önce kuşatıldık
olağan denizinde sıradan olduk sonra
ne gölgen kalıyor ne sen
gölgeni kuşanıyorsun da
anlaşılan kolayı yer edindin
yer edindin bozgunu
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Kelimelerini nakış gibi işleyen, kıvrandıran bir süreçte şiirini oluşturan bir şair.
Önümüze dizeler koyan, kocaman bir yap-bozu zahmet vermeden ipuçlarıyla çözmemizi bekleyen engin bir Türkçe dili ustası...
Bir çocuğa yetişebilirse ne mutlu bir güzel düşünce...
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır”… Yunus Emre
“Yürü bire yalan dünya
Yalan dünya değil misin
Yedi kez boşalıp yine
Dolan dünya değil misin”… Yunus Emre
“Yürü bire Hınzır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
Ó da bir gün devrilir“… Pir Sultan Apdal
Neredeyse bin yıl öncesi yazılan şu dörtlükleri, sözcükleri ve içeriği bilmeyen anlamayan var mı ? Öz Türkçemizin halk diline yerleşmesinde alın size iki büyük ozandan sadece birer dörtlükler... Ancak bunlar yanısıra, öz konumuz yine de sözcüklerin Arapça, Farsça oluşu da değil. Tabii ki halk diline yerleşmiş anlaşılır Arapça, Farça sözcüklerde artık dilimizin ve edebiyatımızın vazgeçilemez unsurları olmuştur.. Ve onlar da bu boyutu ile artık bizimdir.. Yani kunun bu boyutu da burada ki meselemiz hiç mi hiç değildir... Nedir peki öz konu ? Kendi öz Türkçemizin gelişmesi, üretilmesi ve halkın özümseyeceği, kabulleneceği gidişata ki yoluna kimi geri zihniyetin blok oluşturması ve buna karşı çıkmasııdır... Beceremedikleri oranda zırvalamaları, hırçınlaşmaları ve insana (=yurdunun öz varlığına saldırmaları) ve saçmalıklarıdır ki bunun da vurgulaması bin yıl öncesi yukarad ki iki ozanın sadece iki – üç dörtlüğündedir
Gerici zihniyet, her ilerlemeye, keşfe ve üretime karşımıza sap ile samanı bir birine karıştırıp ortalığı bulandırıp, çaresiz gidişatta yolunu kayıp ederse, kendinin yok olacağı abuklaması ile sabuklamsı ile öz Türkçeye ve onun sahiplenmişlere saldırmasıdır...
Evet meselenin ‘dil’ boyutunda ki özü budur…
Saygıyla..
Kemal bey kırk yılda edebiyata 200 kelime kazandırmış(!) Sayın bayım; sen o kelimelerin orjinalleri nereden gelmiş merak ediyorsan, büyük lügatın sayfalarında bir gezinti yap! nasıl ki kendi isminin bile arapça olduğunu bilmediğin gibi eminim o, 200 kelimenin de çoğunun Arapça ve Farsçadan gelip, gelmediğini araştırmamışsındır!
Osmanlı 700 sene yaşamış ama senin gibi tarihini, kültürünü ve ecdadının mirasını bilmeyenler, onların miraslarına sahip çıkacaklarına, Agop DİLAÇARLARIN bizi tarihimizden, dilimizden ve dinimizden koparmak gayesiyle Uydurduğu mastarsız, köksüz uydurukça türkçeye sahip çıkıyor! Yazık çok yazık! senin gibileri birde memleket yönetimine talip olup bizleri yönetmeye kalkıyorlar(!)
Allah(cc) senin gibilere şuur ve idrak nasip etsin, Aminn.
Herkese hayırlı geceler.
...şairimizin hayatı beni oldukça etkiledi...şiirle dolu bir yaşam...çok güzel çalışmalar sanıyorum benden kaynaklanan bir anlama hatası var...sizi eleştirmek haddim olmasa gerek hem yaş hem de şiir okulu kurabilecek kadar gönlü şiirle dolu olan birinin karşısında hürmet duyulur...çünkü şiire hizmet gönüllülük esasına dayanır ve şiir insan için iyi bir yatırımdır...sizi tanıdığıma sevindim...
“Dilleri var bizim dile benzemez” Karacaoğlan
Kökeni ne olursa olsun, Türkçeleşen, halkımızın anladığı her kelime Türkçedir.
İdeolojik saplantıları olan insanlar gerçekleri göremez.
Sıkışınca cumhuriyeti ve Atatürk’ü kendilerine kalkan yaparlar.
Buyurun Atatürk’ün “Nutuk” adlı eserini okumaya …
Bir milleti yok etmek için dilini bozmanız yeter.
Bu bozgunculuğun arkasındaki en önemli isim A. Dilaçar…
İsmini neden yazmaz? Agop Dilaçar…. Bir Ermeni….
Arapça ve Farsça kökenli kelimelere karşı olanlar nedense Batı-Avrupa kökenli kelimelere ses çıkarmıyorlar.
Hayatlarının her alanında bu çifte standart var.
Her konuda evrenselliği savunan bu güruh, dile gelince ırkçı kesiliyor.
Türkçeleşen Türkçedir. Öz Türkçe diye ortaya koydukları kelimelerin kaçını halk anlıyor.
Divan edebiyatını eleştirenler yapay üst dil oluşturdular.
Uydurulan her kelime Türkçeye,Türk milletine,Türk kültürüne,Türk tarihine saplanan bir hançerdir.
“Taşradan geldi çemen mülküne bigane deyu
Devri gül sohbetine laleyi iletmediler” Necati ( 15. y.y.)
Anlamadığınız kaç kelime var.
Arı-duru Türkçe.
Saygılarımla…
güzel bir şiir...
tebrik ederim...
anlaşılan kolayı yer edindin
yer edindin bozgunu
(zamanla çürüyor deniz
bataklığa dönüşüyor su)
kuş kanatlarında özgürlük türküleri
gökyüzünü çiçekliyor sevdam
(olağan dışı bir yol bulunabilir belki
zembereğini kendi kuran)
çağrım darağacında seni de yuttu bataklık
belli ki unuttuk karşı koymaları
(geç kalan her düşünce
daha erken büyütür çocukları)
önce kuşatıldık
olağan denizinde sıradan olduk sonra
(ne gölgen kalıyor ne sen
gölgeni kuşanıyorsun da)...şiir de sıralama hataları var...bir şeyler yapmaya çalıştım anlaşılabilir olması adına(çok sevmememe rağmen şairinden başkasının şiire şekil olarak dokunmasını...şairin hoşgörüsüne sığınıyorum...)farklı bir yapı var şiirde...önce durumu gözler önüne seriyor...parantez içine aldığım kısımlarda ise iç sesin cevabı duyuluyor...ilginç bir çalışma
Geç Kalan Çağrı
önce kuşatıldık… Dili geçmiş Z.
olağan denizinde sıradan olduk sonra… Dili geçmiş Z.
ne gölgen kalıyor ne sen… Şimdiki Z.
gölgeni kuşanıyorsun da… Şimdiki Z.
anlaşılan kolayı yer edindin … Dili geçmiş Z.
yer edindin bozgunu… Dili geçmiş Z.
zamanla çürüyor deniz… Şimdiki Z.
bataklığa dönüşüyor su… Şimdiki Z.
kuş kanatlarında özgürlük türküleri
gökyüzünü çiçekliyor sevdam… Şimdiki Z.
olağan dışı bir yol bulunabilir belki
zembereğini kendi kuran…Geniş Z.
çağrım darağacında seni de yuttu bataklık.Dili geçmiş Z.
belli ki unuttuk karşı koymaları… Dili geçmiş Z.
geç kalan her düşünce
daha erken büyütür çocukları… Geniş Z.
Başlangıçta hitap, 1. çoğula iken, 2. tekile dönmüş. Yer yer sesli düşünmeler…
Bu yönleriyle karışık… Elden geçmesi lazım…
Akıcı bir dille yazılmış bir makaleden alıntı gibi geldi bana. Belki bahsettiğim nedenlerle şiir yönü güçlü değil.
Başarılar…
Onur BİLGE
Hemen ilk dil kullanımında akıcı bir günümüz Türkçesi. Çağdaş ölçülü duruşuyla ve her kesimin anlayacağı berrak şiir mesaj yüklü. Verdiği mesaj, hitap gücü ise kuvvetli.. Neden? Şiirde odak noktası insanda ondan.
Önce somut (gőzle gőrülen anlamında) ve soyut (içselliğindeki algılma anlamında) insanı seveceksin (ki kendini bu somut ve soyut kavramlarla; eksiğinle- aksağınla içten kabul edip sevebilesin). Kendini seven, diger insanı, doğayı ve toplumunu, toplumunu seven yurdunu, yurdunu seven özgürlüğü, özgürlüğü seven düşünce üretmeyi ve var olan sorunların insanca çözümünü, mutlu bir yaşama özden katkıyı; beşikten-bebeklikten yetmişine kadar eğitimi, koruyup/kollamayı, kollektif bir anlayışla savunmayı ve bunların oluşmasında elinden her geleni topluma sunmasını gerektiriyor. Kısaca bu anlam kavramlarını uzatın da gidin… Evet şiir, şiirde ki geç kalan çağırı da biraz bu özle ilgili duyumunu verdi bana.
Bakın ki şimdi ki topluma; “Her koyun kendi bacağından asılır.”…artık bir deyim olmaktan çıkmış onun somutu yaşanıyor; köşeyi, biz ‘bireysel’ olarak ya da belli bir grubun zümreleri olarak, dönme ve böbürleneme dönemindeyiz.
Altımızda ki ciplerle gaza basıyor ve hava atıyoruz. yozlaşma yörüngesini aşmış falanca grup filancayı asar konuma gelmiş..Halk katmanında fonksiyonel konum açısından en yüksek tepesindeki görevli digeriyle sürdüşme ve ‘ benim görüşüm, fikrim, istemim’ bastırması uygularken, halk katmanının en alt kademesindeki zavalım ezilmenin yedi kat daha zemin altında nice ölümler vererek yaşam mücadelesinde, ya da yoksulluğunu kadere yormazsa bilmem ne suçlmasıyla içeri tıkanır, toplumdan soyutlaştırılır (sadaka ile geçimini sağlanır) veya hakir görülür ve sair olunur kıskacında…
Ve bunlar yurdumuzun yüzyıllık sürecinde inançsal bazda en güçlü olduğu dönemde oluyor… İyi de bunların hadi diyelim ki şu ortamda, şu arenada ve yani burada yaptıkları yorumlarla temsilcileri ve savunucuları kimler?
Örnek şiir devamlı haraket halindedir; edebiyat hep haraket içindedir, şair durduğu yerde durmaz…Dil ise devingendir hep ilerler… Yani bir yerde toplum genelinde ki konum, durum ve süreçler edebiyat genelinde ki konum, durum ve sürecin bir paralelidir…
Siz burada yok Arapça, Farsça köktenmişte ve onlara karşıtken, yok ismi falanca-filanca imişte.. Bunlar, İnsan odaklı çağdaş yaşam ve insan odaklı çağdaş edebiyat yaratma karşıtları olup, konunun bit boyutunu, edebiyat ederlikleri neyse o ölçekte bize sunmaya çalışan; hep bana hep bana.. hep ben heb ben.. heb gerim hep gerim, hep gerilim hep gerilim ve yoktur ki hiç ilerim diyen yukarda ki toplum ve edebiyat yozlaşmasına bir fiil katkı sunan bireyleridir..
Saygı ve etik ölçüde, bu şiire ve burda ki yorumcu arkadaşlara eleştirisel olanlara, sözüm tabii ki olamaz..
Ama şiire, şairine, sevgi-saygısı ile ona gerçek degerini hür zihinle veren çağdaş yorumcular dersek, onlar da bakın işte burda bizlerin karşısında ve hiç te az değil..Şair onurlarıyla onlarla takdirimi ve derin saygımı iletiyorum..
Evet şiirin çağırımını biraz yukardakinde aramak hatta sadece aramak değil; çözüm üretip ‘bit fikrinde’, konumunda olanları bertaraf etmek, insanlık onuru ve toplumun onuru gibi önümüzde duruyor…
saygıyla
çağrım darağacında seni de yuttu bataklık
belli ki unuttuk karşı koymaları
geç kalan her düşünce
daha erken büyütür çocukları
kutluyorum
şiirin şairini
güzel finalle sonlamış şiiri
saygılar
Bu şiir ile ilgili 20 tane yorum bulunmakta