Muammer Çelik - Geceden Sabahıma Düşen B ...

Muammer Çelik
463

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

Rüzgarın fırtınayla karışık estiği bir gece, koşar adımlarla yürüyorum ıssız şehrin ara sokaklarında. Yağmurla karışık kar taneleri yüzümü tokatlarken ceketimin yakasıyla korunmaya çalışıyorum.Yollar bomboş, ne bir tek araba ne de bir başka canlı geçmiyor yollardan. Sokak lambaları sönmüş, hiç bir pencereden en küçük bir ışık bile sızmıyor, geceye i nat sanki! Yağmur ve kar taneleri önce uçuşuyor havada daire çizerek, sonra alttan yukarı doğru gözlerime vuruyor, kirpiklerimi dondurmak için.
Saat geceyi bir buçuk geçiyordu yattığım sıcacık yatağımdan aniden fırladığımda. Bembeyaz bir Düş görmüştüm. Melek güzelliğinde bir kadın dikilmiş kapıya, anadan uriyen, saçları siyah, gözleri ceylan, vucuduna bakabilmek ne mümkün. Baktığın an gözleri dayanamıyor insanın. Gögüs uçlarında aşkın mühürü, göbeğinde arzunun gölü dolmuş sanki. Bermuda Üçgenine giden yolda göz bitkin düşüyor, bacaklarından aşağı süzmek istiyorum, ama nafile. Önce söyle bir dönüyor kendi etrafında varlığının tüm ihtişamını göstermek için, sonra dikiyor gözlerime gözlerini bir mızrak gibi. Sol memesinin altındaki kalbin atışı, heyecanının resmini çiziyor adeta.
İpek yumusaklığındaki cildi ensesinden kalçalarına kadar sütlü kaymak gibi akıyor bel çukurundan aşağı. Uzatıp dilini toplamak istiyor insan damlayan şebnemleri. Duruşu aynen toy bir kışrak tay gibi, kaçamak bakışlarıyla davet ediyor insanı binmeye, binip yedi düveli bir gecede fethemet için birlikte. Binmeye yeltendiğin an, fırlayıp kaçacak yabana.
Tipi tıkamaya başladı yolları, havada savrulan ıslak karlara karışıyor düşüncelerim ve hala körü körüne devam ediyorum koşar adımlarla, nereye ve niçin gittiğimi bilmeden. Tek görebildiğim ve arkasından takip ettiğim o KADIN var önümde. Beni inanılmaz güzellikteki rüyamdan uyandıran, sıcacık yatağımdan, katır iğnesi yemiş gibi, aniden kaldıran ve saat geceyi bir buçuk geçerken beni terkisine alıp, kurtların bile çıkmaya cesaret edemediği/edemeyeceği bu havada, beni arkasından koşturan KADIN. İşittiğim tek şey tipi ve fırtanın bazen ıslık, bazen suratıma çarpışının kırbaç sesi. Ne kadar hızlanmaya çalışsam önümde kanatsızca uçan melekten kadına, o bir o kadar daha çok açıyor aramızdaki mesafeyi. İnanılır gibi değil Allah’ım! Üzerinde dünyaya ait hiç bir şey yok bu KADININ! Cıscıbıldak ilerliyor bu havada ve kılı bile kıpırdamıyor üşümek adına. Hoş bende üşümeyi hissetmiyorum ya!
Bir ara geriye bakmak geldi aklıma ve karanlıklar içine boğulmuş şehri çok geride, uzakta bıraktığımızı farkettim. Fırtına gittikçe yerini gecenin mehtabına bırakıyor, karlar melek tüyleri gibi düşerek üstüme üşüşmeye başladı bile. Doğanın tam ortasına gelmis olmalıyız ki, etraf yemyeşil gözlerim gibi, gök yıldızlarla doluverdi gönlüm gibi. Ay ışığının pul pul olduğu bir gölün kenarında durdu KADINIM ve yanına ulaşmamı bekledi. Düşünme yeteneğimi kaybetmiş haldeyim, iradem dışı hareket ediyor bedenim, ellerini tuttuğumda. Beni, göle dökülen şelalenin altına çekti ve akan suların altından geçerek, şelalenin arkasında görünen mağaraya girdik. Bir kaç adım attıktan sonra durdu ve bana, olduğum yerde beklememi işaret ederek, başladı üstündekileri bir bir çıkarmaya. Her bir şey çıkarışında vucudunun güzelliği bir başka inanılmaz şekilde gösteriyor kendini ve gözlerim fal taşı gibi açılıyor o soyundukça. Çünkü şimdiye kadar onu zaten çıplak, anadan uriyen görüyordum ve anlatılamaz bir şaşkınlık yaşıyordum. Ne zaman tekrar giyinmişti bu kadın ve nasıl olurda görmemiştim/farketmemiştim ben giyindiğini tekrar! Yada ben çıplak görüyordum onu, giyinik olduğu halde!
Sonra benim düğmelerimi açmaya başladı tek tek. Her dokunuşunda üstümden bir giysi süzülüyor, sarhoş bir güz yaprağı gibi ve bedenimin harareti onun sol memesinin altında çarpan kalbinin ritmi ile artıyordu, esrikleşiyordu beynim. Kendimizi bir anda gölün suyunda bulduk, birbirimize kenetlenmiştik, süzgeçlerimiz olmadığı halde balıklar gibi yüzüyorduk, hem suyun altında hem üstünde yunuslar gibi dalıp dalıp çıkıyorduk. Gözlermiz gözlerimizde çakılıydı, ellerimiz bellerimizde perçinli, bacaklarımız bacaklarımıza dolaşmış, vucudumuz vucudumuza yapışmıs, dudaklarımızı birbirinden ayırmak ne mümkün. Böylesi bir muhteşemliği anlatmak ise bir o kadar imkansız, çünkü dillerimiz birbirimizin boğazına akmış, kaşık kaşık bal topluyordu birbirimizin içdünyasından yutaklarımızdan çekerek yukarı.
Kış güneşi çoktan kuşluk vaktine ulaşmış, çocuklar sokaklarda kardan adam yapmaya başlamıştı bile. Caddeler gelen geçen insanlarla dolup taşıyor, araba gürültüsü kulaklarımı tırmalıyor, egsoz dumanları penceremin camını siyaha boyamakla meşgul ve kafesimdeki muhabbet kuşlarım cıvıl cıvıl ötüşüyorlardı, kendime gelip uyandığımda.

Tamamını Oku