Ellerim ceplerimde yürüyorum güneşe doğru… Hüzün benim ardımda…
Güneşin son ışıklarında bir ben varım, sanki bir sen varsın… Bir de akşamın hüznü…
Ucuz emek taşları döşenmişti sevgi yoluna, sevgi adına…
Hafife alınmış bir sevgi ve karşılığı ucuz emek…
Kaç beden bu ucuzlukla sevgide acıya sürüklenmişti…
Zorlamasına giden ve şansa bırakılan zaaflar, istekler ve de amaçlar acımasızcasına kıvrılıyordu bedene doğru…
Sevmenin zaafı yüreğin sürtünmesiydi sanki…
Birbirine vuran hareketler acı gonkları çıkarıyordu…
Ve
sevgi ucuzlayarak çürüyordu bakışlar arasındaki hayretle…
Kayıp bakışlarda kalan sevgili görüntüleriydi hafızayı dürtükleyen…
Silinmiş harflerle cümleyi anlamsızlaştıran bir düşünce arayışıydı bu…
Yalvaran bakışları anlamlaştıran bir düşünce çıkmazı bu yaşamın hafifliği…
Bazen şimşekler çakar… Gök gürler… Yer gök birbirine karışır… Yürek tepinir… Gözler kararır… Ve akla yar gelir… Ağlamak gelir ardından,
Susmak,
suskunluk,
yutkunmalar, boğaza takılır düğümler ve hasret bulaşır yüze… Acı haykırışları gibi…
Yaşadığım dündü, acılandığımsa bu günler…
Ya gülmelerim, kocaman kocaman kalın seslerle kahkahalarım nerede? O anlarsa bilinmezde…
Her şeye inanıp bir sevgi kelimesiyle başladığım dünse, özlemsiz ait olduğu yerde sadece gülümsetiyor bu güne…
Coğrafyası bozuk, bir acı haritası bu… Yaşanılan ve gidilen, gelinen hiçbir izi yok… Sadece yangın dumanlarıyla yazılan bir kalıntı bile değil bir harabe geçmiş…
Neden hasret kaldık sevgi sözcüklerine?
Kandırmaca bir yaşamı kim hak eder ki ben bu yaşama katlanayım…
Oysa aşk bir salıncaktı… Bir tarafta sallayan, diğer tarafta sallanan…
Hangisi tutunacaktı diğerine,
sallayan mı,
sallanan mı?
Bertaraf edilmiş cümleler ve düşünceler hangi anda geri dönecek, hangi an bir zıpkınla vuracaktı yüreği?
Bilinmezliklerin ötesinde sevgi ile bağlanan eller, ne zaman ve hangi güvensizlikle çözülecekti?
Sadece zaman ve içinde uçuşan fikirler ve çıkmazlar ki salıncakta biteviye sallanmayı hızlandırıyordu sadece…
Sevginin içinde fırtınalar kopuyordu her iki tarafta kendisini haklı görerek bir tarafta hak ve adalet diğer tarafta kurgu çıkmazları… Her şey bir ödentiydi, biraz da özenti…
Uyum ikisi arasında sallayan tarafın elindeydi…
Sabır köpürdükçe kendi kendinde taşıyordu…
Ve
riya pimi çekilmiş bir düzenek gibi boşalıyordu…
Kayıp bir geçmiş kayıp bir geleceğe uzanıyordu sevgi adına…
Sadakat sanki eski zaman rüyalarıydı ki her an kıskançlık çıkmazlığı ile darbeler saklıyordu sevgi tutunacaklarına…
Unutulmuş ne kadar düşünce varsa ki hepsi dillere dökülüyordu… Bir tarafta isyan ve şiddet özentisi, diğer tarafta sevecenlikle hoş görme… Ama nereye kadar bu devam edecekti…
Geçmişten kopup gelen saygılar hep aynı yerden inceliyordu… Ben bunu hak etmedim… Veya beni hak etmiyor…
İşte köken buydu… “Beni hak etmiyor, beni hak etmeli, kaldırmalı ve taşımalı beni…
Şımarık düşünceler kol kola gittikçe büyüyordu…
Ve
Yalanlar damlıyordu peşisıra…
Sen ilksin dediğimiz biri vardı
sevgi adına…
Toprak alır bu düşünceyi geriye
seven adına…
Sevilen adına ise onurdur, sevmek ve sevilmek adına…
Örter toprak bu düşünceyi,
beden adına…
Ve
yok oluştur riyada,
insanlaşmak adına…
Bu bir sondur ki yaşam adına…
Rüzgâr ters esse de, denizler taşsa da, yollar taban diplerini yaran yürüyüşler adına…
Kaybolup gitmelerde yok oluş adına…
Sevgiye saygı, sevilene hürmet adına…
Dolu çarpmalarındaki acıların arkasında kalan yürek adına…
Gelmiş geçmiş sevenlerin sevgilerine saygı duyması adına…
Aç kalan bedenin tokluk hissine anlayış gösterme adına…
Sen ilksin dediğimizin gözlerini son kez görme adına da olsa bu saygı ister…
Bu bir dik duruştur… Bedeli hep ağır ödenir… Ve bedel ödetenler de hep bu bedelin altında kalıp ezilenlerdir…
Sevmek riyanın arka kapısı değildir…
Sevmek yalanın delili değildir…
İhanet sevmenin zıpkını değildir…
Bu bir rüya olsa da uyanınca sersemleşmemek gerekirdi…
Bu düşüncelerle yürürken güneşe uzanıyordu ellerim…
Ve ağır ağır uzanıyordu yolun çizgilerinde kader…
Bir bakarsın boşluk…
Bazen bir yazı okunur dalar gidersin içine...
Bazen de bir müzik dinlenir kaybolursun boşluğunda…
Kayıplar karışır kelimelerin ardına... Düşünceler talân olur... Dallara bağlanan dilekler yavaş yavaş hayâl olur...
Bir bakarsın hayat aksar... Seke seke yürürsün kökdiplerine doğru... Ve durursun çınar gölgesi gibi yaşamın son anında...
Hayat demeye dilin yetmez... Düşünceler oluşur geçen günlerin ardından… Bir bakarsın boşluk... Kalan sadece boşluk...
Ve kayıp zamanlar doludur içinde... Adını unutmak istersin... Adı kalır aklında...
Ben de yaşadım mı ki dersin onun yanında... Dibinde… Hayat, benden al alabildiğince ki kalan zaten bana yetmeyecektİ...
Mustafa Yılmaz 4Kayıt Tarihi : 23.1.2010 11:53:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/01/23/gecedir-soyutlar-insani-kalabaliklarindan-deneme-2.jpg)
Ve
sevgi ucuzlayarak çürüyordu bakışalar arasındaki hayretle…
Kayıp bakışlarda kalan sevgili görüntüleriydi hafızayı dürtükleyen…
Silinmiş harflerle cümleyi anlamsızlaştıran bir düşünce arayışıydı bu…
Yalvaran bakışları anlamlaştıran bir düşünce çıkmazı bu yaşamın hafifliği...
***
Evet, gecedir soyutlar insanı kalabalıklarından...
Sevgili Mustafa Bey, yüreğinize sağlık: ) +
Kutluyorum Mustafa bey saygımla efendim.
namık cem
TÜM YORUMLAR (4)