Genç Pessoa’yı Gördüm Şiiri - Yorumlar

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Yazıyı sakladığım yerden çıkarıp okuyunca yazanların iyi bildiği o puslu “yabancılaşma” hissiyle ürperdim. Çok değil daha birkaç sene evvel soğuk bir kış günü Pessoa’yı, uzun bir süre başucu kitabım olan Huzursuzluğun Kitabı’yla anlatırken kendi iç nehirlerimden tekinsiz kıyılara doğru sürüklenmişim. Hayallerle kuşatılmış bir odada, teki kaybolan öksüz çoraplardan, saç diplerini tutuşturan ceviz liköründen, sandıktaki küflü düşlerden, ince, titrek parmaklardan, huzursuzluğun koyu mırıltısından bahsetmişim uzun uzun. Bugün o yazıyı tekrar okumak, geçmişi hatırlamayı reddeden hafızama ıstırap veriyor. Rüyasız bir uyku misali bembeyaz hatırlamak istiyorum o günleri. Ama sonra ansızın kısacık şimşek çakımlarıyla beliren acayip görüntüler, rüyayla hakikat arasına sıkışan medcezirli yolculuklara sürüklüyor beni.

O yazıyı hatırlatan Huzursuzluğun Kitabı’nın yanında şairin gençlik hâli diyebileceğim başka bir kitap duruyor şimdi. Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor, yazarın günlükleri, mektupları, hayalî ve hakiki kişiliklerinin sayıklamalarının yanı sıra hayatı hakkında ipuçları da veriyor. Tam açıkça anlatıyor, denemez. Malum, yazdığı otuz bin sayfayı ölene kadar sandıkta biriktirmiş, kendini sayısız hayalî ismin ardına saklamış bir yazardan bahsediyoruz. Henüz Portekizcede bile tamamlanmamış devasa bir külliyattın günışığına çıkabilmiş bölümlerini karıştırırken, adı “kimse” anlamına gelen Pessoa’nın paramparça olmuş ruh aynasında kendi derin çatlaklarımla karşılaştım, yine! Onun kendi kendine mırıldanır gibi yazdıklarını belli aralıklarla okuyanlar, eminim bu türden sarsıcı bir yüzleşme yaşıyordur. Pessoa’yı benzersiz kılan, karamsarlığına, “kalabalık yalnızlığına”, hüznünü gizlemek isteyen münzevi duruşuna rağmen okuruyla içten ve derinlikli bir bağ kurabilme yeteneği sanırım.

Binlerce sayfayı sandığında biriktiren adamı siz de benim gibi görebiliyor musunuz? Onu fena hâlde üşüten ıslak bir pelerin gibi omuzlarında taşıdığı suçluluk duygusuyla, sıska, kambur bedeninin üzerine kapanmış sürekli yazıyor. Var olmanın cüret etmek, istemenin kendini tehlikeye atmak olduğuna inanan yaralı ruh, kendini deşmekten hiç çekinmiyor. Yaşamak için korkak, yazmak için yetersiz olduğuna inansa da akıl sağlığını muhafaza etmek için yaratmanın şart olduğunu biliyor. Kendisini aynı anda “dalga, yıldız ve çiçek gibi hisseden panteist” misali “çok” hissediyor. Ama içinde yaşattığı yabancılara rağmen hep “tek ve tenha” kalıyor. Varlığı başka varlıklarda eksilerek tükeniyor.

Vanilya kokulu mahcup sayfaları kendinden bile esirgeyerek rutubetli bir sandıkta yıllarca biriktiriyor. Ölene kadar açamıyor. Yaşadığı sürece onu inciten “aşırı bilinçli olma” hâlini yazarken ne kadar da saf ve yorgun görünüyor. Hâlbuki o kapağı kaldırıp düşüncelerine, duygularına yaşam hakkı tanısa belki kendisine doğru daha güvenli bir adım atacak. Beğenilmemekten korksa da, yirminci yüzyıl edebiyatının en önemli yazarlarından biri olacağı inancıyla yazıyor. Başka türlü yazılmayacağını iyi biliyor çünkü. Hayvani bir içgüdüyle durmadan anlatıyor. Kendisinde gördüğü her türlü kırılmayı, eksikliği, iyiliği, fenalığı sırlı aynasında gördüğü hayallerle yansıtıyor.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta