Oysa dün, bir takvim yılı geride kaldı, kaç rüzgârlı yaşam yolumuz vardı, kaç kez terk edildik, kaç kez vurulduk en yakın sırtımızın koltuk altına sığan kısmında acınılası hale düşünceye kadar?
Oysa kaç kez sevindik, oysa kaç kez gülmüştük yaşamın pervasızlaşan zaman yıllarında, sevdim diyenlerle hoşçakal diyenlerin arasında yaşam savaşı verirken, oysa hiç vaz geçmedik sevdim dediğimizden...
Hayat bu çoğu zaman kendimize acınası zamanlara attı bizi, çoğu zaman da huzurdan coştu içimiz...
Evet gidenlerle kalanların kalp vuruşları hiç çıkmadı kulak diplerimizden ve sadece yaşam devam ediyor galiba elimizde kalan umut bu…
Hoş kal sevdiceğim sen ve ben senden gelen her sese ben hâlâ umutla bakarak yaşarım...
Oysa sen aklımda kalan düşünceye dahil olmuş sadece bir resimden ibarettin. Hiç belli etmiyordun yıllarımın kasvetlerini, sıkıntılarını, çaresizliklerimi içine sığdıran sadece bir portre olarak kalmıştın gözlerimin önünde…
Hiç bilmiyordun nefes alışlarımdaki hırıltıları, hiç bilmiyordun geceleri düşlerime ortak olan kâbuslarımı, yatak çarşaflarıma bulaştırdığım terlerimin nedenini hiç bilmiyordun.
Anlamaza geliyordun karanlık köşe başlarında gölgemin üzerine basarak pervasız ve de anlamsız dolaşmalarımın içine karışan gözyaşlarımın sebebinin sen yokluğu olduğunu hep anlamaza geliyordun…
Geceleri avazım çıktığı kadar bağırdığımı, intikam yeminlerinin anlamsızlığı ile titreyen bedenimin soğuk rüzgârlarla nasıl kasıldığını da bilmiyor, anlamaza gelip kendine onur ve mükâfat farz ediyordun…
Bir de, bir de çaresizlik nedir hiç bilmedin sadece gözlerini çektin pencerenden ve riya çukuruna gömerken, acılanmanın bedensel sızlamalarını hiç bilemedin bendeki tesirini…
Şimdi şaşıyorum geçmişin sesindeki senin sesine, “sen bana vicdanlı olmayı öğrettin, sen bana masumiyeti öğrettin, sen bana sevmenin onurunu öğrettin” derken kaç yılın arkasından seslenmiştin bu günlere bunların olmazlarını…
“Aşk ve riya, aşk ve düş” derken sahipsizliğin bu kadar büyük bir bedeli olduğunu benden gizlerken, kafamı sevgi çukurunda oyalarken, sadece vaz geçilmez sevgime güvenmiştin…
Yanıldın, şimdilerde o sevgiye yaşadığım bu bedene sadece acınıyorum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum boşluktaki sevgi duvarına “aşka riyada bulunanların yeri onun yanında asla olamazlar” diye…
Sen sevgi, sesinde duyduğum bu güne göre acılanmalar sadece bir riyanın portresini çizdiriyor bana kelimelerimle…
Sadece şimdilerde bu acınılası bedenle var güçle yaşama tutundukça kimse bilmedi senin boşluktaki kalbinin tarifini…
Hoş ve de boş kal sevgili, yaşam, yaşatılanları yaşatana muhakkak iade ederdi şaşmaz adalet kuralı ile…
Ve bir gün beni anladığında çok ağlayacaksın yaşamının bu karesi için…
İnadına sevmeye dahil edilmiş bir yaşamdı bu, acılanmaları, kırılmaları, dağılmaları ile yaşanmışlığa dahil edilmiş bir aşkın yaşamıydı bu…
Çoğu zaman çaresizlikleri olsa da, çoğu zaman küskünlükleri olsa da, vaz geçmediğimiz bir hayatın içine dahil olmuş bir yaşanmışlık bu sevgiye dahil olarak…
Belki de bu bir yarınsızlıktı, belki de bu sahipsizlikti son anına kadar acılanmalara bulanmış bir acının gövde gösterişiydi belki de bu ama biz içindeydik ve de pişmanlıksız kaldık son demine kadar içinde. Belki de yarınsızlık yaşamının içine dahil olmaktı ama aşkın içine girdikten sonra pişman olmak asla düşünülmedi taki yaşamdaki bedensel acılara bulaşıncaya kadar…
Sevmenin tarifsiz bedeliydi belki de bu, sevmekle yaşamanın nefes almalarıydı belki de bu acılanmaların sınır tanımaması, sadece içindeydik ve sadece bu acılanmalar ile yaşamı dayanılır hâle sokma çabasıydı şüphesiz çünkü hoşnutlukla yaşanmış bir var oluştu içinde kalmak…
Hüzün sevmeye dahil acıda bir başlangıçtır aslında, ardı arkası kesilmeyen acılanmaları tetikler ve acının doruk noktasına oturunca sadece arkasına bakarak, nereden nereye geldik hep beraber der…
Aslında hiç tükenmez sadece koyulaşmış bir başlangıçtır yol aldığı sevginin içindeki acılanmalarda…
Yaşam tüm acılanmaların içine sığdırmış bir ömrün başıyla sonu arasındaki nefes almalar ise bu acılanmaların nedeni niçin hiç bitmez…
Sadece kum beyazı dedim mavi üstüne... Bakışların arkasında kalan düşünceler... Aslında gri mavi üstüne yıkılmalardı hayatın kesik nefesleri ile... Bir derbederlik bu yalnızımsı hayatın içinde yalpalamak...
Belki de bir boş veriş gerekti, sevginin gölgesinde kalan ihanetlere...
Aslında karanlığın kendine has ve bulunduğumuz yere göre bir sesi ve de duygusu vardı orada yaşayan için…
Çoğu zaman yalnızlığın sesi ve de düşünceleri ile birleşen garip bir uğultu ile titrek bir korkusu vardı…
Ama insan ruhunu içine içine işleyen en önemli etkisi her nefes alıştaki buruk yalnızlık kokusu ile birleşen kırık ve de içten bir eziklikle gelen kokudur. Belki de buna gece karışımı yalnızlığın hasret kokusu denilebilir bu hissedilişle…
Çoğu zaman bu kokuyu geceleri buğulu pençelerden bakarken kendimize göre anlamlı gecelerde anlamsız görülen buharı cam üstünde yazılarla tariflenir…
Belki de korkuların bileşkesinin kokusu dur gecenin yalnızlık kokusu…
Ne olursa olsun, yaşanışta bir şekilde insan bazen hayatının bir döneminde unutulmayasıya anılarına gömülerek…
Beklemek siyah zemin üzerinde beyaz düşler kurmakla belki de uzaklaşmaktır umutların korkusuz zamanlarından…
Korkmakla umut etmek arasında düşsel bir boyuttur belki de yaşamın güler yüz beklentisi…
Dünlerden gelen umutsuzluklarla umut arasındaki değişken bir çizgidir belki de düşüşleri ve çıkışları olan beyaz çizgi…
Kahpe bir karanlık bu akşamın soğuğunda bele vuran sancılarla acılanmaları duyumsamak…
Aslında bu hislerin belki de donuklaşıp göz yaşlarına bölünmesi…
Ne nerede ve hangi hislerdir bu donukluğu yaratan ve bu hislerle ayakta kalmayı başaran bedenin yıllara karşı durmasındaki anlam…
Neyin hesaplanamadığı bir bedel bilançosuydu nefes almaktan başka hareketi olmayan bedenimin kime karşı ve hangi değerlen bu ödenen bedellerin toplamına karşı verilen direnç…
Hangi arzularımızı parçaladık, hangi isteklerden ve hangi umutlardan vaz geçtik?
Kime karşı ve neye karşıydı bu yaşamın an kesitindeki bedensel şaşkınlığımız?
Gülmelerimizi yakalamak için o kadar da çok uğraş verdik ki bu günlerde onları korumak için ağlamalarımız çoğaldı…
Kayıt Tarihi : 19.3.2016 11:58:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Geceleri avazım çıktığı kadar bağırdığımı, intikam yeminlerinin anlamsızlığı ile titreyen bedenimin soğuk rüzgârlarla nasıl kasıldığını da bilmiyor, anlamaza gelip kendine onur ve mükâfat farz ediyordun… Bir de, bir de çaresizlik nedir hiç bilmedin sadece gözlerini çektin pencerenden ve riya çukuruna gömerken, acılanmanın bedensel sızlamalarını hiç bilemedin bendeki tesirini… Şimdi şaşıyorum geçmişin sesindeki senin sesine, “sen bana vicdanlı olmayı öğrettin, sen bana masumiyeti öğrettin, sen bana sevmenin onurunu öğrettin” derken kaç yılın arkasından seslenmiştin bu günlere bunların olmazlarını… “Aşk ve riya, aşk ve düş” derken sahipsizliğin bu kadar büyük bir bedeli olduğunu benden gizlerken, kafamı sevgi çukurunda oyalarken, sadece vaz geçilmez sevgime güvenmiştin… Yanıldın, şimdilerde o sevgiye yaşadığım bu bedene sadece acınıyorum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum boşluktaki sevgi duvarına “aşka riyada bulunanların yeri onun yanında asla olamazlar” diye… Sen sevgi, sesinde duyduğum bu güne göre acılanmalar sadece bir riyanın portresini çizdiriyor bana kelimelerimle… Sadece şimdilerde bu acınılası bedenle var güçle yaşama tutundukça kimse bilmedi senin boşluktaki kalbinin tarifini… Hoş ve de boş kal sevgili, yaşam, yaşatılanları yaşatana muhakkak iade ederdi şaşmaz adalet kuralı ile… Ve bir gün beni anladığında çok ağlayacaksın yaşamının bu karesi için…
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!