Geriye Bırakılan Gülümseyiş...(deneme) ...

Osman Baş
14

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Geriye Bırakılan Gülümseyiş...(deneme) 24 Mart 2010 Tarihinde 96 Yaşında Aramızdan Ayrılan Mahmut Varol Dede’nin Aziz Hatırasına…

Üşütmeyen rüzgârın okşayan serinliğinde tenimin her hücresini tek tek ziyaret eden ben var içimde. Neden böyle bir görev üstlendiğini bilmediğim ılık rüzgar, huzuru kendi sessizliğinde sürekli, tatlı tatlı üflüyor. Mevsim bahar mı, kış mı karışımında bir gün. Doğduğum köyde çok sevdiğim büyükler baki âleme yürüyor peş peşe.

Bir sala makamınca yürekleri dağlayan okuyuşa, dinleyişe, hasret bıraktı bizi. Ne zaman bir yakınımın cenazesine gitsem ondan dinlediğim su salasının makamları altüst eden sade güzelliğinde ağladığım vakitler daima aklımdadır.

Sabahın tam baharlaşmamış dua vaktinde bir horoz sesi. Gece yarısından beri hazırlık yapıyorum dercesine, ötelere çok ötelere ulaşmasını istediği sesine kendince makamda vererek alacakaranlığı yara yara gelişi, pimapen pencere köşelerini delip odaya süzülüşü…

Kalk artık ne yatıyorsun, bu sabah mutlaka erken kalkmalısın! Birincisi dua, ikincisi yine dua vaktidir. Uzanıp pencereyi açtı, perdeleri aradı, yorganın altındaki yüzüme baktı. Son kez horoz ötmüşlüğünü duymam gerektiği inancıyla nesi var, nesi yok alabildiğince bütün gücünü kullandı beni uyandırmak için.

Her köye gittiğimde ellerini öptüğüm, mutlaka çay içip sohbet ettiğim, karşılıklı benden bir beyaz pamuklu yakıp gönül muhabbeti yaptığım baba dostum, büyüğüm, Mahmut dede ebediyete yürüdü. Peki şimdi kim dolduracak onun yerini, kışın en soğuk günlerinde hiç üşenmeden Kelkit’ten kim abdest alacak, cenaze evin önünde yıkanırken kim sala verecek? O sesi, ifadesinde daima zorlanacağım ağlayan ve ağlatan sesi duymadan nasıl cenaze namazına hazırlanacağım.

Gözlerimde bitmeyen damlaların dozunu hep onun sesiyle yarlandırdım. Tarihin ve dahi benim elli yaşımın zaman zaman tahlilini yaptığım dertleştiğim, hâl hatır sorduğum, kendilerince bütün sırlarını dinlediğim büyüklerim.

Tespih tanelerince bir bir bitiyorsunuz. Sizi sevmek, size dost olmak riyasız, rolsüz karşılıksız saymak ve sevmek… Ayrılıklar, beyni teslim alan ve sulandırmaya hazır hâle gelen ne varsa, tatlı olmayan bir günü yanına alıp zimmetlerse yapacak hiç bir şey yok diyebilirim. Kaybolmak vakti geldi mi kim varsa oyuncak bahçesinde çıta görevi yazılmış atsız ve dahi adlı kahramanlar. Tam bahar gelecekken, tam havalar ısınmaya yüz tutmuşken, tam sabah olacakken nefes alış vakti tamam oldu.

Köy bilgesi bir sevda, bir manevi çınarın aramızdan ayrılmasına alışmak köy akşamlarımda hüzünlü saatleri tattıracak bana. Şimdi doksan altı yaşında toprağa düşen gönül dostumun ardından gözyaşı döküyor çam ağaçları, hâline küsünce Tepekışla sokakları. Kovanı bozulmuş arılar gibi döner durur kavak dalları. Kelkit suyundan ayrılmak kolay mıdır?

Güneş kuşluktan kurtulmuş öyleye doğru yol alırken yükselen su salasını duymadı kulaklarım, aldırmadı, ilgisini çekmedi, duygulanmadı, ateş yanmadı içimde, gözlerime su inmedi. Bu ses tanıdık değildi, yanık değildi. Beni volkan gibi patlatan, hüznün doruğuna götüren değildi.

Biliyorum artık hiç duyamayacağım. Köy akşamlarımda olmayacaksın Mahmut Dede. “Osman’ım sen misin, hoş geldin! ” diye sarılmayacaksın bana. Adını gözyaşı mevsimi koyalım bu yılki baharın. Karadağ yamaçlarında endirek çubukları boy atmasın.

Kelkit bakışlı koca çınar. Yamaçlarında üzüm bağlarını, rengarenk çiçekleri, toprak rengini almış nasırlı elleri, çizgi çizgi olmuş alında yılların yansıması, alnın dimdik duruşu, yorgunluğunu türkülere akıtan koca bir sevdanın bir ömrün tek bendende toplanışı.

Köy akşamlarında güneş kaybolmaya yüz tuttu mu yorgun tenin geceye uzanışı başlar. Uzaklardaki şafak patlar, ayakların damar atışında alınlar nişane olur da, ocak başı korunda çaydanlık türküler söyler kendince.

Güneş vaktinin şu an için önemi kalmamıştır. Ay günlerce bulutların ardına saklanıp görünmesin. Yıldızsız gecelerde, ağıt yakmış hıçkırıklarla boğulmuş, çöl olsa da vahalar büyümez gözlerimde. Susuzluğum dayanılmazların uzağında, çeşmelere aldırmasın.

Bir çığlık gibi içimden dökülüp beyazlar içinde uzanışın geriye bıraktığı gülümseyiş kaldı geriye. Aynada kendini arayışında, buzların ak düşmüş saçlardan mızrak mızrak kaşların arasına dalışını görmek, ebedi âleme omuzlarda yürüyen bir bilgenin, manevi devin geriye gülümseyişi kaldı.

Horozlar yok oldu ortalıktan. Tavuklar gıdaklamaz oldu. Güneş olduğu yere çivilendi sanki. Bulut mavisi bir iklimin tatlı serinliğinde sessizce istediği bir dünyaya doğru kanatlanıverdi. Biliyordu, görüyordu, kendini dinliyordu, kalubela gününden beri var olan ruhunun dünyalık bölümünü tamamlamak üzere olduğunu biliyordu.

Son görüşmelerimizin tamamında “Hadi güle güle git, hakkını helal et oğul…” derdi. “Adı güzel, kendi güzel Muhammed.” “Mahşer buluşması uzamaz oğul” dedi son görüşmemizde. Uzamaz elbet, uzamaz Mahmut Dede. İnşallah…

Bağdaş kurup oturduğum divanın üzerinde bildiğim bütün duaları okuyorum. Bilirim anamda sağ olsaydı Mevla’ya akardı her daim. Daha altı aylıkken bırakıp giderken beni, son kez kucağına alıp öpüp okşadığında gözyaşları arasında dünyaya veda ederken bana gülümseyişi. Geriye gülümseyiş bırakışı. Hiç bilmediğim, görmediğim, hatırlamadığım annem de karışmışlardandı biliyorum. Onun çocukluk arkadaşları ve komşularına defalarca anlattırıp durdum yıllar önce. Babası da erenlerdendi, karışmışlardandı, Allah bilir elbet. Mahmut Dede de karışmışlardandı.

Kelkit kıyısında beyaz kireçli iki katlı evin perdeleri kapalıydı. Kelkit, durgun akıntısının huzurunda alev alev yanıyor. Bu yanış dünyalık yanış değildi elbet. Mahşer öncesi dayanılmazları yaşayıştı. Erenler safında Dedem Korkut yanında kalp ritmi sezsizliğinde, hepsi bir nefeslik. Avuçlar uzanırken kalpler duada. Peş peşe yürüyoruz, aramız bir adımlık…

Osman BAŞ / 28.04.2010

Osman Baş
Kayıt Tarihi : 20.8.2010 15:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Osman Baş