Geredem Ve Boş Dünya Şiiri - Yorumlar

Sıcak Rüzgar
413

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

GEREDEM VE BOŞDÜNYA
Sevgili Hemşehrilerim, ben Geredemizin ilk belediye başkanı Lütfizade Kodaloğlu'nun torunlarından olan Hafız Nuri Kodal ile tüccar Hacı Rıza Efendinin kızı Münevver Hanımın oğlu Dr. Şemsettin Kodal’ım.
Geredemizi çok iyi tanıyorum diyemem çünkü Cumhuriyet’in 10’uncu yılında henüz ben bir buçuk, iki yaşlarında iken ailecek Ankara'ya göç etmişiz. Sonra ben orta okul çağına gelince de İstanbul'a taşındık ve o günden bu yana da İstanbul'da ikamet etmekteyim. Gerede'den göç etmişiz ama uzun yıllar hiç terk etmedik. Tatillerde ya hep birlikte Gerede’deki evimize gelirdik ya da annemler beni Gerede’ye gönderirlerdi. Dolayısıyla ‘’çok iyi tanımıyorum’’ demekle beraber çocukluğumun en güzel anıları Gerede’ye aittir. Evimiz Kodaloğlu sokağının üst köşesindeydi. Sağ tarafımızda Hacı Zekiler’in evi vardı. Bahçelerimiz taa aşağılara kadar uzanırdı. Onların bahçelerinin sonunda suyu gürül gürül devamlı akan bir çeşmeleri vardı. Mahalleli bu çeşmeye ‘’Hazzeki Çeşmesi’’ derdi. İbriğini, güğümünü, helkesini, sürahisini, bakracını alan bu çeşmeye gelip sularını doldurur; evinin içme ve kullanma suyu ihtiyacını buradan temin ederdi. Çeşmenin karşısında mahallenin sevilen Ayşe ablası ‘’Bekçi Aşa’’ otururdu (Kaybettiği eşi bekçiymiş ve eşinin mesleği zamanla ona lakap olmuş). Oğlu Eşref’i pek sayar severdim. Gerede’ye her gidişimde bana ‘’hoş geldin’’ deyip hatırımı sorması beni pek mutlu ederdi. Kodaloğlu sokağının devamında Kadılar’ın bunlara Keşçiler de denirdi. 3 katlı evleri vardı. Adlarından da anlaşılacağı gibi bu aile keş yapar satardı. Yılların kararttığı ahşap evin hemen hemen bütün pencerelerinde kurumaya bırakılmış beyaz beyaz KEŞ kalıpları görünürdü. Düzgünce sıralanan keşler resim gibiydiler ama ekşi kokuları bütün mahalleyi sarardı. Evin önünden gelip geçenler ‘’bu koku çekilmez’’ diyerek burunlarını tıkar hızla uzaklaşırlardı. Onların bu tepkileri beni çok eğlendirirdi. Çünkü Gerede'ye geldiğim ilk günlerde bu kokuyu önce ben de yadırgar ama sonra alışırdım. Hatta bu koku beni iştaha getirir; canım keşli makarna bile çekerdi. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar Geredeliler, mahalle sakinleri birbirlerine karşı ne kadar saygılı ve hoşgörülü imişler. Dayanışmalarını, komşuluklarını takdir etmemek mümkün değil.
Gerede'ye geldiğimizde hısım akraba, tanıdıklarımız ve arkadaşlarımla birlikte olmak beni çok sevindirir, memleketimde çok mutlu olurdum. Gerede'ye gelir gelmez oyun oynamaya başladığımız üç iyi arkadaşım vardı. Bunların ilki Gücükler’in ortanca oğulları rahmetli Nihat’tı. Bir de onun küçük kardeşi Ahmet vardı. O da bazen bizim aramıza karışıp oynamaya çalışırdı. Duydum ki şimdi bu küçük arkadaş da doktor olmuş; göz hastalıkları profesörü imiş. Çeşmeli sokağın ileriye doğru alt köşesinde Bekçi Aşalar’ın evinin bitişiğinde ortanca teyzem Mercanlılar’ın Makbule Hanımın evi vardı. Teyzemlerin evinin hemen alt yanında Karabacaklar’ın ve daha sonra da Hacı Emin Efendiler’in evleri vardı. Hacı Emin Efendiler’in küçük oğulları Satri (Sadrettin) de benim ikinci yakın arkadaşımdı. Üçüncü arkadaşım ise yine aynı sokağın yukarısında, Figaniler’in karşı KÖŞESİNDEKİ evde oturan Serteller’in oğlu İsmail idi. Ne yazık ki o da rahmetli oldu. Bir de Makbule teyzemlerin evinin karşı sırasında oturan Sinekligiller’in oğlu Celal vardı. Hayatta olduğuna sevindim. Celal bizlerden birkaç yaş büyüktü. Onunla pek oynamazdık ama onu da atları olan merakı ve sevgisi ile hep hatırlarım. Sinekligiller’in evinin yanında da yanlış hatırlamıyorsam ‘’Mısta beyler’’ lakaplı ailenin de Muharrem adlı bir oğulları vardı ki o da sonradan edindiğim bir çocukluk arkadaşımdı.
Geredemin pazarları da bir başka olurdu. Evimiz pazaryerine yakındı ve ben pazarı merakla beklerdim. Marketlerin, manavların henüz bulunmadığı Geredemiz’de pazar hem şehirlimiz hem de köylümüz için çok önemliydi. Cumartesi günleri şehir birden canlanır, kalabalıklaşır, renklenir; her evde bir pazar telaşı başlardı. Benim çocukluğumda pazar satıcıları mallarını o pazardan bu pazara taşıyan, toplama mal satan esnaf değildi. Satıcılar kendi köylümüz ya da Gerede’nin komşu ilçe ve köylerinden gelen hakiki üreticilerdi. Köylüler ürettikleri malları satmak ve ihtiyaçlarını almak için cumartesi günleri sabahın erken saatlerinden itibaren at ve eşekleri ile şehre gelirlerdi. O zamanlar köylümüzün ekserisi fakir olup çok zor geçinirlerdi. Evlerinde ürettikleri yağ, yoğurt, peynir gibi süt ürünlerini ve besledikleri kaz, ördek, tavuk gibi kümes hayvanlarını ve yumurtalarını satarak ya da ihtiyaç duydukları mallar ile takas ederek alışverişlerini yaparlardı. Bugün bizim arabalarımızı bir ücret karşılığında belirli yerlere park ettiğimiz gibi köylüler de at ve eşeklerini, büyükbaş hayvanlarını para karşılığında pazara yakın evlerin bahçelerine ve damlarına bağlarlardı. Böylece pazara gelen köylü hayvanını güvenle, gönül rahatlığıyla bırakırken bahçe sahibi de hayvanlara göz kulak olup para kazanırdı. Hatırladığım kadarı ile at ve büyükbaş hayvan bağlamanın bedeli 40 para (1 kuruş), eşeğinki ise 20 para idi. Yani bir büyükbaş hayvan aşağı yukarı bir bazen de iki yumurta karşılığında bağlanırdı. Bu hayvanların biriken dışkıları da gübre olarak ya da tezek yapımında kullanılırdı.

Velhasıl tüm küçük şehirlerde ve kasabalarda olduğu gibi Geredemiz’de de pazarın kurulduğu gün çok önemli bir gündü. Öyle önemliydi ki Geredeliler haftanın günlerini bile pazarın/pazarların kurulduğu güne/günlere ve yerlere uygun olarak farklı şekilde adlandırılırlardı. Okulda öğretilen gün adlarından farklı olan bu adları ve niçin böyle denildiğini bir türlü anlayamazdım Bugünleri bir hatırlayalım:

Tamamını Oku