Gecekondu Hasan Şiiri - Yorumlar

Vecdi Murat Soydan
647

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Gecekondu Hasan amcayla tanıştığımda on dört yaşındaydım. O tarihlerde ortaokul üçüncü sınıfa gidiyordum. O zamanlar kahvehane ve kumar alışkanlığım yoktu ama bu tanışmadan sonra kahvehane ve kumarhaneden ayrılmaz olmuştum. Günümün büyük bir bölümü buralarda geçiyordu. Zaman zaman yorulsam da her akşam iş bitimi alacağım yevmiyemi düşündükçe yorgunluğumu unutuyordum. Kahvehanenin bulunduğu bina eski bir binaydı ve üç kattan oluşuyordu. Kahvehane alt katta küçük bir bahçe içindeydi. Üst katında babamın arzuhalci dükkânı vardı. Emekli olduktan sonra babam, oyalanmaktan ziyade geçim şartlarının zorluğundan dolayı tekrar çalışmak zorunda kalmış, ailemizin yükünü omuzlamaya devam etmişti. Ben hiç olmazsa yaz tatillerinde ve hafta sonlarında çalışarak harçlığımı çıkartmak ve babama yük olmamak için bu kahvehanede çalışmaya başladım. Üç yılım burada geçti. Hayatın gerçeklerini burada öğrenmeye başladım. Okul bilgi öğretiyordu ama hayatı öğretmiyordu. Burada neler öğrenmedim ki? Cam silmesini, çay demlemesini, bardak, kaşık yıkamasını, çay servisi yapmasını, masa, sandalye silmesini, hatta taze yeşil soğanın nasıl yıkanıp, ne şekilde doğranacağını öğrendim. Bir keresinde Topal Salim amca elime üç baş yeşil soğan verip, ’Bunları dışarıda bir güzel yıka ve getir.’ demişti de, ben soğanların çamurunu ovalaya ovalaya elimle yıkamış, doğrayacağım sırada soğanların bir tanesinin kök kısmını bıçakla kesip atmıştım da, o sırada Topal Salim amca, pencereden beni görmüş, derhal bahçeye çıkarak, "Dur, durrrr! ne yapıyorsun sen! Niye kesip attın soğanın baş kısmını? Soğanın lezzeti buradadır, sen kökünü çöpe attın." demişti. Demek ki soğanın kökü atılmazmış ve en lezzetli yeri de baş kısmıymış. Bunu o vakit öğrenmiştim.

Kahvehanenin, daha doğrusu kumarhanenin daimi müşterilerinden Taksici Çolak Bayram amca yiyecek siparişi vereceği zaman özellikle de eski kaşar olmasına dikkat etmemi, yanında da bir ekmek, bir kaç tane domates, biber, az zeytin alıp gelmemi söylerdi. Eski kaşarla bizim bildiğimiz normal kaşar ayrımını da o zaman öğrenmiştim. Merak edip sormuştum eski kaşarla normal kaşar arasındaki farkı.Eski kaşar daha lezzetli olup, fiyatı da normal kaşara göre biraz fazla olurmuş. Kumar masasına bir oturuldu mu kolay kolay kalkılmaz. Parası bitip kalkanı çok gördüm, kazananın masadan oyun bitene kadar kalkmadığını da. Oyuna kendilerini kaptıranlar saatlerce kumar masasında vakit harcarlar, bu esnada açlığı tokluğu da unuturlardı. Kimi açlığını sigarayla, kimi çayla, kahveyle bastırır, kimi de midesi kazındığı için yiyecek siparişi verirdi. O vakitler şimdiki gibi kimsede cep telefonu yoktu. Hatta çoğu lokantada şimdiki gibi yiyecek içecek siparişi alınıp, adrese teslim yapılmazdı. Bu nedenle de genelde beni gönderirler, istedikleri siparişi onlara getirirdim. Sipariş veren kişinin yanında küçük bir masa bulunur, yemeğini yedikten sonra, işaret verir, derhal masasını siler, temizlerdim. Çoğu zaman yiyecekler artar, artan bu yiyecekleri çay ocağında yerdim.

Kahvehanenin kocaman kocaman camları vardı ve her gün silinmesi gerekiyordu. O zamanlar cam silin adı sanı bilinmiyordu. Okunmuş gazetelerin sekiz, on sayfasını dörde katlar, suyla ıslatır, camları silerdim. Doğal ve basit bir temizleme şekli olduğunu o zamanlar öğrenmiştim. Camları da pırıl pırıl, tertemiz yapardı. Kahvehanenin küçük bahçesinin de sabahtan akşama kadar temiz tutulması şarttı. Ağaçlardan düşen yapraklar bahçeyi kirletiyor, rüzgârın etkisiyle de masaların, sandalyelerin üstleri toz oluyordu. Ben Ocakcı Orhan amcaya yardım ediyordum. Anlattığına göre yıllar önce Hukuk Fakültesi'ni okurken başı bazı siyasi olaylar yüzünden derde girmiş, üniversite üçüncü sınıftan atılmış, çeşitli işlerde çalıştıktan sonra meslek olarak da bu kahvehanede yıllardır hem ocakçılık hem de çay servisi yapmaya başlamıştı.Bir ailesi, karısı, çocukları var mıydı? Bu konuyu ne ben sorabilmiş, ne de kendisi anlatmıştı. Alkol içerken görmemiştim ama yüzünün kızarmasından ve lafların ağzında dolanmasından alkollü olduğunu anlardım.Hiç bir yakını kahvehaneye uğramadığına göre demek ki hayat mücadelesini bir başına veriyordu. Kahvehanede günlük yevmiyesinden başka, kumar oynayanların vermiş oldukları bahşişlerle ve burasının aynı zamanda kumarhane olduğunu bilmeyen, amaçları sadece çay içip, nefeslenmek olan diğer müşterilerden almış olduğu çay paralarıyla yolunu buluyordu. Kumarhanenin daimi müşterilerinden ve dışarıdan gelip kumar masasına oturan misafirlerden çay parası alınmazdı.

Ocakcı Orhan amcanın kumarhanede ağır sözlere maruz kaldığına ve itilip kakıldığına çok şahit oldum. İçine atar, kimseyle muhatap olmamaya çalışır, söylenilen işleri yapardı.Bana arada sırada nasihat eder,koşullar ne olursa olsun okulumu bitirmem gerektiğini, aksi takdirde ciğerleri beş para etmeyen kişiler tarafından itilip kakılacağımı söylerdi. Gözlerine baktığımda ise nemlendiğini görürdüm.Nasıl çay demlenmesi gerektiğini, işin püf noktalarını ve tabi kurnazlık taraflarını ondan öğrenmiştim. Meselâ yeni demlenen çay dinlenmeye bırakılırken içine bir kaç tane kesme şeker atılırdı. Söylediğine göre şeker yerine bir parça karbonat da atılırmış. Saf saf sebebini sorduğumda yüzüme alaycı alaycı bakarak, "Sen de hiçbir şey bilmiyorsun. O zaman ben öğreteyim sana." demişti. Çayın rengini koyulaştırmak için yapılırmış bu işlem. "Ben çay demliğinin içine karbonat atmam. Lezzetini bozar. Ama kesme şeker atarım, çayın rengini koyulaştırır."demişti.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta