GERMEÇ
Yılın en güzel mevsimlerinden ilk baharın ilk günlerinde grup değişimi yapacak madencilerin son günlerinin yaklaştığı zamanlarda her zaman olduğu gibi mahallenin su ihtiyacını karşıladığı yaklaşık 3 km uzaklıktan ark ve V şeklinde dizayn edilmiş ağaç köprüler üzerinden gelip çörteden iki gözlü oluğa akan suyun yanıbaşındaki odunluğun üzerinde toplanan mahalleli muhabbete dalmıştı,
köylerde kahvehane kültürünün olmadığı hala da olmayn mahallemizide hava muhalefeti olmadığı iş gücünde az olduğu zamanlarda adı konulmamış bir kural gibi burada toplanıyorduk. Aynı saatlerde de karşı mahallenin havuz başı toplantıları hemen hemen aynı vakitlerde toplanır o gece ay ışığının durumuna bağlı olarak bu konuşmalar sürüp gider, bazen sakin bazen de hararetli ara sıra taşlı sopalı kavgalar olsada burası şartlar müsait olduğu zamanlarda hep dolu olurdu bu günlerde madenciler ve aileleri hep hüzünlü olur, madenciliğin sanki kendileri ile doğmuş üzerlerine vazife bir emir gibi karşılar bu yüzden madencilikten gelen sıkıntılara katlanmaya çalışırlardı.
Köyde iş bir türlü bitmez adeta işleri bitirdikçe yeniden doğar gibi her şeye baştan başlanır, köyün tarlalarının etrafına çevrili avlalar senede iki üç defa onarım ister, kışlık yakacak odunlar zamanı ve fırsat olduğunda ormandan evin önüne çekilmek ister, hayvanların yemi bakımı çift sürme, harman sürme, değirmen de un öğütme bunlar bir biri ardına gelir, hane sakinlerinin her birine görev bölümü kendiliğinden oluştuğundan her kes payına düşeni elinden geldiğince yapmaya çalışırız. Bu akşamın konusu sırtında haddinden fazla odun yüklemiş yaşlı sayılacak bir hanımın yanında aheste aheste yürüyen adamın mahallenin ortasında köyün yarı alim yarı deli iri yarı kadınından yediği azardı, çoktandır adama diş bilemiş gibi iki büklüm yanından geçen hemcinsinin arkasında elinde bir tutam ip ve bir balta olan kocasını görünce,bu kadar odun yüklenir mi şuncacığa bari birazını sen alsaydın diye çıkışına adamın,umursamazca ben ona odunu kesip biçer ormanda onun yükleyip getirebileceği şekilde bir yere yığarım, gerisi ona ait ne yaparsa yapsın diyerek kadının öfkesini duymamış görmemiş gibi yoluna devam edip gitti. Kadın "bunca yükü kadına yüklemek erkeklik mi kendinizi adam mı sayıyorsunuz böyle olunca" gibi lafları saydırmaya başlarken adam çoktan işitme mesafesini aşmıştı bile,onu savunmak yine kendi hanımına kalmıştı, bizim adamı kessen kadın işi yaptıramazsın zaten bir solukluk canı var onun bakma öyle alımına çalımına, ocakla bizim adamları yiyip bitiriyor adı batsın taşkömürnün,bir lokma ekmeği ne zor şartlarda kazanıyor bu adamlar canları sağolsun da ben odunları taşımak bana kalsın deyince, "tüh sanada bunca yük az bile vurmuş sana adam" diyerek hanımda ağzının payını almış oldu.
köylerde geleneksel olarak mesela adam kazma ile bahçede Bostanda çalışmaz sovalca ile eve su getirmez, buna karşın kadınlarımızda balta ile ormanda ağaç kesmez çift sürerken pulluk ve kara saban'nın saplarından tutup çift sürmez gibi...
Her ne kadar köyde yaşıyor diye köylü olarak anılıyor olsak da bir asırdır hayatımızın bir kısmını Zonguldak kömür madenlerine ayırmak zorunda idik, yöremizin her köyü gibi köylerimizin hemen hemen her erkeği Zonguldak taş kömürü işçisiydi, bu yüzden kömür ve rençberlik birbirine yapışık ikizler gibi birisi ne ise diğeride oydu.
Buralarda doğan her erkek yaşam mücadelesini sürdürebilmek için hem tarlada hem maden ocaklarındaki işleri yapmak bilmek zorundaydı, Kömür galerisinin göçüğünü önlemek için yapılan tahkimat ustalığı her şeyden önce kendisinin can güvenliği idi, kendilerinden sonra gelecek vardiya arkadaşları yapılan bu tahkimatların altında kömür kazacaklardı. Köyde gücünden yararlandıkları hayvanlar için boyunduruk, zelve, kağnı arabası, düven yonmak, balta sapı,kazma sapı yapıp takmak badavra tahtası kütük yontmak avla tutmak v.s gibi araç gereçleri kendisi yapmak kullanmasını bilmek zorundaydı.
Madende çalışmayan köyün nadir erkekleri geçimlerini orman ürünlerinden sağlamak zorundaydı en geçerli meslek şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş sepet ve küfe örüp at sırtında kasabaya kaçak yollarla getirip pazar yerinde satmaktı.
Sabahın erken saatlerinde boş grup iznin süresini köyde bitiren gruplu (münavebeli) işçilerin madenci durağı olarak belirlenen yerinde, toplanmaya başlamıştı, buradan beraberce yola çıkılacak durağa gelenler artık köy hayatının yaşamını kafasından atmış kendiliğinden maden işçiliğinin piskolojine geçmişti. Emekliliği yaklaşan madencilerden birisi yollarının üzerinde bulunan köye hakim bir tepede ceketini çıkarıp maden ocaklarında gördükleri muameleyi protesto etmek için sanki tozunu silkeler gibi adamlığı mı buraya bırakıyorum arkadaşlar emanetimdir köyümün topraklarına diyerek ceketini tekrar giyip yoluna devam etmesi dilden dile dolaşacaktı
Yarın uyandıklarında üzerine bastığı börtü böceği çiçeği yeşili ile gökyüzünde ayı güneşi, yıldızları, dağları , epeleri gördüğü yerleri arkalarında bırakıp sanki başka dünyalarada olacaklardı, biraz yokuşu olan tarlalarımıza gitmek bile zor gelirken yarın ineceği, desendere, başyukarı atak dedikleri yerlere giderken,hele birde çat aralarından ipi geçirip ucunu bağladıkları direkleri domuzdamı örecekleri kartiyedeki yerlerine malzemeleri çekerken,direk dibi kazarken sarmayı bellemeyi tavana kaldırırken, çoğu alçak sürünme ile geçeceği galerileri geçerken çekecekleri zorlukları aklına bile getirmek istemiyorlardı.
Kafese binip maden ocağına indiklerinde Güneş ışığının ayın ve yıldızların yeryüzüne yaydıkları ışık ve ısının yerine yerin 525 m altında önlerini görebilmek için, 8 saatlik ömrü olan şarzlı lambaları baretlerine takarak önlerimizi görebildiğimiz ışık kaynakları her şeyimizdi .Atacak adımlarımızın alanı sınırlıydı, açılan anayol ve galerilerde dışarıda iken aklımıza ilk bile gelmeyen nefes alıp vermeye yarayan oksijen,ocağın havalandırma sistemlerine bağlıydı bilmeden girdikleri kör nefeslik denilen yerlerde yanlışlıkla girip metan gazının üzerlerine çöktürdüğü refahet ile uyuyakalan ve bir daha uyanamayan çok arkadaşımız hayatlarını kaybetmişti.
Boş grubunu köyünde geçirenlerin tamamı toplanma yerine gelince hep birlikte kasabaya doğru yola çıkma zamanımız gelmişti,
ana akraba eş çoluk çocuk köy halkından kimse yolcu etmek için gelmez ama,şu an ve bir iki gün evlerde matem havası olacağı kesindi, gideceğimiz yol kağnı arabasının rahatça hareket edebileceği kadar genişti kamyonlarla tomruk çekmk için yapılan orman yolu ile birleştiğinde neredeyse Kanyon sayılacak diklikte yemyeşil ormanlar içindeki vadinin ortasından giderken kanadın ortasından akan dere yolun yarısına varana kadar gözükmeyecekti bile
Eskilerin deyimiyle yolun trabına düşen madenciler arasında en çok konuşan emekliliğine az bir zaman kalmış hiç evlenmemiş Pıtık Irza amca vardı bu güne kadar hiç evlenmemiş annesi ve halası ile yalnız yaşayıp gidiyordu en çok o konuşuyor ve dinleniyor du,emekliliğine az kaldığı için onu ambar görevlisi yapmışlar işçilerin iş bitimi kazma kürek balta tokmak gibi gereçlerini ellerindeki pul karşılığı teslim alıp yine pul karşılığı geri veriyordu.Pulların üzerindeki numaralardan kimin ne verdiği aldığı belli oluyor bir karışıklığa meydana gelmesi önleniyor aynı numaradan iki âdet olan pulların bir tanesi verileren takım üzerine konulup alınırken de pulun numarasını vererek verdiği malzemeyi geri alıyordu,konuşurken bazan domuzdamcı ustalığına geri dönmekten bile bahsediyor malzeme alış verişlerinde çektiği sıkıntıları anlatmadan edemiyordu.Madene yeni işe girmiş köyün gençlerinden Sezai bir ustanın
amele arkadaşı İsmail'in ustası elindeki baltanın susadığını baltayı İsmaile verip kanala su içmeye getirmesini söyleyerek ustasının onunla nasıl dalga geçtiğini anlatıyordu hafif virajlı akur yol bitip yol baş aşağı döndüğünde köyden epeyce uzaklaşmışız demekti.Her zaman dere çatı denilen yerde mola verilir çıkınımızda ne varsa oturtup yemeğimizi yerdik,bu gün de iki derenin birleştiği yerde mendillerimizi yayarak hepimiz bir yerde karnımızı doyurmak için oturup haşlanmış yumurta yeşil soğan pırasa börek tavuk somun ekmeği cizleme bazlama gartalac kömeç hemen hemen tüm ekmek çeşitlerimiz sofrada vardı su içme ihtiyacı olanlar derenin bir kenarından avuçlarıyla su içip sofraya geliyor boyu kısa olan telet suyu avuçları ile içememiş iki derenin birleştiği çağlayanın oluşturduğu gölün kenarına yüzü koyun yatmış,çocukluğumuzda olduğu gibi suyunu içiyordu buradaki yarım saatlik moladan sonra eşyalarımızı toplayıp tekrar yola çıktık.
Bundan sonraki yolumuz hep aşağı doğru meyilli bu kısım dereye daha yakındı bu sefer dereyi solumuza almıştık az ilerideki orman kaçakçılığı için ve orman işletmesinin bir görevlisinin olduğu binanın yanından geçiriyorduk burada köyde yaşayan herkesin bir anısı vardır köyden kasabaya gelen orman ürünü her şey burada kontrale tâbi tutulur küfe ve sepet örüp kasabaya getirmek zorunda olanlar gece yarısında köyden çıkar burada yakalanmamak için ya yolunu değiştirir etrafından dolaşarak hem fazladan yol yürümüş olurken atlarını ve kendilerini tehlikeye atarak normal şartlarda 3 saatlik yolu 3.5 / 4 saate yakın zamanda bitirip Sabaha genellikle at bağlama yerinde yolculuk sonlanırdı, sepet ve küfeler buradan sahipleri buraya gelip sepetleri teslim alırlardı, Zaman ilerledikçe hem yorgunluk hem geç kalma piskoloji ne bağlı olarak kimse pek bir şey konuşmadan yürüyor kasabaya taş ocağı işletmeciliği yapan yerin yakınından geçerken burada kaldırım taşı yapan bir kaç işçi görüyorduk o kadar,ocakla ilgili başka ne bilgimiz ne ilgimiz ne de bağlantımız vardı kasabanın tek katlı lokonta sının arka tarafında bahçedeki kuyudan su içip ellerini yüzlerini yıkayarak alalacele karınlarını doyurup bir an önce madencileri taşıyan otobüse binmek zorundaydık, lokontanın arkasındaki bahçeler gibi bazı evlerin bahçelerinde köylerden at ile gelenlerin atlarını bağladıkları yerler vardı bu günün oto parkları gibi zamanın Atparkı görevini buralar yapıyor,atları bağlayıp
torbasına biraz saman ve arpa doldurup torbayı atların başına takıp yamlerini yemesi ve dinlenmeleri için 5/6 saat kalacakları buralara bırakırdık arada bir defada su ihtiyaçları için yanlarına gider daha sonra akşama kadar yanlarına uğramazdık. Pazardan alacaklarımızı alıp atların dinlenmeye bırakırken çıkarttığımız semer yada eğerlerini atların sırtına bağlayıp yem torbalarını çıkararak pazardan aldıklarımizi atın heybesine doldurup köye dönerik bazen acemi biniciler atın kuşağını sıkamazlar yolda atın üzerinden semerle birlikte yere düşerlerdi, yakınlarımızdan bir amca pazardan alması gerekenleri alır atına biner köyün yolunu tutar biraz gittikten sonra ceplerine bakıp eğer para kaldıysa geri döner onu harcar tekrar köyüne geri dönermiş.Ellerimizi yüzümüzü buradaki kuyudan çektiğiniz sudan yıkadıktan sonra lokontaya girip değişmeyen menümüz işkembe paça çorbası yanında ızgara köfte yedikten sonra ,Maden ocağında çalışırken bir arkadaşımıza dolu grupta iken bir ay yetecek harçlığı değiş tokuş eder gibi her ay sonlarında para verirdik,herkes güvendiği arkadaşı ile bu para alış verişini yapardı önce köyümüzün alış veriş yaptı bakkallara
para bırakan olup olmadığını sorar eğer bırakılmadıysa,arkadaş bir şekilde buluşup emaneti alıp maden ocağına öyle giderdik
Maden ocağından gelenler madene gidecekler ay başlarında kasabada ay başlarında buluşur mahşeri kalabalık olurdu boş gruptan gelenler madene dolu gruptan gelenler ise köylere gitmek için işlerini bitirip nereye gidecekse bir an önce gidince iki üç saat sonra kasaba eski sakinliğine kavuşur du.Bizim artık köyden gelenler olarak hepimiz ayrı ayrı yerlere dağılmıştık ben amcaoğlum Recai'den birbirimize bıraktığımız parayı alıp hemen alışveriş yaptığımız bakkala bıraktığım iş elbiselerini koyduğum çuvalı alıp bir an önce otobüslere binmeliydim,çuvalın içine konulan torba da da yiyecekleriniz vardı ceviz birkaç elma armut gibi mevsimlik yiyecekler ve illede bir börek ve haşlanmış tavuk olurdu
Uzun ve yorucu günün sonuna doğru işçi yurtlarının önünde otobüsten iner inmez, ayakkabı boyacıları,torbalarında tas ile meyve satan, bidonlar ile su taşıyan çocukları nizamiyenin karşısında ki baraka bakkalın önündeki günün her saatinde eksik olmayan hareketlilik devam ederken, biz nizamiye nöbetçisinin dikkatli bakışları arasında 3 bloktan oluşan 3 katlı binaların sonuncusunun 3.ncü katındaki 33 no,lu koğuşa doğru gitmeye başladığım da işçi yurtlarının insana huzur veren havasını üzerimde hissetmeye başlamıştım bile. Buradaki bahçe öyle güzel düzenlenmiş ki hiç bir yeri boş bırakılmadan çeşitli süs bitkileri ile süslenip yaya yolları Arnavut kaldırımları özenle döşenmiş,etraflarında göbeği geçmeyen bir metreye yakın kalınlığı ile yine çalı süpürgesi bitkisine benzeyen süs bitkileri ile çevrilmişti, envai çeşit güller planlı dikilmiş iğne yapraklı ağaçlar bahçenin mimarisini tamlayan birer aksesuar olarak tualdeki resmin son fırçasını atmış gibiydi. Orta yerdeki havuzun etrafında genişçe banklar hemen yakınındaki masalar değerini bilebilenler için çok güzel bir dinlenme yeri idi oysa çoğumuz bu güzelim yerleri bırakıp iş çıkışlarında önden müfreze gönderir gibi aramızdan seçtiğimiz bir arkadaşı banyosunu yapar yapmaz doğru kahveye gönderir bir masaya oturup elliki kağıtları yaz boz kağıdını alıp masayı ayırtmış olurduk. Koğuşa elbiselerimi bırakıp hemen yemekhaneye yemek yemeye inmiştim normal günlerde yemek tikesi ile gittiğimiz yemekhaye grup değişiminin olduğu zamanlarda tike sorulmaz grubun ilk gününde dağıtılan 3 bölümlü yemek tikesinin o gün hangi öyünü yiyeceksek o bölümü yemekhane görevlisne verip oradan aldığımız ekmekle beraber,karavana bölümünde kazanlarda pişirilen yemeklerden 4 bölümlü tabaklarımıza koyulan yemekleri,ayrı bir tabakta verilen hoşafımızı çelik sürahili çelik bardaklı masalardan birine oturup karınlarımızı doyurup bahçeli camili çay ocaklı geniş ve refah ortamda bir dakka fazladan durmayıp
doğruca kahnenelere koşardık, kahvehaneler de bitmeyen okey 51, 66, king yanık, pişti, domino oyunlarında vakitler ölüp giderdi, tabi o kadarda boşa giden paramız olurdu. Sinemanın bitişiğindeki arada karşılıklı iki kahvenin solundaki kahvede bulabildiğimiz sandalyeye oturmak zorundaydık belde de bulunan yirmiden fazla kahvehane 7_8 tane lokonta birahane postane 10 dan fazla bakkal dükkanın her biri tıklım tıklım dolu olurdu, akşamları isteyen sinemaya gider isteyen kahvehanelerde vakit geçirdi,ben bir masaya oturup yüz göre tanıdığım arkadaşlara selam verince kısa bir muhabbetten sonra kimsenin ismini cisminin önemi yoktu nasıl olsa maden işçisi nasıl olsa muhtemelen aynı kömür işletmesinin aynı bölüm de sekiz on kartiyesinden birinde yer altında üretim pano işçisi idi,çaylarımızı yudumlarken nasıl olsa kısa bir muhabbetten sonra birbirinizin kopyası hayatlarımızın tek farklı yönü yaşadığımız yerlerdi, aynı zamanda köylerimizde buğday, mısır,arpa,yulaf,ekiyor harman sürüyor odun taşıyor, rençberlik yapıyorduk zaten üç beş kişi iş çıkışı bir araya geldiğinde konuşulan konulardan birinci sırayı kömür ikinci sırayı köy hayatının yaşamı olurdu,merhaba ne var ne yok hangi kartiyedesin?Baban la aynı kartiyedemisin? Kömürü nasıl oranın iki üç defa boş grubunda orada çalışmıştım kömürü bol oranın ama falanca baş çavuş canımıza okuyordu.Eskiden bir işçinin işçiye çok kötü davranan bir üretim şefi varmış işçilerden bazıları Allah'ım hadi kömürü yarattın fakat bu şefi niye yarattın dedirtecek kadar kötüymüş yıllar sonra bu şefin oğlu memur olarak bir köye atanmış, tabi köylüler devlet memuruna elinden geldiğince saygıda kusur etmez köy odasının en güzel köşesine oturtmuşlar, bir gün iki gün derken memurun madendeki şeflerinin oğlu olduğunu öğrenince bir daha onu kimse baş köşeye oturmaya davet etmemiş, madencilik muhabbetinin ardından köylede ne var ne yok tallala buğdayla sizin aşa taraflada ekinne misille eyi olu,domuz geliyamı sizin ollara gibi bu yıl havala gurak gitti allah yardımcımız olsun... ekseninde muhabbetler sürüp giderdi tek dertleri helalinden yevmiye almak o iş günü amirinden laf işitmemek dahada ilerisinde hakkında bu adam çalışmadan yevmiye alıya dedürtmeden,huzurla akşam başını yastığa koymak çoluk çocuğun boğazından haram lokma geçirmemek, bunun dışında kimsenin işine burnunu sokmadan yaşayıp gitmek. Madenlerde tonlarca toprağın altında 600_700 m yerin altında dışarıyla tek bağlantı bir iki kuyu olan kömürü çıkarmak için, bulunduğu ortamın koşullarını hiç düşünmeden kömüre kazma vurmak kim az çalışmış çok çalışmış hiç ama hiç umrumda değildi devletine o kadar çok güvenirki bu şartlar altında çalışan birisi kimsenin kötülük namına bir şey düşüneceği aklına bile getirmeden işi gücü ile başabaşa yaşar giderdik. Kahveyden birisi çıkıyor birisi geliyor, masalarından oyun oynamak için ayrılanlar oluyor derken benimde canım sıkılıp Sefer Ağa'mın masasına gidip pişti oyununu seyredeyim dedim o kadar zekice kağıt takip ediyordu ki
Oyun sırasında çıkmış çıkacak iskambil kağıtlarını takip ettiği gibi bir el önceki oynanan oyunda hangi kağıt ne zaman çıkacak az çok takip edebiliyordu,oyunlarda oyun masasına gelen ziyaretçilere çay ikram etmek gelenek gibi bir kural olmuştu dört kişilik bir oyun dört beş parti sürerse masanın tamamında 50/60 çaydan aşağıya hesap ödenmez,bu oyunlarda bazen hile hurda yapmaya kalkanlar olur o kağıdı attın bu kağıdı attın tartışmaları olur gereksiz gerilmeler meydana gelirdi. Oyun bittiğinde biraz vakit ilerlemiş yarın ocağa gitmek için gereksinim olan bazı ihtiyaçlarım için bakkala girdiğim de hoş beş faslından sonra köyümüzün biraz dağınık adamı Muharrem'i soran bakkal sahibi homurdanıyor üç beş gruptur borçlarını doğru dürüst ödemedi için söyleniyordu, yarın maden ocağında direk çekmek için bir ip iki kalıp sabun ocağa içme suyu getirmek için plastik bidon tırnak makası boynunuza sardığımız mendil yarınki yiyeceğim kumanya bir kutu jilet alıp veresiye defterinde ki ismimin
Karşılığı na yazdırdım, bakkal bana her ay olduğu gibi küçük bir blok not defteri verdi
bu defterler bakkaldan alış veriş yapan her işçiye verilir daha sonra borç yüzünden çıkacak itirazların önüne geçmiş olunurdu.
Sabah iş elbiselerimi giydiğimde üzerimde tertemiz halimi görünce
madenci eşlerinin dere kenarlarında kazanlarda su kaynatıp,sıcak su ile sert bir zemine konulan çamaşırların üzerine tokaç dediğimiz ağaçtan yapılmış üçgen şeklinde
bir aletle vurularak sabunlayıp eski usul doğal sabunumuz kil ile yıkamaları aklıma geldi. Az sonra bineceğimiz kafesle ineceğimiz ve çalışacağımız kartiyeye varana kadar kömür tozuna belenmiş hele gün içinde yapacağınız çalışma sonunda dışarıya vücudumuzdan akıttığımız ter ile âdeta hiç yıkanmamış gibi kirleneceği aklıma geldikçe içimden tebessüm ettim, vardiya sorumlusu başçavuş yanında postabaşı ile birlikte kartiyedeki ayağın sonundan başa doğru saymaya başladı Şevket usta dört dam iki belleme, Alirıza usta l3 dam 3 belleme Sezai 5 dam 1 belleme. Şahin 2 dam 2 belleme.. Sadettin, Fahrettin Hüsnü, Muharrem.. İrfan..
Muharrem AKMAN
9/11/2022 Zonguldak Dh
Kayıt Tarihi : 8.11.2022 20:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!