Buğday tenli, kavruk yüzlü akşamlar vardı.
Her gün batımında kına yakılırken gökyüzüne,
Boğazları yakan, nefes alışları zorlaştıran
Kömür kokuları olmazdı..
Ne ozonu tabakasını delebilmiştik daha
Ne de televizyona esir olmuştuk..
Yakılan çıralar eşliğinde misafirliğe gidilirdi.
Radyolardan havadis dinlenir,
Radyo sanatçılarının seslendirdiği fasılların eşliğinde
Koyulaştırılırdı muhabbetler.
O zamanlar bir fincan kahvenin gerçekten kırk yıl hatırı vardı.
Erken kalkardık sabahları babam işe giderdi ben mektebe.
Arkası ve dizleri yamalı pantolonlar giyerdim.
Şimdiki gibi onur kırıcı bir şey değildi yamalar.
Nasıl doğruysa sözümüz öyle bozulmamıştı özümüz.
Lastik pabuçlarımız en az iki yıl garantiliydi.
Asfalt yol yoktu daha, mektebe giderken taş tekmelerdik
Pabuçların garantisini sınamak için.
Bazlama koyardı annem çıkınıma bir de haşlanmış yumurta.
Öyle şimdiki gibi beslenme çantası yoktu.
Hoş beslenme zorunluluğu da yoktu.
Çocuklar zaten anadan doğma besiliydi o zamanlar.
Artık okullu olduk şarkısı eşliğinde yol alırdık okula.
Öğretmenler kutsaldı.
Hem bir baba hem bir ana olarak öğretilmişti bize...
Ve bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olunurdu.
Gerçekten.
Öğle yemekleri nadiren,
Kahvaltı ve akşam yemekleri ailecek yenirdi.
Geçim yine sıkıntılıydı ama ek iş yapmak zorunda değildi
Babalar.
Komşu komşunun külüne muhtaçtı
Bu düstur üzere kuruluydu ilişkiler.
Bir yemek pişirse annem bir tabakta komşuya götürürdü.
Kokusu gitmiştir burunlarına komşuluk hakkıdır diyerek.
Dört duvar arasında sıkış-tırıl-mamıştık.
Yeşile hasretliğimiz, düzensiz mevsimlerimiz,
Bereketsiz evlerimiz,besmelesiz işlerimiz yoktu o zamanlar.
Gerçekten yoktu.
Kayıt Tarihi : 10.9.2004 12:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!