Gel De, Eski Bayramları Arama.. (2) Deng ...

Suat Tutak
256

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Gel De, Eski Bayramları Arama.. (2) Denge- (Makalelerim)

DENGE 22.12.2007
Suat TUTAK
GEL DE, ESKİ BAYRAMLARI ARAMA... (2)

“...İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız..” Hz. Muhammed Mustafa (S.A. S.) ’ nın sözüdür.
Sevgili okuyucularım merhaba.. Sanırım bu yazılarım bayramdan sonra yayınlanır. Onun için 2007 yılı Kurban Bayramınızı bayramdan sonra tebrik etmiş olacağım.. Dün, 21 Aralık 2007 tarih Perşembe idi ve Kurban Bayramının ikinci gününü idrak edip yaşadık. Bugün 22 Aralık 2007 Cuma, Kurban Bayramının üçüncü günü. Size bu yazımı yazmaya çalışıyorum.. Bu yazımın (1) numaralı olanını dün yani, Bayramın ikinci günü yazmıştım. Görüyorsunuz ki; bayramda bile, sizinleyim..
Bilmelisiniz ki; bu yaşadığımız Kurban Bayramı günlerinin, normal günlerden hiçbir farkı, heyecanı, telaşı yok gibi... Var da, yok gibi geliyor insana.. Çünkü; o eski şevk, arzu, tat, heyecanlar kalmamış... Herkes için geçerli bu. Çocuklar yok çarşıda, sokakta.. O güzel elbiselerini, ayakkabılarını giyip, güzel kokular sürünüp el öpmeye evlere gitmiyor, dolaş-mıyorlar artık... Cıtır pıtır, havayi fişekler, ellerde renkli balonlar, ucuna kamış(kargıdan) düdük takılıp öten balonlar da yok, şekerler ve diğer (Pamuk helva, keten helva vb.) bayram habercileri de yok... Yok. Görülmüyor, görülemiyor... Ekmek arası şiş köfte, buz gibi turşu suyu, daha neler neler... Hele zaman zaman gelip, bayramlarda en az bir hafta kalan o ip cambazları, orta oyunu kahramanları (İbiş ile, külahlı) bir bir yok oldular. Tarihin karanlık-larına gömülü kalıp, unutuldular. Bir zamanlar Karagöz ile Hacivat da gelirdi Söke’ye... Şimdiki Sadullah Kuşada İlköğretim Okulunun ve Tatil pazarının olduğu alana... Bizim evimiz onun bitişiğinde olduğu için her yıl bol bol o panayırları da görürdük.. O yıllar sessiz sinema yıllarıydı. Yaşlı bir amca vardı. Üç ayaklı bir sessiz film makinası omzunda taşır, on kuruşa üç-beş dakika o sessiz filmlerden seyrettirirdi. O fotoğraf makinasına benzeyen bir makinaydı. Arkasında bir merceği vardı. Fotoğraf makinası merceği gibiydi. O büyüklükteydi. Parayı verince gözünü o merceğe dayardınız, yan tarafında bir kolu vardı makinanın, onu çevirirdi. Film kareleri tek tek o merceğin önünden geçerken seyrederdiniz. Sessiz filmler çeşitliydi. Kovboy filmlerini genellikle seyretmek benim hoşuma giderdi. O yıllarda bizim İncir- Zeytin bahçelerimiz vardı. Evimizde kışlık ceviz, badem, kuru incir sandıklarla ve çuvallarla olurdu. Filmci amcayla anlaşmıştık. Bir cep dolusu incir götürüyordum(tabii evdekilerden gizlice) bana üç-beş dakika film seyrettiriyordu. İki cep dolusu götürürsem iki katı seyrediyordum. Ben işin kolayın ve yolunu bulmuş, amcayla pazarlığı yapmıştım. Öylece çok çok film seyretme şansım oluyordu. Hey gidi günler hey... Ne günlerdi, ne senelerdi onlar be... Şimdi, hayal meyal hatırlıyorum. Yaşlandık mı, ne! ! ?
O yıllarda bayramlar, bugünkü belediye meydanında yapılırdı. Belediye bugünkü gibi değildi. Bina aynı bina ama önü ve önündeki meydan farklıydı. Belediyenin önünde, baştan başa (LANGAR) denilen, saçtan kocaman bir örtü vardı. O langar belediye önünü baştan başa kaplıyordu.. Çarşamba pazarları da belediyenin önündeki meydanda yapılırdı. O langarın altı ise, tahıl pazarıydı.. Buğday, yulaf, arpa, patates, fasulye, nohut, bakla, mercimek gibi kuru yiyecekler hep o langarın altında, üst üste yığılmış ağızları sıkı sıkıya dikilip bağlanmış, çuvallar içinde, yığın yığın, çuval istifleri halinde durur, hafta arası bile oradan kaldırılıp götürülmezdi. Bayram günleri bizler o çuvallar arasında (Saklambaç, kör ebe, köşe kapma-ca) gibi oyunlar oynardık.” Birdir bir” oynardık... O belediyenin önü çoluk çocuk, çok kalabalık olur, ana-baba gününe dönerdi..Büyükler bile çocuklarıyla o bayram yerine gelip, orada bayramı seyrederlerdi.. Şimdi hepsi unutulmaya yüz tuttu... O bağırış çığırışlar, yollarda para hesabı, tartışmalar (sen daha çok topladın, ben daha çok topladım) yapılırdı aramızda.. Koşuşup bağrışmalar, şen şakrak gülüşler, gümbür gümbür komşu kapıları çalmalar tarih oldu. Unutuluyor artık... Suskun, sessiz sedasız, ölü bir bayram yaşıyoruz..
Mantar tabancaları ve cıtır, pıtır yerine cep telefonları geçmiş... Bayram sabahlarını şenlendiren, bahşiş toplayan davulcular yok... Kapı kapı dolaşıp maniler okunarak CÜMBÜŞ, KLARNET, AKORDİYON, KEMAN çalmıyorlar, çalınmıyor eskisi gibi.. Bize neler oluyor, söyler misiniz! ! ? O; yaramaz, şımarık çocuklar gibi yerlere yatıp, debelenerek, yaygarayı basıp; “ Ben o eski bayramlarımı geri istiyorum..” diyerek, ağlamak geliyor içimden... Yalan mı, sevgili okuyucularım? Sizler de aynı güzellikleri arayıp, istemiyor musunuz? Eminim ki; sizler de benimle aynı görüş, duygular içinde, isteklerle yanıyorsunuz.
Hele içinizde kırk, elli yaşlarına ulaşmış olanlarınız, bu duyguları daha çok ve daha yoğun yaşıyorlardır. Çünkü onlar; o güzel yılların, o doyumsuz bayramlarına yetişmiş, az veya çok o güzel heyecan ve duyguları yaşamışlardır.. İşte onun için soruyorum, “Bizlere ne oluyor, ne oldu! ! ? “ diye. Çünkü onlar; o günlerin çocukları, bugünün büyükleri durumuna, olgun yaşlara gelmiş olan kişilerdir. O nedenle; onlara soruyor, onlardan cevap istiyorum.
Dünün çocukları, gençleri bugünün büyükleri değil mi? Ana-babaları veya büyükanne, büyükbabaları değil mi? Neden bu duyarsızlığın giderilmesi için, çaba göstermiyorlar..? Bu duyarsızlık biraz da, bizim kabahatimiz değil mi? Bu hatanın, eksikliğin sorumluluğu biraz da bizden, bizlerden kaynaklanmıyor mu? Kaynaklanmadı mı? Şapkamızı önümüze koyup bun-ları biraz düşünelim, kendimizi hesaba çekelim lütfen...
Çocuklar bir kayıt aracı(teyp) veya görüntü kayıtlayıcı (fotoğraf makinası) gibi duydukları, gördükleri bir şeyi belleklerine, hafızalarına, kafalarına kazırlar.. Görüntü, ses ve hareketleri kaydedip, kopyalarlar. Sonra da onları taklit edip, zaman zaman sergilemek ister-ler. Daha da ötesi, hayata atılınca da algıladıkları o şeylerle, yaşamlarına yön verirler. Aynı-sını uygularlar... Fakat; onların gelişme çağlarında, onların gözleri önünde, iyi yada kötü örnekleri bizler, biz büyükler oluştururuz.. Modelleri ve örnekleri bizleriz. Bunu, iyi düşünelim...
İşte; yazının başında yer verdiğim, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) nin hadisinde söz edilen, örnek sevgilerden biri, bu sevgidir. İnsana verilmesi gereken, insanca sevgi... Hadisi şeriften anlaşıldığı üzere; Cennete girmek için Allah’a iman etmek, inanmak gerekiyor. İmansız, inançsız olanların cennete girebilmeleri imkansız olduğu anlaşılıyor. Dile getiriliyor. Hadisin devamında ise, birbirinizi sevmedikçe, iman etmiş olmazsınız, deniliyor.. İşte yazımın anlatmak istediği ANA TEMA da bu... İNSAN SEVGİSİ.. İnsanların, birbirini sevmesi.
Allah bu sevgi uğruna alemleri yaratmadı mı? “YA HABİBİM, SENİ YARATMA-SAYDIM, ALEMLERİ DE YARATMAZDIM...” dememiş midir Allah? “HABİP” kelimesinin anlamı, “SEVGİLİ” değil midir? Demek ki; sevmek, Allah vergisi bir zen-ginlik... Zorla kazanılmaz. Fakat bir görenek, bir gelenek olarak yaşatılması da gereklidir.
Öte yandan da “SEVGİ” insanların doğuşunda, beraberinde getirdiği değişmez bir zenginliğidir. Sonradan kazanılmaz.. Amma karşılıklı yaşatılmasıyla da güçlenip, kuvvetlenir. Bu güzel hasletlerimize sahip çıkmalıyız. Sevgisiz insan; içinde insan yaşamayan, yıkılmış, harap olmuş, viran evlere benzer.. Orada; kötü günlerin habercisi, Baykuşlar yaşar. Gönülleri de viran olan insanların çok güzel örneğidir... Sevgi; tam insan olmanın tek anlatımıdır. Sevgisiz yaşanmaz. Olmaz... Tam insan olunamaz. Sevgi hayat kaynağıdır.. Sevgi; yaşadı-ğımızı ispatlayan, başarmayı getiren, dostluğu sağlayan karşılığı bulunamaz, bir hayat iksiridir. Bunu, lütfen unutmayalım.

Suat Tutak
Kayıt Tarihi : 26.1.2008 18:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Suat Tutak