Bana anlattığın gibi soğuklukta yoktu ki bana neden öyle şeyler söyledin ben sen üzülüyorsun diye bir gündüzümde gecem gibi karanlık geçti hep...
"Ben Karanlığa Dönüşen Gündüzümdüm, Sen Işığın Altında Mutluydun"
Bana anlattığın gibi değildi…
Ne soğukluk vardı gözlerinde, ne kırgınlık.
Bazen öyle oluyor ki, susuyorum. Çünkü kelimeler yetmiyor. Çünkü söylemek istediklerim, boğazımda düğümleniyor........Sana, bizim asla var edemediğimiz bir hayalimizden, kızımızdan... Berfin’den bahsetmem gerek.
Ben bir anne değilim. Ama ruhum anne oldu ona. Daha yokken, var gibi hissettim. Sen “Berfin olsun” dediğinde, içimde bir çiçek açtı sanki. Ve o gün, seninle göz göze geldiğimizde, bu hayalin bize ne kadar iyi geldiğini anladım. Bu hayal... bizi birbirimize bağlayan en temiz yerdi.
Berfin... Seninle birlikte kurduğumuz o en masum düş. Her şeyiyle güzel olacaktı. Parmaklarını tutacaktık sırayla. Sen sağ elinden, ben solundan. Ona masallar anlatacaktık. Uyurken saçlarını okşayacaktık. Geceleri uyanınca ilk “anne” ya da “baba” diyecek kadar yakın olacaktık. Oysa olmadı… Biz hayallerimizin bile ömrünü göremedik.
Bir zamanlar, iki insan vardı. Ne tam kavuşabilmişlerdi ne de tamamen ayrı kalabilmişlerdi. Kalpleri birbirine hep yakındı ama elleri hiçbir zaman tam anlamıyla kenetlenemedi. Onlar zamansız bir karşılaşmanın kahramanlarıydı. Biri fazlasıyla incinmişti, diğeri ise çaresizce savrulmuştu.
Bu iki insan, bir gün birlikte hayal kurdu. Hayallerinde bir çocuk vardı: Berfin.
Yazıyorum ona…
Her defasında içimden geçenleri döküyorum harflere.
Cümlelerim, sustuğum her şeyin çığlığı gibi.
Ama cevap yok.
Yine yok.
Bugün onunla, uzun zamandır eksikliğini iliklerime kadar hissettiğim bir gülüşü, bir kahkahayı doyasıya yaşadım. Kurumda yan yana gelemediğimiz, iki kelime bile edemediğimiz onca günün ardından çıkışta buluşabildik sonunda. Attık kendimizi otobüse. O getirdiği çekirdeği uzattı, ben aldım… Bir elimde çekirdek, bir yanda onun sesi… Dedikodu yapıyoruz, gülüyoruz, içten kahkahalarla yandaki yolcuları bile unuttuk. Ta ki şoför, “çekirdek çitlemeyin” diyene kadar. Gülüşmemiz bile yarım kaldı.
Sonra indik çarşıya. Yürüdük, lakaplar taktık, güldük, yine o eski biz olduk bir anlığına. O kadar özlemişim ki, o kahkahayı, o yan yana olmayı... Biran içimden geçirdim, “boynuna atlayıp sımsıkı sarılsam” diye. Ama yapamadım. Ortam, insanlar, gözler… Her şey çok fazlaydı. Ve bir şey daha… O yokluğuma sanki alışmış gibiydi. Bu hissi tarif edemem, ama canımı yaktı.
Yine de ben içimdeki acıya rağmen onu güldürmeyi seviyorum. O güldüğünde, yemin ederim dünya benim oluyor sanki. Tüm dertlerimi, kırgınlıklarımı susturuyorum içinde. Yeter ki o gülümsesin, yeter ki gözlerime bakınca içinde bir yer hafiflesin.
Birbirimizi bu kadar severken,
nasıl oldu da hiçbir hayalimiz gerçeğe dönüşmedi, Serhat?
Hani o yürüdüğümüz yollar,
bir gün birlikte gideceğimiz uzak şehirlerin provasını yapıyordu ya...
Hani sen "bir gün" derken ben içimden "keşke bugün" diyordum ya...
Biliyor musun
Ben senin de onun da mutlu olmasını gerçekten isterim.
Asla kimseye mutsuzluk dilemedim.
İçimden geçen her şey,
Bende çarşıya geldim caddedeyim ama sabit bir yer söyle seni göreyim
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!