edildiğini sanır ve korkuyla “-Ben yemem “ diye bağırır.Ayı boştadır,bu sesten ödü sıdar ve paldır küldür aşağıya düşer,ölür.Sabahleyin diğer armut sahipleri gelince adamı tebrik ederler kucaklarlar.”Vay benim gara yiğenim “ der büyük amcaları…Ama adam olanı biteni anlatmazsa çatlayacak.Birkaç ay sonra anlatıverir her şeyi….
Sizi bilmem ama ben küçücük tarlamın birinde iyi cins bir bozarmut yetiştireceğim ve Allah ömür verirse kükürt ekmeği de yapacağım..
Mevlüt Yanar
3.Kasım 2006
Hikayeler
(Bu Hikayenin Gezlevi ile bir ilgisi yoktur)
1. İlk Hikaye Kafkasyadan bir Nart hikayesi..... KUYTZUK» Der blanke Schild - Kabardinische Heldensagen Verlag. Kültür und Fortschritt. Berlin. 1958
2.Keklik Yumurtası Gezleviden yaşanmış bir olay
Eskiden bir Nart köyünde Kuytsuk adında ihtiyar bir adamla, ihtiyar karısı yaşarmış. Kadın öyle kavgacıymış ki, komşuları bile onun çınlak sesini duydular mı hemen sus pus olur, kaçacak delik ararlarmış. Kocasını da tir tir titretirmiş. Talihsiz ihtiyar, bırak karşılık vermeyi, yanında bir kelime söylemekten çekinirmiş. Dayak da yermiş boyuna. Çokluk öyle olurmuş ki, akşam ağzına bir lokma koymadan dışarıda çiğnemek zorunda kalırmış.
Sonunda ihtiyar bu hayata dayanamaz olmuş ve karısını temelli bırakmağa karar vermiş. Dağlar asmış, sık ormanlar geçmiş, bir derin çukura erişmiş. Çukurun ağzı darmış ama aşağı doğru genişliyormuş. Öyle karanlık, öyle karanlıkmış ki, dibini görmek mümkün değilmiş.
Birden ihtiyarın aklına bir şey gelmiş. Sevinçle: ‘’Eh, artık başımın belasından hepten kurtulurum’’ diye düşünmüş. Hiç zaman yitirmeden evine dönmüş. Biraz soluk alıp huysuz karısına: ‘’Biliyor musun sevgili karıcığım bugün bir çukur buldum, böylesi ilginç bir şeyi ben ömrümde görmedim. Çukur derin mi derin. Geniş mi geniş. Dibinde düşünemeyeceğin hazineler yatıyor. Neler yok ki orada! Dondum kaldım. Gözümü ayıramadım bir türlü. Ne yazık ki, aşağıya inmek için bir ip yoktu yanımda’’.
’’Hay sersem’’ diye haykırmış yaşlı kadın. ‘’Deminden beri daha yeni söylüyorsun bana bunu. Sen burada zaman yitirirken başkaları öğreniverirler hazineyi, bize de karşıdan bakmak düşer. Yarın sabah erkenden bir ip, birde çuval alıp ormana gideriz.’’
Daha ortalık ağarırken çıkmışlar yola. Uzun bir ip, biraz da yolluk almışlarmış yanlarına. Onlardan önce birileri giderde hazineyi bulur korkusuyla sürekli kocasını sıkıştırmış.
Çukura eriştikleri zaman, adam aşağıya kendisi inecekmiş gibi ipi beline bağlamış. Kadın onu hızla bir kenara itip demiş ki, ‘’böyle önemli bir işi senin gibi bir aptala bırakır mıyım ben? ’’ Çabucak beline ipi dolamış öbür ucunu ihtiyar adama vermiş. Homurdana homurdana aşağıya inmiş. İhtiyar da bunu bekliyormuş zaten.
Kadının aşağı inmesinden sonra ipi alıp çabucak eve koşmuş. Mutluluğuna bir türlü inanamıyormuş. Aradan daha bir ay geçmemiş.
Kuytsuk bir gün ormana ava gitmiş. Birden bire içler acısı bir ağlama duymuş. Sesin geldiği yöne yürüyüp çukura varmış. Dibinde biri oturmuş acı acı sızlanıyormuş: «Vay, vay, vah öldürüyorlar beni. Dayanamıyorum artık, kimse yok mu beni kurtaracak? Kimse yok mu acıyan? ’’ Kuytsuk'un yüreği pek merhametliymiş. Hiç düşünmeden ne olur ne olmaz diye hep yanında taşıdığı uzun bir ipi çukura sarkıtıp seslenmiş: ‘’Sıkı tutun zavallı yaratık, şimdi çıkarırım seni! ’’ Karanlıkta seçilmeyen canlı ipe sarılmış.
Kuytsuk bu ağır yükü çekebilmek için bütün gücünü kullanmak zorunda kalmış. İpin sonuna gelince dehşetinden donmuş kalmış. Çukurun ağzında. koskocaman bir ejderha ateş saçan gözleriyle belirmiş...
Kuytsuk uzun zaman ağzını açıp bir şey söyleyememiş. Ejderha boylu boyuna toprağa uzanmış.' Sıtmaya tutulmuş gibi tir tir titrermiş. Dereler gibi göz yaşı döküyormuş. Kuytsuk kendini toparlayıp ejderhaya sormuş:
- Ey söyle bakalım. Kim korkuttu seni böyle? Böyle acı acı ne ağlarsın?
- Bu çukurda doğdum ben. Bu çukurda geçti ömrüm. Orayı bırakacağımı aklımdan bile geçirmezdim. Fakat günün birinde yaşlı bir kadın düştü içeri. O günden sonra hayatım zindan oldu. Öyle dövdükçe beni. Yarasız beresiz bir yerim kalmadı vücudumda. Hele kopasıca dili. Bir saniye durmadı. Sen yardıma gelmeseydin sonunda beni yutacaktı sanırım. İyiliğine karşılık dile benden. Ne istersen yaparım.
- Bir isteğim yok. Günün birinde olursa, arar bulurum seni.
Ejderhayı bile kaçırtan karısını ‘’çukurdan çıkarmak değmez’’ diye çekip gitmiş Kuytsuk.
Ejderha yuvası olan çukura gayri dönmek istememiş. O günden sonra yer yüzünde yaşamaya başlamış. Dert olmuş insanların başına. Bir zaman sonra Kuytsuk'un köyünden geçen bir ırmağa ejderha set çekmiş. İnsanlar susuzlukları bitmiş, hayvanlar telef olmağa başlamış. Bir kuyu kazılmış, ancak içinde hemen hemen hiç su yokmuş. Nartların yaşamı artık dayanılmaz hale gelince ejderhayla savaşa bir ordu çıkarmışlar. Ancak korkunç ejderha çoğu savaşçıyı öldürmüş. Köy gene susuzmuş. Kuytsuk «bir gidip göreyim şu ejderhayı. Belki hallederim işi’’ demiş. Bazı kimseler «çok iyi olur diye sevinçlerinden bağırmışlar, bazıları ise iyi bir sonuç elde edileceğine inanmıyorlarmış. «Kuytsuk nasıl olurda bir ejderhayı zorlayabilir?
Kuytsuk geçirmiş yayını omzuna, kılıcını alıp düşmüş yola...
Ejderha, kendisini çaçaron kadının elinden kurtaran adamı hemen tanımış. Bu Nart'a, her isteğini yapacağına söz vermişti ya. İsteğine uyup suyu bırakmış ve nehir tekrar gürül gürül akıp insanlara, hayvanlara hayat ve neşe vermeye başlamış. Nart köyünün sakinleri büyük bir Sane (İçme Günü) hazırlamışlar. Kurtarıcı Kuytsuk şerefine beyaz Sane dolu bir çok boynuz boşaltılmış. Ejderha nehir boyunca gitmiş yakındaki başka bir kuyunun suyunu kesmiş.
O yaz sıcakmış. Hayvanlar, insanlar susuzluktan inim inim inlermiş. Kızgın güneşin altında sonları yaklaşmış. Kuytsuk'un haberi onların köyüne de gelmiş. En saygı değer yaşlılar, Kuytsuk'a gidip yardım dilemişler. Acılarına dayanamamış Kuytsuk. ‘’Ya sizi bu işkenceli ölümden kurtarırım ya da ben ölürüm’’ demiş. İkinci defa ejderhanın yanına varmış. Nehrin yolunu açması için konuşmuş. Ejderha: ‘’dileğini yerine getirip bu yerden gidiyorum ama şunu iyi bil ki üçüncü defa gelirsen istediğini yapmam. Üstelik yutarım seni! Çekilmez oldun sen de.’’
Dertten kurtulan köy, Kuytsuk'u büyük bir saygı ile karşılamışlar, sevinçleri sonsuzmuş. Kurtarıcının şerefine gece gündüz
senlikler yapılmış. Fıçı fıçı Sane içilmiş. Ejderhaysa biraz daha gitmiş nehir boyunca. Nehrin yatağına girip suyun yolunu kesmiş. Üçüncü bir köy de susuz kalmış. O zamanlarda artık Nart ülkesinde Kuytsuk'un iki köyü ölümden kurtardığını işitmeyen kalmamışmış. Gene bir çok kişi gelmiş yalvarmışlar, ‘’Ejderha bizim de suyumuzu kesti. İki haftadan beri bir yudum suyumuz yok, ölüyor çocuklarımız susuzluktan. Kadınların, ihtiyarların hali dayanılır gibi değil. Yardım et bize, Kurtar
bizi Kuytsuk, ölüp gideceğiz yoksa.’’ Kuytsuk kendi kendine: ‘’Ben tekrar ejderhaya gidersem istediğimi yapmayacak. Üstelik yutacak beni. Ancak elimden bir şeyler gelmezse bütün köy yok olacak. Peki.’’ deyip ejderhaya yollanmış…
Ejderha nehir yatağına uzanmış kimseye bir damla su bırakmıyormuş. Taa uzaktan Kuytsuk 'u görmüş: «Gene mı buradasın? Sana üçüncü defa gelirsen istediğini yapmam. Üstelik yutarım seni demedim mi? » diye bağırmış. ‘’Yok, yok’’ diye karşılık vermiş Kuytsuk. ‘’Bu kez bir şey istemeye gelmedim... İki kez dilediğimi yaptığın için teşekkür etmeye, sonra yaşı kadının çukurdan çıktığını, seni aradığını söylemeye geldim.’’
Kuytsuk gözünü bir kere kırpmana dek ejderha dehşetinden öyle bir sıçramış ki, havaya bulutlara girip sıra dağların ardına kaybolmuş. O günden beri Nart Ülkesi’nde bir daha görünmemiş.
KEKLİK YUMURTASI
Her yıl mayıs ayının sonlarında yaylaya göçerdik.Yayla evimiz tek gözdü.Penceresi yoktu.Sıcak günlerde yaylaya çıkıldığından gündüzleri kapı açık tutulur,kapıdan,bacadan ve taş duvarların deliklerinden giren ışık yeterli olurdu.
Sığırlarımız vardı.Onları gütmek için biz çocuklar hergün yaylada kalırdık. Çeşmeden su getirmek,hatta ocakta yemek pişirmek için çilpi toplamak da bizim görevimizdi.Anamız babamız daha ağır işlerle uğraşır,köydeki ve diğer mahallerdeki işleri görmek için her sabah yayladan ayrılırlar,ikindi vaktinde yani yaylacı vaktinde yaylaya dönmek için işlerini bırakırlardı.
Çocuklar ve ebeveynler arasında sohbet etme imkanı çok azdı.Ancak akşamları yemek pişerken veya yemekten sonra kapının önünde oturulur,dinlenilir,yaptıklarımızdan yapacaklarımızdan konuşulurdu.Babamız anamız bizim için hangi önemli havadisi getirdiler diye ağızlarının içine bakardık.
Evimizin karşısında yayla komşularımızın bri arı kürnesi vardı. Onun alt tarafında ki duvar mülk ile meranın sınırını çiziyordu.Duvar çevresi karamuk çalıları otlar ve kayalarla dolu olup,yılan korkusuyla içine girilemeyecek durumdaydı.
Babam;
-Bakın dedi.Kediye bakın.Arının aşağısında.
Dikkat kesildik.Sarı kedimiz kış günlerinde çok teyin yakalar ve eve kadar getirirdi. derisini yüzer,etini pişirir yerdik.Etinin yenmezdiğini ya bilmezdik,ya da çocuklar et yüzü görmüyor,hiç olmazsa sincap eti yesinler diye görmezden gelinirdi. Derisini bakkala götürür yetmiş beş kuruşa satardık.Defter kalem alırdık parasıyla.
-Gördüm dedi abim.Sanki bir şey gözetliyor gibi.Ne yapıyor baba!
-Herhalde keklik önüyor oğlum.Şimdi anlarız.
Kedi aniden sıçradı.Pırradak bir keklik uçtu.Tüyleri sağa sola saçılmıştı.
-Cırnağını geçiremedi.Kaçırdı kekliği...Haydi gidin bakın.Orada keklik yumurtaları vardır. Cılk değilse getirin.
Cılkın ne olduğunu bile sormadan hepimiz aşağıya doğru koşmaya başladık.Düzlüğü geçip,otlu çalılı yere yani kekliğin yuvasına yaklaştık.En önde abim vardı.Yuvaya vardı eğildi.Parmağıyla göstere göstere saydı.
-Tam skiz tane dedi sevinçle...İki avcuna doldurdu yumurtaları. daha önce hiç görmediğimizden dikkatle bakıyorduk.tavuk yumurtasının yarısından bile küçüktü. Üzerlerinde çil çil lekeler noktacıklar vardı. Tavuk beslemediğimizden doya doya bir yumurta yememiştik.Köyde evimizin önünde başkalarının tarlaları vardı.Onların ekinlerine zarar vermesinler diye hiç tavuk tutmamıştık.Yoksa yumurtaları haram olurdu.
Abim yumurtalar kırılmasın diye yavaş yavaş taşları seçe seçe yürüyordu.Biz ondan daha dikkatliydik.Sanki dolaşıp düşsek,abimin elindeki yumurtalar kırılacaktı.
Eve gelince,babam yumurtanın birisini alıp salladı.
-İyi,cılk değilmiş dedi. Haydi hanım pişiriver de yesinler.
Anam içeriye girdi.Ocaklığa bir kaç çilpi attı.Alevler dışarıyı bile dalga dalga aydınlattı. Babam,keklik çok korktu.Bir daha bu yuvaya dönmez.Siz yumurtaları almasaydınız da bir şey değişmezdi.Yumurtaları ya hayvanlar bulur yer,ya da kuruyup giderlerdi dedi. Yüzümüzde ki buruk sevinci görünce bu açıklamayı yapma gereği duymuştu.Çünkü hem yumurta yiyeceğimizden dolayı seviniyorduk, hem de kekliğe zarar mı verdik diye içimizde bir eziklik hissediyorduk.
-Ama dağlarda gezerken keklik yumurtası görürseniz,onlara dokunmayın.Keklik onların üzerine gurk basar ve bu yumurtalardan palazlar çıkar.Bir kekliğin 0n onbeş tane palazı olabilir,onları gezdirir,korur,büyütür.Uçmaya alıştıklarında artık mesele yoktur.Hepsi başının çaresine bakr.
Devam etti babam;
-Bir keresinde şu karşıki koyağın üst başında odun eylemeye giderken,önümden pırradak uçuvermesin mi keklik.Baktım bir sürü palaz var.Yakalamak istedim.Bir anda hepsi kayboldu.taşların çalıların arasına saklandılar.Aradım bazıları sırt üstü yatmış ayaklarını toparlamış taş numarası yapıyorlardı.Görmezden geldim.Uzaklaşınca keklik yanlarına döndü. Seslenince bir anda analarının yanında bitiverdiler.
-Gelin çocuklar,soğutmayın yumurtanızı.İdarenin ışığında yufka ekmeklerimizle hemen bitivermesin diye küçük lakmalar yaparak yedik. Öyle lezzetilydi ki...
Çocuklar,gençler,çobanlar yıllarca dağlarda kırlarda keklik yumurtası topladılar.Avcılar otomatik silahlarla avladılar zavallıları. Öyle insafsızdılar ki bir vadini karşılıklı yamaçlarını tutarak,bir yamaçtan diğerine kaçanları soluklanmalarına fırsat vermeden öldürdüler.
-Ben bu gün altı tane vurdum dedi birisi...Diğeri;
-O da laf mı ben geçen yıl bir günde on sekiz tane vurmıuştum cevabını verdi...
Bu insanlar çevrenin zenginleriydi.Et ihtiyaçlarını kasaptan rahatlıkla giderirebilirlerdi.
Sonra sun i gübreler saçıldı toprağa.Kuşlar onu yiyecek sandılar,yiyince çok acılı bir ölümü yaşadılar...Arkasından ekin ve meyve ilaçları saçıldı tarlalara...Kalan kuşlar da bu şekilde öldürdük..
Geçen gün Konya sokaklarında dolaşırken bir evden duydum keklik sesini.Öyle güzel gakguburak çekiyordu ki durdum dinledim.Eve dönünce bu satırları yazdım.
Mevlüt Yanar 5.Ocak 2008
Atmışaltı Bunarlı Çal Dağları (Yalnızkayanın Fethi)
Altmış Altı Pınarlı Çal Dağlarımız
Sultan Alaaddin Keykubad Konya-Sarıoğlan -Hadim yoluyla Silifkeye kadar bütün yöreyi fethettiğinde vali olarak Kamerüddin Hadim Lala'yı görevlendirir. Hadim Bey öyle güzel bir yönetim sergiler,yöreye Türkleri yerleştirir ki bu yöreye Hadimeli denilmeye başlanır.(Osman Turan -Selçuklular Zamanında Türkiye) .
O dönemde Gezlevi'de Yalnızkaya'da bir Rum köüy mevcuttur.Türkler Ağıpınarında oturmaktadırlar.Zaman zaman Rumlar ve Türkler arsında çatışmalar çıkmakta.Ama Yalnızkaya müstahkem mevki Yaklaşmak bile çok zor.Türk nüfus çok az.
Ebelerim şöyle anlatmışlardı.
'Bizimkinner dimişlerki bu gevurları buradan söküp atmak zor.En iyisi bir hile yapalım.Bir ağşam ne gadar davarları varısa hepisinin buynuzlarına çıra bağlamışlar.Çıraları yakıp sürmüşler Yalınızkgayaya doğru...Gevurlar gelen bunca çıralı esgeri görünce; tezelden yükte hafif bahada ağır mallarını alıp; -Çıralısı bu gadar,çırasızı ne gadar? Atmışaltı bunarlı çal dağlarımız...'deyi ağlaşarak gaçıp gitmişler.
Çocukken çok hoşlanırdım bu hikayeden.Neden şimdiki çocuklar da öğrenmesin...
Tarihi Hikaye-Aydos Kalesi
Aydos kalesi
Aydos Kalesi
Aydos Kalesi yalçın kayalıklar üzerinde bir kartal yuvası gibiydi. Orhan Gazi'nin cengaverlerinin yolunu kesmekte,zaman zaman onlara zarar vermekteydi.
'Bu kalenin alınması şart oldu gayri.'dedi Orhan Bey. 'Abdurrahman Gazi,Konur Alp,ikiniz silah arkadaşlarınızı alın,gerekli hazırlıkları yapın.Sizden tez zamanda Aydos'u isterim.Yolunuz açık alnınız ak ola.Yüce Allah işinizi rast getire.' Gözlerini yiğitlerinin gözlerine dikti güvenle ve sevgiyle bakıyordu. 'Haberinizi sabırsızlıkla bekleyeceğim.Bilesiniz.' Cevap beklemeden diğer silah arkadaşlarına döndü,onlara buyruklar vermeye başladı.
Abdurrahman Gazi ve Konur Alp heyecanla dopdolu,aynı şeyleri düşündüler.' Rabbim Orhan Bey'imize uzun ömürler vere.Maşaallah babası Osman Bey'imizden fazlası var eksiği yok.'
Konur Alp, Abdurrahman Gazi'nin sırtını tapannadı.'Haydi yiğidim! 'dedi.'Geç kalmayalım.Bu kartal yuvasını düşürmek kolay değil. Ama bu defa ya kale bizi alacak,ya biz kaleyi.'
Yiğitlerini bir bir çağırdılar.'Sabahleyin yolcuyuz. ' dediler.'Kılıç,ok,zırh neyiniz varsa hazır ediniz,işimiz pek çetin olacak. Namazdan sonra Harman düzünde toplanıyoruz.Vedalaşın,helalleşin.'
Rüzgar gibi esen atlarıyla tez zamanda Aydos kalesi önüne geldiler.Kale kapılarını denetim altına aldılar.Kimse ne girebiliyordu ne de çıkabiliyor. Kaleye nerden girebilecekleri araştırması yapıp durdular gün boyu.Uygun bir yer bulamamışlardı.
Aydos Tekfurunun kızı bir kaç gündür üst üste aynı rüyayı görüp durmaktaydı. Karayağız,boylu poslu bir gençti gördüğü.Kendi milletinden olmadığını kıyafetinden anlamıştı.Ama kimdi bu? Kendisi ona doğru koşuyor,tam kavuşacağı anda uyanıyordu.
O gün yine kale burçlarında dolaşarak içindeki sıkıntıyı dağıtmak istedi.Bir burca oturup saatlerce uzak ormanları,vadileri seyretmek,oralarda rüyasındaki gençle gezip tozduğunu hayal etmek onu mutlu ediyordu. 'Aman Allah'ım.Bu, bu kişi o değil mi? Rüyalarında gördüğü genç şu kale önünde at üstünde merakla kaleyi gözleyen genç değil miydi? Yine rüya mı görüyordu yoksa? Yok,hayır rüyada değildi.Bağırmak seslenmek istedi,yapamadı...
Bir testi kırığı buldu.Üzerine ne yazacağını düşündü. Aklına mantıklı bir şey gelmeyince ilerde ki muhafız komutanına gitti. Aşağıdakilerin kim olduğunu sordu...Komutan sırnaşık bir cevap verdi. 'Efendimiz,onlar Orhan Bey'in askerleri.Kalemizi almak isterler. Ama bu kaleyi değil bunlar,Orhan'ın tüm askerleri alamaz.Kartal yuvasıdır burası,kartal yuvası! Siz endişelenmeyin biz onların hakkından geliriz.Başka bir emriniz var mı efendimiz.Hemen yerine getirteyim.' Teşekkür ederim dedi,düşünceleri ağırlaşmıştı.Bir yanda rüyaları, bir yanda babası annesi ve kale halkı...
Kalenin içine döndü.Halk öbek öbek toplanmış Türkleri konuşuyorlardı.Kulak misafiri oldu.Diyorlardı ki; 'Türkler aldıkları kale halkını serbest bırakıyorlarmış.İsteyen burada kalabiliyormuş.Hem vergiyi de çok az alıyorlarmış.Dinimize kilisemize karışmıyorlarmış. Bizimkiler ise bizi habire sıkıştırıyorlar.Durmadan para mal istiyorlar.Yiyeceğimiz giyeceğimiz kalmadı.Orhan Bey ya kaleyi ele geçirse ya da kuşatmayı kaldırsa da kale dışında ki işlerimize dönsek....'
Daha fazla dinlemeye gerek görmedi.Kale burcuna koşarak çıktı. Testi kırığına yazacakları kafasında netleşmişti.
Tam Abdurrahman Gazi'nin önüne düştü kızın attığı testi parçası.Yer çayırlık olmasına rağmen ikiye bölünmüştü. Abdurrahman Gazi testi parçasının geldiği yöne baktı.Burç üzerinde kendisine bakan,saçları güneşte parıl parıl
ışıldayan ceylan duruşlu kızı gördü.İçinden bir şeyler koptu,bir şeyler eridi sanki... Baktı baktı... Konur Alp seslenmese gözlerini başka yöne çevireceği yoktu. 'Hey Abdurahman,nedir o atılan. Alıp baksana yiğidim,alıp baksana! ' Sesi azarlayıcı tondaydı.Kale kuşatmalarında savaşlarda böyle dalıp gidilmezdi ki canım...
Abdurrahman Gazi aldı yerdeki testi kırığını. 'Ben Tekfurun kızıyım.Kaleyi almak isterseniz,bana....'gerisi yoktu. Çevresine bakındı.Diğer parçayı da bulunca okumayı sürdürdü. ' inanın. Gece yarısı tam saat 12 de buradan aşağı bir ip sarkıtacağım. Kapıyı da açmaya çalışacağım.'
Gaziler geri çekildiler gece yarısını dinlenerek beklemeye karar verdiler. Vakit gelince sessizce kaleye sokuldular.Abdurrahman Gazi ve iki yiğidi kaleye tırmandılar.Bu sırada tekfur kızı kale kapısını açmaya çalışıyordu.Ama onu gören bir muhafız durumdan şüphelenmiş ve onu oradan uzaklaştırmak istiyor,uzaklaşmazsa komutana ve babasına söylemekle tehdit ediyordu.
Abdurrahman Gazi kızla meşgul olan muhafıza sessizce yaklaştı,kafasına şidetle vurarak bayılttı.Hemen kapıyı açtılar.
Konur Alp ve kırk yiğidi bir sel gibi kaleye aktılar.Abdurrahman Gazi tekfur kızını kucaklayıp sakinleştirdi. ' Korkma kan dökülmeyecek.Sana teşekkür ederim. Kale burcunda seni görünce bir anda vuruldum sana. Haydi saraya gidelim.Anneni ve babanı korumaya alalım.Seni onlardan isteyeceğim.' diyerek alnına bir öpücük kondurdu.
Sabahleyin uyanan Aydoslular kale muhafızlarının hapsedildiğini,kalede Orhan Bey yiğitlerinin dolaşmakta olduklarını gördüler.
Öğleye doğru Abdurrahman Gazi atının terkisinde tekfur kızı olduğu halde Söğüt'e doğru dörtnala at sürüyordu. Orhan gazi'yi habersiz bırakmamak lazımdı.Hem bu defa ki bayram çifte bayram olacaktı.
Abdurrahman Gazi ve tekfur kızının çocukları Osmanlı devletinin kuruluş döneminin önde gelen kahramanlarından oldular.
Mevlüt Yanar
Yazan ve derleyen; Mevlüt Yanar
Anlatan; Rahmetli Emine Tuğlu
Yahı Bizim Oğlan Köpeklerin Gurdola
Gezlevi'de yöreyi İslamlaştırıp Türkleştiren alperenlerden Gurt Musa,Dedemköyü! ndeki Seyit Bayram Veli ile kardeştir.Horasandan bu görevle Anadolu'ya gönderilmişlerdir.Devir muhtemelen Alaaddin Keykubad devri olup yöre yeni fethedilmiştir.
Alperenler halka yük olmayıp kendileri bizzat tarım,zanaat ve ticaretle de uğraşırlardı.Kurt Musa ile Seyit Bayram Veli'de tarımla uğraşmaktadırlar.
Kurt Musa'nın Kayardı mıntıkasında Suyungözü mıntıkasında arazileri mevcuttur. Çardağının duvar yıkıntılarını o yöreye gezmeye gelenlere bu hikayeyi anlatarak gösterirler.
Dedemköyü'ndeki Seyit Bayram Veli Hazretleri ineklerini zaman zaman Çatak Boğazına hatta Suyungözüne otlamaları için sürdürmektedir.Tabii ki Kurt Musa'nın arazilerine de zarar vermektedirler.
Kurt Musa ağabeyine;
- Ağa ineklerini Suyungözüne ağdırma.Emeklerime yazık ediyorlar.Ekinimi otumu yiyorlar diye sık sık şikayet edermiş.Ama ne hikmetse Seyit Bayram Veli hazretleri bu şikayetleri yeterince dikkate almazmış.
Bir gün yine şikayette bulunmuş Kurt Musa;
-Ağa o gadar tembiy ittim,bir türlü ineklerine sahap olmadın.Bak köpeklerime emir vereceğim,ala ineğini yedirip derisini gara ineğiyin sırtında gönderteceğim ha demiş.
Seyit Bayram Veli kendinden emin,kardeşinin böyle bir gücünün olabileceğine ihtimal vermez.
-Tamam bizim oğlan der.Elinden geleni yap.
Ertesi gün inekler tekrar Kurt Musa'nın arazisine girince,o da gönderir köpeklerini.Köpekler ala ineği parçalayıp yerler,kara ineğin sırtına derisini atarlar.Akşam Kara inek Dedemköyü'ne tek döner.Seyit Bayram Veli,ala ineğin derisini kara ineğin üstünde görünce durumu anlar ve şöyle der;
-Yahı bizim oğlan köpeklerin gurd ola da dağlara çıka.
İşte kurtlar böylece köpekten türemişler.
Hikayeyi anlatan Rahmetli Emine Tuğlu.
Kurt Musa'nın mezarı Eski mezarın çıkışında yolun hemen altında solundadır.Dedemköylüler sizin köyde evliya bizim köydekinden daha çok ama siz bildiğiniz yok derlermiş.
Hikayede anlatılanlar evliyalara yakışacak davranışlar değil ama böyle bir anlatım belki de 700 yıldan beri sürüp gelmektedir.
Allah onlara ve geçmişlerimize rahmet eylesin.
Gezlevi de ve yakın çevrede Seyit Bayram Veli'ye çok büyük hürmet gösterilmektedir.Şunu hiç unutmam küçükken ayağım taşa takılmış,sendelemiştim.Yüzü koyun düşmek üzereyken anam-Yetiş Bayram Seyidi dedem diye haykırmıştı.Bu sözü eskiden sık duyardık ama şimdilerde unutuldu.
Seyid Bayram Veli'nin türbesi Dedemköyünün karşısında Katran ormanının eteklerindeki köy mezarlığındadır.
Yazan; Mevlüt Yanar
Araştırmacı yazar
Estik Testik Buraya Gestik.
(Hikaye tahminen 1910-1922 yılları arasında yaşanmıştır.
Anlatan rahmetli Hatice Çatak)
İnbaşı Obasında goca ıçardağın bitişiğindeki yayla evünde gadınnar düğün itmekte tirki tepsi çalıp oynuyup eğlenmektelerimiş.Köyün herifleri nereye gittiyidi nebiliyin yaylada hiç erkek yoğumuş.
Yayla evünün gapısına zebella gibi bir adam gerilmiş.İki eli gapının iki yanında sövelere dayalı.Adam gocaman mı gocaman, saç baş garışmış,gıllı gıpcıklı biri.Gadınnar gorkmuşlar bişiy diyememişler.Amma içlerinde osmannı biri varımış öğe çıkmış;
-Ne isten dayı? Kimsin sen diye sormuş.
Adam,
-Estik tesdik buraya gestik dimiş.
Anlayamamışlar.Biribirlerine bakınmışlar.Yeniden sormuş gadın
-Anlayamadık dayı ne dirsin ne istersin?
O da gine aynısını dimiş.
-Esdik tesdik buraya gesdik.
Gadının biri
-Ay gonşular dimiş bu adam dilimizi anlamıyoru.Gevur heralda?
Diğerleri
-Heyye gevurumuş.Gevurun ne işi var ta buralarda dimişler.
Osmannı garı
-Durun hele dimiş.Bu adam heralda gezdik tozduk buraya geldik dimekte,başka laf bilmiyyoru ellalem.Açdır bu,buna ekmek getirin yoğurt getirin.
Bir sahın yoğurt gatıviri birisi,bir büküm de ekmek goyuveriler ıçardağın yanına.Adam siler süpürü herşiyi.Sonura da gider.
Yarındası günü gadınnar köye gidelleriken adamı zırlak daşların üzerinde oturu bulullar.Birinin elinde bir çölmek ağız vardır.O ağzı virir adama.Adam hepisini içer bitiri.
Başka hiçbir kimse o günden sonura oadamı görmemiş.Kimidi ne biliyin?
Hikaye Gezlevi aksanıyla yazılmıştır.Ancak sağır n leri gösterme imkanı olmadığından tam olarak verilememiştir.Gezlevi aksanında; sonra, gonşu,isten,anlamak gibi kelimelerdeki n harfleri sağırdır.
Yahı Bizim Oğlan Köpeklerin GurdolaGezlevi'de yöreyi İslamlaştırıp Türkleştiren alperenlerden Gurt Musa,Dedemköyü! ndeki Seyit Bayram Veli ile kardeştir.Horasandan bu görevle Anadolu'ya gönderilmişlerdir.Devir muhtemelen Alaaddin Keykubad devri olup yöre yeni fethedilmiştir.Alperenler halka yük olmayıp kendileri bizzat tarım,zanaat ve ticaretle de uğraşırlardı.Kurt Musa ile Seyit Bayram Veli'de tarımla uğraşmaktadırlar.Kurt Musa'nın Kayardı mıntıkasında Suyungözü mıntıkasında arazileri mevcuttur. Çardağının duvar yıkıntılarını o yöreye gezmeye gelenlere bu hikayeyi anlatarak gösterirler.Dedemköyü'ndeki Seyit Bayram Veli Hazretleri ineklerini zaman zaman Çatak Boğazına hatta Suyungözüne otlamaları için sürdürmektedir.Tabii ki Kurt Musa'nın arazilerine de zarar vermektedirler.Kurt Musa ağabeyine; - Ağa ineklerini Suyungözüne ağdırma.Emeklerime yazık ediyorlar.Ekinimi otumu yiyorlar diye sık sık şikayet edermiş.Ama ne hikmetse Seyit Bayram Veli hazretleri bu şikayetleri yeterince dikkate almazmış.Bir gün yine şikayette bulunmuş Kurt Musa; -Ağa o gadar tembiy ittim,bir türlü ineklerine sahap olmadın.Bak köpeklerime emir vereceğim,ala ineğini yedirip derisini gara ineğiyin sırtında gönderteceğim ha demiş.Seyit Bayram Veli kendinden emin,kardeşinin böyle bir gücünün olabileceğine ihtimal vermez.-Tamam bizim oğlan der.Elinden geleni yap.Ertesi gün inekler tekrar Kurt Musa'nın arazisine girince,o da gönderir köpeklerini.Köpekler ala ineği parçalayıp yerler,kara ineğin sırtına derisini atarlar.Akşam Kara inek Dedemköyü'ne tek döner.Seyit Bayram Veli,ala ineğin derisini kara ineğin üstünde görünce durumu anlar ve şöyle der; -Yahı bizim oğlan köpeklerin gurd ola da dağlara çıka.İşte kurtlar böylece köpekten türemişler.Hikayeyi anlatan Rahmetli Emine Tuğlu.Kurt Musa'nın mezarı Eski mezarın çıkışında yolun hemen altında solundadır.Dedemköylüler sizin köyde evliya bizim köydekinden daha çok ama siz bildiğiniz yok derlermiş.Hikayede anlatılanlar evliyalara yakışacak davranışlar değil ama böyle bir anlatım belki de 700 yıldan beri sürüp gelmektedir.Allah onlara ve geçmişlerimize rahmet eylesin.Gezlevi de ve yakın çevrede Seyit Bayram Veli'ye çok büyük hürmet gösterilmektedir.Şunu hiç unutmam küçükken ayağım taşa takılmış,sendelemiştim.Yüzü koyun düşmek üzereyken anam-Yetiş Bayram Seyidi dedem diye haykırmıştı.Bu sözü eskiden sık duyardık ama şimdilerde unutuldu.Seyid Bayram Veli'nin türbesi Dedemköyünün karşısında Katran ormanının eteklerindeki köy mezarlığındadır.
Yahı Bizim Oğlan Köpeklerin GurdolaGezlevi'de yöreyi İslamlaştırıp Türkleştiren alperenlerden Gurt Musa,Dedemköyü! ndeki Seyit Bayram Veli ile kardeştir.Horasandan bu görevle Anadolu'ya gönderilmişlerdir.Devir muhtemelen Alaaddin Keykubad devri olup yöre yeni fethedilmiştir.Alperenler halka yük olmayıp kendileri bizzat tarım,zanaat ve ticaretle de uğraşırlardı.Kurt Musa ile Seyit Bayram Veli'de tarımla uğraşmaktadırlar.Kurt Musa'nın Kayardı mıntıkasında Suyungözü mıntıkasında arazileri mevcuttur. Çardağının duvar yıkıntılarını o yöreye gezmeye gelenlere bu hikayeyi anlatarak gösterirler.Dedemköyü'ndeki Seyit Bayram Veli Hazretleri ineklerini zaman zaman Çatak Boğazına hatta Suyungözüne otlamaları için sürdürmektedir.Tabii ki Kurt Musa'nın arazilerine de zarar vermektedirler.Kurt Musa ağabeyine; - Ağa ineklerini Suyungözüne ağdırma.Emeklerime yazık ediyorlar.Ekinimi otumu yiyorlar diye sık sık şikayet edermiş.Ama ne hikmetse Seyit Bayram Veli hazretleri bu şikayetleri yeterince dikkate almazmış.Bir gün yine şikayette bulunmuş Kurt Musa; -Ağa o gadar tembiy ittim,bir türlü ineklerine sahap olmadın.Bak köpeklerime emir vereceğim,ala ineğini yedirip derisini gara ineğiyin sırtında gönderteceğim ha demiş.Seyit Bayram Veli kendinden emin,kardeşinin böyle bir gücünün olabileceğine ihtimal vermez.-Tamam bizim oğlan der.Elinden geleni yap.Ertesi gün inekler tekrar Kurt Musa'nın arazisine girince,o da gönderir köpeklerini.Köpekler ala ineği parçalayıp yerler,kara ineğin sırtına derisini atarlar.Akşam Kara inek Dedemköyü'ne tek döner.Seyit Bayram Veli,ala ineğin derisini kara ineğin üstünde görünce durumu anlar ve şöyle der; -Yahı bizim oğlan köpeklerin gurd ola da dağlara çıka.İşte kurtlar böylece köpekten türemişler.Hikayeyi anlatan Rahmetli Emine Tuğlu.Kurt Musa'nın mezarı Eski mezarın çıkışında yolun hemen altında solundadır.Dedemköylüler sizin köyde evliya bizim köydekinden daha çok ama siz bildiğiniz yok derlermiş.Hikayede anlatılanlar evliyalara yakışacak davranışlar değil ama böyle bir anlatım belki de 700 yıldan beri sürüp gelmektedir.Allah onlara ve geçmişlerimize rahmet eylesin.Gezlevi de ve yakın çevrede Seyit Bayram Veli'ye çok büyük hürmet gösterilmektedir.Şunu hiç unutmam küçükken ayağım taşa takılmış,sendelemiştim.Yüzü koyun düşmek üzereyken anam-Yetiş Bayram Seyidi dedem diye haykırmıştı.Bu sözü eskiden sık duyardık ama şimdilerde unutuldu.Seyid Bayram Veli'nin türbesi Dedemköyünün karşısında Katran ormanının eteklerindeki köy mezarlığındadır.
Yahı Bizim Oğlan Köpeklerin GurdolaGezlevi'de yöreyi İslamlaştırıp Türkleştiren alperenlerden Gurt Musa,Dedemköyü! ndeki Seyit Bayram Veli ile kardeştir.Horasandan bu görevle Anadolu'ya gönderilmişlerdir.Devir muhtemelen Alaaddin Keykubad devri olup yöre yeni fethedilmiştir.Alperenler halka yük olmayıp kendileri bizzat tarım,zanaat ve ticaretle de uğraşırlardı.Kurt Musa ile Seyit Bayram Veli'de tarımla uğraşmaktadırlar.Kurt Musa'nın Kayardı mıntıkasında Suyungözü mıntıkasında arazileri mevcuttur. Çardağının duvar yıkıntılarını o yöreye gezmeye gelenlere bu hikayeyi anlatarak gösterirler.Dedemköyü'ndeki Seyit Bayram Veli Hazretleri ineklerini zaman zaman Çatak Boğazına hatta Suyungözüne otlamaları için sürdürmektedir.Tabii ki Kurt Musa'nın arazilerine de zarar vermektedirler.Kurt Musa ağabeyine; - Ağa ineklerini Suyungözüne ağdırma.Emeklerime yazık ediyorlar.Ekinimi otumu yiyorlar diye sık sık şikayet edermiş.Ama ne hikmetse Seyit Bayram Veli hazretleri bu şikayetleri yeterince dikkate almazmış.Bir gün yine şikayette bulunmuş Kurt Musa; -Ağa o gadar tembiy ittim,bir türlü ineklerine sahap olmadın.Bak köpeklerime emir vereceğim,ala ineğini yedirip derisini gara ineğiyin sırtında gönderteceğim ha demiş.Seyit Bayram Veli kendinden emin,kardeşinin böyle bir gücünün olabileceğine ihtimal vermez.-Tamam bizim oğlan der.Elinden geleni yap.Ertesi gün inekler tekrar Kurt Musa'nın arazisine girince,o da gönderir köpeklerini.Köpekler ala ineği parçalayıp yerler,kara ineğin sırtına derisini atarlar.Akşam Kara inek Dedemköyü'ne tek döner.Seyit Bayram Veli,ala ineğin derisini kara ineğin üstünde görünce durumu anlar ve şöyle der; -Yahı bizim oğlan köpeklerin gurd ola da dağlara çıka.İşte kurtlar böylece köpekten türemişler.Hikayeyi anlatan Rahmetli Emine Tuğlu.Kurt Musa'nın mezarı Eski mezarın çıkışında yolun hemen altında solundadır.Dedemköylüler sizin köyde evliya bizim köydekinden daha çok ama siz bildiğiniz yok derlermiş.Hikayede anlatılanlar evliyalara yakışacak davranışlar değil ama böyle bir anlatım belki de 700 yıldan beri sürüp gelmektedir.Allah onlara ve geçmişlerimize rahmet eylesin.Gezlevi de ve yakın çevrede Seyit Bayram Veli'ye çok büyük hürmet gösterilmektedir.Şunu hiç unutmam küçükken ayağım taşa takılmış,sendelemiştim.Yüzü koyun düşmek üzereyken anam-Yetiş Bayram Seyidi dedem diye haykırmıştı.Bu sözü eskiden sık duyardık ama şimdilerde unutuldu.Seyid Bayram Veli'nin türbesi Dedemköyünün karşısında Katran ormanının eteklerindeki köy mezarlığındadır.
Kayıt Tarihi : 24.1.2008 23:02:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mevlüt Yanar](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/01/24/gezlevi-hikayeleri.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!