DENGE 22.12.2007
Suat TUTAK
GEL DE, ESKİ BAYRAMLARI ARAMA... (2)
“...İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız..” Hz. Muhammed Mustafa (S.A. S.) ’ nın sözüdür.
Sevgili okuyucularım merhaba.. Sanırım bu yazılarım bayramdan sonra yayınlanır. Onun için 2007 yılı Kurban Bayramınızı bayramdan sonra tebrik etmiş olacağım.. Dün, 21 Aralık 2007 tarih Perşembe idi ve Kurban Bayramının ikinci gününü idrak edip yaşadık. Bugün 22 Aralık 2007 Cuma, Kurban Bayramının üçüncü günü. Size bu yazımı yazmaya çalışıyorum.. Bu yazımın (1) numaralı olanını dün yani, Bayramın ikinci günü yazmıştım. Görüyorsunuz ki; bayramda bile, sizinleyim..
Bilmelisiniz ki; bu yaşadığımız Kurban Bayramı günlerinin, normal günlerden hiçbir farkı, heyecanı, telaşı yok gibi... Var da, yok gibi geliyor insana.. Çünkü; o eski şevk, arzu, tat, heyecanlar kalmamış... Herkes için geçerli bu. Çocuklar yok çarşıda, sokakta.. O güzel elbiselerini, ayakkabılarını giyip, güzel kokular sürünüp el öpmeye evlere gitmiyor, dolaş-mıyorlar artık... Cıtır pıtır, havayi fişekler, ellerde renkli balonlar, ucuna kamış(kargıdan) düdük takılıp öten balonlar da yok, şekerler ve diğer (Pamuk helva, keten helva vb.) bayram habercileri de yok... Yok. Görülmüyor, görülemiyor... Ekmek arası şiş köfte, buz gibi turşu suyu, daha neler neler... Hele zaman zaman gelip, bayramlarda en az bir hafta kalan o ip cambazları, orta oyunu kahramanları (İbiş ile, külahlı) bir bir yok oldular. Tarihin karanlık-larına gömülü kalıp, unutuldular. Bir zamanlar Karagöz ile Hacivat da gelirdi Söke’ye... Şimdiki Sadullah Kuşada İlköğretim Okulunun ve Tatil pazarının olduğu alana... Bizim evimiz onun bitişiğinde olduğu için her yıl bol bol o panayırları da görürdük.. O yıllar sessiz sinema yıllarıydı. Yaşlı bir amca vardı. Üç ayaklı bir sessiz film makinası omzunda taşır, on kuruşa üç-beş dakika o sessiz filmlerden seyrettirirdi. O fotoğraf makinasına benzeyen bir makinaydı. Arkasında bir merceği vardı. Fotoğraf makinası merceği gibiydi. O büyüklükteydi. Parayı verince gözünü o merceğe dayardınız, yan tarafında bir kolu vardı makinanın, onu çevirirdi. Film kareleri tek tek o merceğin önünden geçerken seyrederdiniz. Sessiz filmler çeşitliydi. Kovboy filmlerini genellikle seyretmek benim hoşuma giderdi. O yıllarda bizim İncir- Zeytin bahçelerimiz vardı. Evimizde kışlık ceviz, badem, kuru incir sandıklarla ve çuvallarla olurdu. Filmci amcayla anlaşmıştık. Bir cep dolusu incir götürüyordum(tabii evdekilerden gizlice) bana üç-beş dakika film seyrettiriyordu. İki cep dolusu götürürsem iki katı seyrediyordum. Ben işin kolayın ve yolunu bulmuş, amcayla pazarlığı yapmıştım. Öylece çok çok film seyretme şansım oluyordu. Hey gidi günler hey... Ne günlerdi, ne senelerdi onlar be... Şimdi, hayal meyal hatırlıyorum. Yaşlandık mı, ne! ! ?
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta