Ve sana avuçlarımla yağmuru getirdim… Gözlerimde gece ve daldaki sessiz kuşu…
En önemlisi sana yarını getirdim, tüm bahar dalları kollarımda. Belki de rüzgârdı beklediğin ama bu gün yok, esmiyor tek dal ve yaprak arkasından. Sadece gün ortası güneş ve kızıl sıcaklıkla yaşamın karesi… Unutma gözlerinde uyumak istiyordum sevgili…
Yaşıyorum veya yaşamayı seviyorum…
Dünlerin korku dallarını budamışken, yeniden asla filizlenemeyecek şekle getirmişken, içimdeki tüm acılanma budaklarını budamışken, daha bir netlikle bakıyorum denizin kıpırtısına…
Özünden uzaklaşamadığım Ege Sahillerinde bir başka gün, bir başka yerde ama aynı güneş altında uyanmanın heyecanı kıpırtılarla içimde…
Uzun bir uğraş bu alışkanlığına ulaştığım beldeden sahilden bildik sokaklardan, uzaklaşıp, sabah kahvaltısı için bir başka beldenin sabahının ilk güneş ışıkları ile bir başka tanımadığım insana günaydın veya merhaba demenin çekingenliğini yavaş yavaş alt edip, alışıyorum her gün sabahında yeni yüzlerle gülümsemeye…
İçinin karasıyla, acılanmaları ile, kolay değildi yeni çıkan şarkılar gibi tüm değişimlere uyum sağlamak.
İçimizin karası vuruyordu kolay olmuyordu içimizde kaynayan duygularla yaşamı hafife almak…
Herkes kendine tanıdık ve herkes bana yabancı gibi dururken, kendime olan güven duygusu olmasa bu yalnızlık ruhsal çıkışlarını tek başıma budayamazdım.
Garip bir özgüven ve inanış, kendi kendine verdiğin hükmü kendinde uygulamak…
Yüzüne vuran gün karasının bakışlarından silmek veya değiştirmek…
Garip hisler bunlar. Sanki unutmak istemediğinden kopup kaçmak…
Veya inadına kopuşmak düşüncelerden ama çok fazla direnç kırman gerekti bedeninde…
Özlem duygularının ruhunla dalaşması düşüncede kırıklıkları yaratıyordu. Bu da cesaret kırılması gibi yaşamın içinde yalpalanmak getiriyordu…
Oysa, ne kadar güzel sözlermiş sevgisine inandığınla sevgi sözleri etmek ve bu anları yaşamak…
Gece boyu devam eden gün sonu döngüleri, bu acılanmaların ruhsal düşünceleri içimde huzursuzluklar yaratırken, pişmanlığı olmayan bir yaşamın geriye dönük zamanların hesaplaşmasına dönüşüyor bu düşünce girdapları…
Sadece yaşam anlarındaki mutlulukların acıya dönüşmesi, bu günlerde dayanılmaz iç hesapların acılanmaları sürtüyordu ruhsal yapıyı bozarak…
Sen ve ben sevgili, pişmanlıksız zamanlar yaşarken, o anlardaki bu günlere sarkan hesaplaşmaların koyu bir ruh karanlığı ile bedene sıvazlanması artık sabrın zorlanması zamanlara uzuyordu…
Saygısı içinde bir sevgiyi yaşarken, ihanetle boğazlanmaların bu günlerdeki bedeliydi bu ağır geçen yaşam…
Sevmekle intikam duygusu içindeki ruhsal yapının sahipsizliği ile geceler boyu süren ruhsal daralmaların yaşama bir bedeli ödeniyordu sanki.
Anladık ki bedeli ödenmeyen bir yaşam gelecekte ruhsal yapılanmaları yangın yerine çeviriyordu…
Gecelerden gecelere bu bedel ödeme dalgaları artık bedenimizde çürüyerek devam ediyor ve aynı zamanda bedenimi de çürütüyordu…
Aslında biz dar zamanların yetiştirdiği dirençli çocuklardık. Ve hayatı baş etmeye ve de hak etmeye eğitilmiştik…
Biz sevmeyi de severken yaşamayı da içimize sindirmiştik…
Sadece hesaplanmayan beklenmeyen riyalar ve ihanetler idi…
Düşündüm de ihanetin bedelini kim ödeyecekti, ihanete uğrayan mı, ihanet eden mi?
Şüphesiz adalet burada da kendini gösterecekti ve benim yaptığım gibi zamanı hak ettiğim gibi kullanmaktı…
Yıllar geçtikçe anlaşıyor ki her haksızlık bir bedel ile karşı tarafa yapışıyordu şüphesiz.
Sadece ezilen yıpranan ve parçalanan sevgi oluyordu.
Oysa biz sevginin içinde huzurla gelecek zamanlar umut ediyorduk…
Hiç kimsenin olmadığı hiçbir yerinde nefes alamazken hayatın, yarınlara bırakacağım hiç kimseliğin varken bu günlerin dayanılmaz boşluklarında koşmaya çalışırken kendinden başka kimsen yokken, konuşmaya düşüncelerin bile ürkerek destek verirken, bir çıkmaz bu ki kimsenin sahiplenmediği ve ben o boşluğa tüm hayatımı sermişken, bu günlerin endişeleri artık bana korku salmıyordu…
Dün bir karanlık zaman alacası
yarın boşluk
bir kararsızlık bakışlarda
bir endişe düşlerde
bir vazgeçizlik nefese
bir umut yaşama
bir kararsızlık düşlerde…
Ve
uçurum düşüncelerde
ha düştü ha düşecek
aslında yarındı umut
oysa
artık yarınlarda da umutsuzluk…
Bedende bir titreyiş
bir hayıflanma
bir kızgınlık, kararsızlık
bir baş sıkıntısı sen yokluğu
bir acıma kendine…
Sonra
boşvermişlik zamana
hakim olan umuttu
yaşamaya…
Hani bir sevda ki sevda
derdin ya sevgili
bir yaşam
artık
sevdaya dahil
yaşama dahil
sana dair
bir vazgeçiş ki
benden sana dair…
Nem oranı artıyor, geceden
bir vazgeçiş ki uykudan
sana dahil düşüncelerden
belki bir ters telaş bu
yaşamın içinde savaşa dahil…
Ve yalan
ve korkular
ve de ölen çiçekler umutlar
ve sen
gözlerimde kaybolan yalan…
Hiç kimsenin kimsesizliği üzüntüler
hep boş
hep yalan sen dokunuşları
unutulmaya…
Sızlayan bir yürek heyecanı
sararmış bir çiçek
ve hep yarınsızlık korkusu ile
sen ve yalan…
Hüzne damga vurulmuş bir yürek
kurumuş düşünceler
unutulmuş sevdalar
ve yaşanması sevmesi zor yarınlar…
Ve yalan olmuş sevdim seni denmesi…
Unutsana beni ki unutayım seni, yalandan bir söz söyle, sevmemiştim seni de, deki yaşamımın anlamı ol yalansız…
Gün geceye duruyor ve uzayan zaman karanlığı içinde saklıyor…
Uzayan düşünceler ve çözümsüzlükler, yaşamın eğrisini hep aşağıya doğru çekiyor durdurulamayasıyabir iç sıkıntı, bir kasvet geceye ağırlığını koyuyor…
Baş edilemeyen yalnızlık mırıldanmaları, ritimsiz bir müzik şekline dönüşürken dudaklarımda, neyin nereye nasıl konması kargaşası dolanıyor beynimde…
Yalnızlığın tarifi yapılırken bu dolanmaların kuralları konmamıştı sanırım ve bir başıbozuk düşünce tarifi yapılabiliyordu sadece…
Sanki her şey yalnız, sanki her şey tek başına yaşam savaşının içindeydi ve buna dağdaki Ahlat ağacı tariflerde eşlik ediliyordu sanki…
Neden insanın düşünceleri hep kalabalık oluyordu? Ve neden sevginin acılanmaları beynimizde, bedenimizde bu yalnızımsı zamanlarda çoğalıyordu?
Sanki tüm hınçlar bir anda bir birliktelikle acılanma düşüncelerine dönüşüp, insanın omuzlarını düşürürcesine çaresiz bırakıyordu?
Neden insanın çaresizlikleri yalnızlığında çoğalırdı?
İnsanın kendisinde çaresiz zamanlarıydı belki de hayatın bu beden üzerindeki üstünlüğü…
Çaresizlikler içinde bunaldıkça öfkemiz biri veya birileri üstünde yoğunlaşıyordu.
Çouğu zaman hak etmediğimiz cezalandırılmalar karşısında bunalıyorduk…
Sen sevgili, ömrümü adadığım sendin belki de veya şüphesiz sendin… Tüm bu yaşantılarımdaki çapraz kurgularınla, bu karmaşıklığı yaratan.
İnanmışlığın bedeli çok ağır ve çok kızıldı ve çaresiz zamanlarla bu alev içimizde yangınlar oluşturuyordu kaldığımız çaresizliklerle baş edememekle…
Bu kent benimle bana kargaşa halindeki zamanlar yaşatıyordu…
Ve öfkem kentte değil sadece sana idi…
Oysa sen öfkenin altında ezilirken ben kendine yaptığın pırıltılı yaşamın zevleri ile oyalanıyordun…
Hem de bana umarsız, hem de bana acımasız ve hem de bana kurduğun kurgularla hayatın parıldak veya cümbüşlü keyfini çıkarıyordun…
Ve galiba acımasızlığının en belirgin ölçüsü bu oluyordu…
Yavaş yavaş düşüncelerden kopuyorum. Onları önem sırasına göre ayrıştırarak, çoğunun artık eski öneminin kalmadığnı görüyorum…
Kendimce bulduğum çözümler ile kendi kendimi derinlemesine düşünürken, artık değeri yiten çoğul olguyu önemsememeyi öğreniyorum…
Bu demek ki kendi kendimin yükünü düşüncede artık kaldırıyorum…
Oysa bana ait acılanmalardı uzun zaman altında ezildiğim…
Sen sevgili artık unutulmazların arasından çıktıkça ruhumun dinginliğini bilebilir misin?
Sıcak ve karanlık, gecenin gücü kendi kendine, etkenliği benim yalnızlığımı darbeliyor çoğul düşüncelerin geceye sığan kesimleri ile kendi kendini, bir yerlere, bir girdaba ittiriyor, sadece kendime inandırmaya çalıştığım yaşamın olumlu yerlerinin de bulunduğu kendime geceye sığınmış düşlerimi anlatırken, garip bir güç belirtileri sarıyor benliğimi…
Ve ben bu sıcak gecenin sonundaki gün ışığına ümütlenerek kendime has bir gülümseme düşüyor dudaklarıma ve yalnızlığın sığınağında derin bir düşüncelerle uzatıyorum uykusuzluğumu gün doğumunun ilk ışıklarına… Evet sevgili yaz sonu sevdalarının incecek sızısı ile yaşadığımız bu sevginin özlenen yerleri ile nefrete ulaşmış yerlerinin birbirinin içine girmiş hâliyle bu öfkeli ve acınası sevgi ve biz yaşarken biten. Oysa yaşarken de çok sevebilirdik biz birbirimizi…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 10.8.2015 12:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İçinin karasıyla, acılanmaları ile, kolay değildi yeni çıkan şarkılar gibi tüm değişimlere uyum sağlamak. İçimizin karası vuruyordu kolay olmuyordu içimizde kaynayan duygularla yaşamı hafife almak… Herkes kendine tanıdık ve herkes bana yabancı gibi dururken, kendime olan güven duygusu olmasa bu yalnızlık ruhsal çıkışlarını tek başıma budayamazdım. Garip bir özgüven ve inanış, kendi kendine verdiğin hükmü kendinde uygulamak… Yüzüne vuran gün karasının bakışlarından silmek veya değiştirmek… Garip hisler bunlar. Sanki unutmak istemediğinden kopup kaçmak… Veya inadına kopuşmak düşüncelerden ama çok fazla direnç kırman gerekti bedceninde… Özlem duygularının ruhunla dalaşması düşüncede kırıklıkları yaratıyordu. Bu da cesaret kırılması gibi yaşamın içinde yalpalanmak getiriyordu… Oysa, ne kadar güzel sözlermiş sevgisine inandığınla sevgi sözleri etmek ve bu anları yaşamak… Gece boyu devam eden gün sonu döngüleri, bu acılanmaların ruhsal düşünceleri içimde huzursuzluklar yaratırken, pişmanlığı olmayan bir yaşamın geriye dönük zamanların hesaplaşmasına dönüşüyor bu düşünce girdapları… Sade ce yaşam anlarındaki mutlulukların acıya dönüşmesi, bu günlerde dayanılmaz iç hesapların acılanmaları sürtüyordu ruhsal yapıyı bozarak…

TÜM YORUMLAR (1)