Dönüş kimsesiz bir ruhla ise…
Gitmek istiyorum…
Durmayasıya…
Duramayasıya…
Senden, benden, kendi özdenliğimden… Öz benliğimden…
Ve
güneşimden bile…
Bir sonsuzluk olmalı…
Bir ötesizlik olmalı…
Beynim çamura bulanıyor,
Sanki,
düşüncelerim bir düş denizinde…
Oysa,
yüzemem ben,
yüzerek de kaybedemem kendimi…
Buralar,
oralar hep çıkmaz yolların sonu…
Dönüş sonsuza…
Dönüş, yok oluşa…
Dönüş kimsesiz bir ruha…
Ve
yalnızlığa…
Unutmak istiyorum, önce kendimi, kendimle seni…
Bir yokluk savaşı bulutlu bir havada,
yağmursuzluk savaşı…
Unutuluyorsun bende…
Kendimi unuttuğum kendimde, bir boşluktayız ikimiz de…
Bir sağa bir sola dönüş bu,
sallanarak…
Bir uyku yoksunluğusun sen…
Sen önemli miydin bende…
Ben önemli miydim sende…
Oysa,
biz bizde önemliydik…
Şimdi,
ne kaldı geriye,
kim kimde,
önemsizdi… …Bizde?
Zor bir düş yolculuğu bu…
Neyse… Bakarız…
Ne olaylar geldi geçti hayatımızdan… Kimileri yırttı kanattı bedenimizi, kimileri çizdi geçti, kimileri de kapanmaz, unutulmaz ve özlemler bıraktı geride…
Biz sadece konuşamadık…
Yazdıkta yazdık… Sen beni, ben seni yazarak bulmaya çalıştık kendimizi…
Oysa
ne sevgiler denedik, büyük bir umutla… Ben seni unutabilmek, sen beni acıtmak için…
Ben başaramadım… Ne yeni sevgilerde kalabildim, ne de senin izini sürmekten vazgeçebildim…
Ve
sustum…
Sense yazdın durdun beni, ne kadar çok sevdiğini ve naif adamlığımı…
Sen beni kanatmaya doyamadın, bense seni unutmaya…
Ne yollar teptik bu güne değin,
Ne bedenler ezdi geçti umutlarımızı, hınçla… Feryatlarımızı kendimizi duyamaz olduk…
Ve
hep kinlendik için için…
Hep eskidik sevginin içinde…
Vazgeçemedik hayatımızdan…
Vazgeçemedik geçmişten…
İçin için ardı yok bu düşüncelerin dedik ama her gün, her an birbirimizi acıtmaya çalıştık kanatmadan, kanatmak istemeden…
Çünkü kanatırsak duracaktı bu yürek atışı…
İçin için zevk aldık belki de öldürmeden, öldürmüş gibi yaparak…
Bunların bir bedeli vardı,
şüphesiz
ama
ötesizliğe bırakmayı tercih ettik…
Yazıyorsun beni...
Adamlığımı…
Yüreğimi...
Korkularımı...
Uykusuzluğumu...
Kaldırım taşlarında uyuduğumu...
Ve de,
acılardan korkmadığımı...
Seni unutamadığımı,
yazıyorsun...
Bir kez yazdıklarının altına isminle imzanı at...
Bileyim beni unuttuğunu...
Sen,
biliyorsun kendim için yazdıklarımı...
Hepsinin altında adımla imzam var...
Ya senin...
Hiç bir şeyin olan ben neredeyim?
Neden unuttun da, hâlâ yazıyorsun?
Tutarsız bir zaman boşluğu bu, adını unuttum demen...
Beni boş ver,
ben kendimi seninle birlikte boş vermişim...
Yok artık O eski güzel günler...
O eski güzel günleri göremeyeceğiz artık...
Ama büyük bir yanlışın içindeydik, ben seni başımdan def edememekle, sen de beni kanatmaya uğraşmakla hayatının zevkini yaşıyordun…
İşte böyle sen kanatmak için acıları yazıyordun…
Şimdi bir sahil kasabasının denizinin süzülen dalgaları, masanın ayaklarını ıslatırken ben, büyük cam bardaktaki koyu az şekerli çayı, ağır ağır karıştırırken, gözlerimin içini sert bir rüzgâr, kanatamadan donduruyordu…
Masaya vuran bardağın gölgesi kararttı bütün düşüncelerimi, gölgeleyerek…
Ne garip değil mi?
Dön gel diyemeden, ben seni çok sevmiştim demek…
Oysa sen, “Kral Çıplak” bile diyemiyordun…
Benim sana “Midasın Kulakları”nı anlatamadığım gibi…
Artık sen kelimesini içine alan cümlelerle birlikte tükenmeliydin sen bende…
Geceler sabahlara erken uzanmıyor…
Gecelerin uyuyarak sabahın erken olması için insan hayatına girmediğini düşündüm…
Keskin cümleler keser atar beni….
Tıpkı dudak kenarlarına dokunmak gibi…
Ayrılığı, mutluluğu, hüznü ve de kini atar ortaya…
Bir de yalnızlığımı…
Seni…
Beni…
Kimseyi düşündürür, hem de hiç kimseyi…
Zaten hiç kimse oluşumuz da yalnızlığımız…
Belki de bir günkü yaşam…
Umuttur…
Umudu alabilir miydik ortaya?
Ya ulaşmazsan…
Dökebilir miydin boş terlerinin sebebini ortaya…
Diyebilir miydin olmasaydı,
umut…
Boşmuş…
Yokmuş…
Zaten yok olmuş diye…
Sevgiye dahil umudu anlatabilir miydim…
Sevgideki umutsuzluğu… Bitmişliği, yitikliği, açabilir miydin kendine…
Veya
Umudun bittiğini, diyebilir miydin, umutsuzca…
İşte bu cümleler öldürür beni…
Öldürülmedik mi?
Kendi ellerimizle önce, beynimizde yok etmeye çalışarak, umutsuzca, umarsızca, umutsuzluklarla yaşamaya alıştırmadık mı kendimizi…
Hani “Kral çıplak’tı?
Biz giydirmiştik allı mavili giysileri çıplak bedenimize de mavi yaptık umutları…
Güç gösterisi bu umuda karşı belki de…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 6.11.2009 11:34:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/11/06/geceler-sabahlara-erken-uzamiyor-deneme-1.jpg)
TÜM YORUMLAR (2)