Gaziantep Tiyatrosunda Elvan Ataylı Yıllar
FEVZİ GÜNENÇ
Uzak anılarımda Elvan Atay, Gaziantep Lisesinde ya da özel kolejlerde her yıl en az bir oyun sahneleyen bir tiyatro adamı olarak yer alır.
Onun yaşama geçirdiği oyunları izlerken her seferinde “Elvan Atay’ın Gaziantep’te edebiyat öğretmenliği yaptığı yıllarda, “neden onun öğrencisi olamadım” diye zaman zaman içlenmişimdir.
Sonra arkadaş olduk. Onun arkadaşlığı erişilmek güzellikte bir şeydi. Bu yılların açılımını aşağılarda yer alacak olan çeşitli yazılarımda dillendirdim.
Sevilesi bir büyücüydü o. Beni en çok etkileyen son büyüsü oldu. 40 yıl önce öğrencileriyle oynadığı bir oyunla yeniden sahneye dönmek... İşte o büyünün öyküsü.
AYAKTA ALKIŞLANACAK ADAM
Geçen yılın son cumasında şöyle bir ileti yollamıştım tiyatrocu dostlardan oluşan grubumuza:
“Gaziantep'te ilginç bir tiyatro olayı
40 yıl önce birer lise öğrencisiydiler. Edebiyat öğretmenleri Elvan Atay, bir tiyatro delisiydi. Yetenekli öğrencileriyle her ders yılı sonunda çağdaş bir oyun sergilerdi. Sahnelediği her oyunda kendisi de oynardı.
O yıl da 'Midas'ın Kulakları'nı oynamışlardı. Oyunda berber rolünü oynayan, birkaç dönem Baro Başkanlığı da yapmış olan Avukat Hayri Girişken'di. Sınıf arkadaşı şair Ercüment Asaf Yanıç ile bir söyleşi sırasında konu dönüp dolaşmış, tiyatroya gelmişti. O eski günleri özlemle andılar.
Sonra biri: 'Neden bir nostalji yaşamıyoruz? ' diye sordu. Fitil ateşlenmişti. O yılların 18 yaşındaki, bugünün orta yaştan ihtiyarlığa ilk adımını atmış olan yürekleri genç iki deli kolları sıvadı.
Öğretmenleri Elvan Atay'ı ikna etmeleri kolay olmadı. Ama oldu. Fitilin ateşlendiği günün ürününü yarın alıyoruz: 27 Aralık 2008 Cumartesi akşamı saat 20.00'de özel konuklara ilk gösteriyi yapacaklar.
İki gün sonra 29 Aralık Pazartesi 15.00 ile 20.00'de halka açık iki gösteri daha yapacaklar.
Gaziantep Lisesinde okuyanların derneği adına gerçekleştirilen etkinlik, Gaziantep Üniversitesi AKM Salonu'nda yapılıyor. Ulaşabilecek her tiyatrosever oyuna ücretsiz çağrılı.
Tiyatro böyle bir şey işte! ”
DUDAK UÇUKLATAN BİR SERGİ
Oyunu izlemeye koşarak gittim. AKM Salonu'nda iki uzun kol sarmalayıp kucakladı başta beni. Bir sergiydi bu iki uzun kol. AKM Salonu'nda izlediğim sergi, oyunu yeniden izlememin sevincinden de beter etti beni. Dudaklarım uçuklasaydı şaşmazdım.
Elvan Atay öğretmenimizin, yıllar boyunca çocuklarına oynattığı bütün oyunların fotoğrafları, afişleri, broşürleri, oyunlar hakkında yazılmış gazete yazıları… Gazete yazılarının hepsi Aydın Yener imzalı.
Bu imza ikinci adıydı ustam Hayri Balta’nın. Demek ki ondan özge eli kalem tutan tiyatro delisi yokmuş o yıllarda Gaziantep’te. 1966’dan başlayarak Elvan Atay’la öğrencilerinin tüm tiyatro etkinliklerini yazıklarıyla belgelemiş.
Nasıl da özenle saklamış sevgili Elvan bunları? Alınından öpmek gerek onun.
Tanrım, neler oynamamışlar ki Elvan Atay’ın çocukları! Tüm çağdaş oyunlarla tanıştırmışlar meğer bizi. “Tiyatromuz yok” diye boynumuzu bükmemişiz sayelerinde, o yıllarda, bu oyunları izleyerek.
Bu sergideki tüm belgeler şair Ercüment Asar Yanıç’ta. “Belki bu kentte bir gün bir tiyatro müzesi kurulur da orada sergilenir” umuduyla saklıyor şair.
İHTİYAR DELİKANLILAR BÖYLE OYNAR
Kırk yıllık profesyonellere taş çıkartırcasına oynadılar “Midas”ı Atay’ın 50’lik, 60’lık öğrencileri. Hele kendisi! Yetmiş yaşında gerçek bir Midas’tı! Oyundan sonra hepimiz ayakta alkışladık onu. Hak etmişti.
Değil mi ki haklının hakkını veriyoruz burada, öyleyse başarılı olan yüreği genç oyuncuları anmadan geçmemeli. Ben en çok Bekir Budumlu’ya bayıldım. Bir oyuncu ancak bu kadar güzel oynayabilirdi Midas’ın berberini. Sanırım Günör Dilmen Ustamız orada olsaydı, alnından öperdi bu berberin. Hatta belki bir de saç sakal aldırırdı ona.
Şair Ercümant Asaf Yanıç, nasıl eritivermiş Pan’ı yüreğinde? .. Doğan Berk de iyi Apollon’du ha… Başarılarını tek tek saysam yazım köşe yazısı olmaktan çıkıp kitap olacak.
Burada bir oyun oynandı, sizlere göre uzakta… Bu oyun sizin oyununuzdu. Görmeseniz de… İnanın güzel bir şey yapıldı. İzleyebilseydiniz ayakta alkışlardınız onları.
Elvan Öğretmen ile öğrencileri bu güzellikleri sıkça yineleseler keşke. Böylece yeniden anımsattırmış olurlar iyi tiyatronun “Antebin hamamları” olmadığını Gaziantep izleyicilerine.
ELVAN ATAY DOĞDUĞU KÖYÜNÜ ÖZLÜYOR
Gaziantep Lisesinin edebiyat öğretmeninden öte, bir tiyatro ustası olduğunu defalarca kanıtlayan Elvan Atay’ın en büyük özlemi doğduğu köy Yelekli’de çocukluk arkadaşlarına, onların çocuklarına, torunlarını bir oyun sunmaktı.
Bunu kaç kez dile getirdi Gaziantep Lisellerin Lokalinde, şekersiz çayını içerken. Elvan’ın özlemi sadece köyünde oyun oynamak değildi. Doğruğu köyü bir kerecik olsun dünya gözüyle yeniden görsün, yine yeterdi. Yazık, göremedi. Yelek Köyünün internet sitesinde yer alan aşağıdaki yazısında onun bu özlemine tanık olacaksınız.
“YELEK’Lİ OLMAK
Ankaralı olmak, Adanalı olmak, Urfalı olmak ne demektir? Orada doğmuş, büyümüş olmak mıdır bir yerli olmak? Oraların havasını solumak suyunu içmek midir bir yerli olmak?
İnsan bir sokağa, bir semte ait olabilir. Doğma büyüme oralıysan, eli bastonlu ihtiyarını, yeni doğmuş bebeğini adına kadar tanıyorsa, tozlu yollarını, kaldırım taşlarını binlerce defa tepelemişse, çelik çomak oyununu oralarda oynamışsa, teklifsiz tekellüfsüz o yörenin tüm evlerine girip çıkmışsa, evlerin odalarına kadar her bir köşesini avucunun içi gibi biliyorsa o kişi yerlidir.
Bugün var mıdır böyle bir kişi? Bugün kalmış mıdır kendine özgü böyle bir yer? Kentler allak bullak, sokaklar karman çorman, oralarda yaşayanlar suratlı bir karış asık, geçim derdine düşmüş kimi doğma büyüme oralı kimi Anadolu'nun hangi köyünden geldiğini bile unutmuş varoşların tuhaf insanları...
Şu bir gerçektir ki bugün şuralı buralı olmak kalkmıştır. Çağ bunu getirmiştir ama bir yere ait olma duygusunu da alıp götürmüştür. Biraz abartılı ama ''insanlığı'' götürmüştür, kovmuştur adeta. Çocukluğunu gençliğini, konuyu komşuyu, bağını, bostanını dağını taşını alıp götürmüştür. Oysa ki ''insan'' biraz da bu gidenlerle insandır.
Çağın kaçınılmaz bu gerçekliğine rağmen ''Yelekli olmak'' vardır bugün. Her gün Yelek Sitesine giriyor, gelen iletileri tek tek okuyorum ve görüyorum ki hala ''Yelekli olanlar'' var, hala oraya dönmek isteyenler var. Satır aralarına sıkışmış sözcüklerde ben bunları görüyorum.
Nasıl olmasın ki, çocukluğunu Yapı’da Pamuklu’da Dapınönü’nde, Beypınarı’nda geçmirmişse, benim Yelekli’min, Aladere yollarında çarık eskitmişse benim gibi, Kara Sıddık'ın Çanak'ında öküz otlatmışsa, Nasip'in çayırından geçmişse yüzlerce defa, Uzunöz'de öküz sulamışsa büyükleriyle birlikte pekmez için ak toprak almaya gitmişse Ağ toprağa, düğünlerde halay çekenleri seyretmiş, sonra halayın son ucuna tutunmuşsa, zurnanın acayip sesiyle keyiflenmiş, davulun tokmağıyla yüreği küt küt atmışsa nasıl, nasıl nasıl Yelekli olmaz, nasıl Yelek'e dönmek istemez benim yeğenlerim, arkadaşlarım, onların çocukları? ..
Yazları Amanoslar’ın denizle birleştiği yerde yaşıyorum. Kırk yedi senedir de milyonluk geçti günlerim. İstanbul'da Ankara'da geçti tahsil hayatımın bir bölümü. Kırk beş senedir Gaziantep'teyim. Burada geniş bir çevrem var. Nereye gitsem izzeti ikram görürüm. Ama ama hiç mutlu değilim buralarda.
Herkes beni Antepli bilir. Fakat ben hala Yelekli Elvan'ım. Çünkü mayam Yelek'in suyuyla yoğuruldu. Ciğerlerimi Büvelekçoğu’nun, Kavak'ın, Akpınar'ın, Ciyalık'ın, Karalık'ın tertemiz havasıyla yıkadım ben.
Bakır rengi Yelek akşamlarında güneşin batışını seyrettim Ciyalık'ın tepesinde. Çiğdem toplamaya gittim ağabeylerimin arkadaşlarıyla Ufakkaya'ya. Götaşlar’ın ötesinde Topaktaş’a bakan yamaçta İskender’le, Şemsettin’le, Ömer’le, Hüseyin’le, Topal Şevket’in rahmetli Nafiz’le, Kör Eyüp'ün Hakkı’yla merdiveni kızak yapıp kızak kaydım dondurucu Yelek kışlarında.
Kağnı gıcırtılarıyla yürüdüm tozlu yollarda. Düven sürdüm harman yerlerinde, bağ bozumlarını yaşadım Karalık'ta. Sınırsız özgürlüğü yaşadım bağ bozumlarında. Malı davarı istediğin yere bırak kimse bişey demez. Ne varki o mevsimlerde köyde düğünler başlar, davul zurna sesleri duyulur ama malını davarını başı boş bırakıp köye gidemezsin. En büyük sıkıntımız o olurdu biz çobanların. Herkesler eğlenirken düğünde sen yazıda yabanda, malın davarın peşinde kalmaya mecburdun.
Rahmetli Emin'in Arap da olurdu orlarda. Fakat yalvarıp yakarmak para etmezdi ona ''hadi gidin ben göz kulak olurum davarlarınıza'' demezdi. Tek çare biraz erken gelmekti akşam üstü köye. Bu kez de büyüklerden korkardık erken getirdiniz malı davarı diye.
Tek özgürlüğümüz vardı o günlerde Yelekte ufukalara bakmak… Bak bakabildiğin kadar engin ufuklara. Ciyalık’tan bakarsan açık havalarda Erciyes'i görürsün, Hasandağı’nı, Aliöğlez'i görürsün; aşağılarda Kızılmarık'ın gümüş yaylar çizerek Hirfanlı’ya doğru uzadığını izlersin. Sonra tepeler, tepeler..
Ciyalıkla başlar batı yakasının dağları tepeleri... Çıplak, çorak, verimsiz kel tepeler… Beypınarı’yla başlar değişik toprak yapısı; taa Uzundereye ve güneyini kaplar. Yelek'in tarlaları, kimisi ekilmiş, kimisi nadasa bırakılmış siyah herkler.
Ve yer yer ağaç kümeleri. Ve yer yer uzayıp köye kadar inen söğüt, kavak, zerdali bahçeleri. Ve köyün karşısında Yamaç! Hiç değişmeyen değişmesini de asla istemediğim Yamaç..
Mavışlar’ın tarlasının üstünden bekçi taşı. Benim hayalimdeki, anılarımdaki Yelek bu. Hiç değişmeyen dekoruyla Yelek bu!
Kerpiç evleri, tozlu yolları, güneşten soğuktan yanmış insanlarıyla Yelek bu. Acı baharla tarlarla koşan dondurucu soğuklarda evlerine kapanan emekçi Yelek bu. Üç dört ay kar altında yatan, hastasını kağnıyla Kamandaki doktor Fincancıoğlu'na taşıyan bir kış mevsiminde kızamık hastalığına kırk iki can veren, değişik giyeceği olmayan o nedenle çarşafa sarınıp çeşmede çamaşır yıkayan, onu da kurutmadan giyen kadınlarıyla kızlarıyla Yelek bu!
O insanlara nasıl saygı duyulmaz, o insanlar nasıl özlenmez!
Elvan ATAY
Ahmet Kâların Duran ve Ramazanın Kardeşi
Ahmet Kaların Abdurrahmanın oğlu”
ELVAN ATAY’LA YAPILAN İLK VE SON SÖYLEŞİ
“Gaziantep Tiyatrosuna emeği geçenler” dizisi için aramızdan ayrılmadan önce Elvan Atay’la bir söyleşi yapmıştım. Sanırım bu, onunla yapılan ilk ve son söyleşidir. İlk kez “Gaziantep Tarih Kültür Dergisi”nde yayınlıyorum
Yaptığım aşağıdaki bu söyleşi boyunca onunla “senli benli” konuştuk. Bunu lütfen ciddiyetten uzak bir davranış saymayın. Çünkü o benim çağdaşımdı; kendisiyle “sizli bizli” konuşmayacak kadar içtenlikliydik. Yazıma yapaylık getirmemek için konuştuğumuz gibi yazdım. Okurum bağışlasın.
FEV: Yaşam öykünü ayrıntılarıyla yazmışsın Yelek köylülerine yolladığın mektubunda Sevgili Elvan Atay. Orada yer almayan ayrıntılara da değinmek ister misin kısaca?
ELVAN: Ne diyeyim Fevzi… (Kendinden söz etmeyi sevmezdi.) “1938’de Kırşehir’in Kaman ilçesine bağlı Yelek köyünde doğdum.
- Bunu biliyoruz.
- İlkokulu aynı köyde bitirdim. Daha o zamanlarda okulu vardı köyümün.
- Ne güzel! Yıl 1945-50 olmalı.
- Hemen hemen…
- Ben de aynı yıllarda okudum ilkokulu.
- Kendini katmasan olmaz mı yazıya? Röportaj benimle yapılıyor herhalde.
Gülüşüyoruz.
- Haklısın.
- Orta öğrenimimi Kaman’la Kırşehir’de sürdürdüm. Ankara Öğretmen Okulu ile İstanbul Eğitim Enstitüsü öğrenim gördüğüm öbür okullar oldu.
- Ünlü öğretmenlerin de olmuştur senin. Benim hiç olmadı da.
- Evet, oldu ya… Anakara’da, İstanbul’da okumanın güzelliği bunlar. İlhan Berk, Beşir Göğüş, Haydar Ediskun öğretmenlerim oldu. Dil bilincimi bunlardan aldım diyebilirim.
İç çekiyorum.
- Sadece dil bilincini mi? Yazdığın, sahnelediğin oyunlara şiirsel, gizemli bir hava vermeyi İlhan Berk’ten öğrenmiş olmalısın. Gel de kendini katma bu söyleşiye. Gel de çatlama. İlhan Berk Türk şiirinin büyükbabası. Gaziantepli Beşir Göğüş dil ustası. Haydar Ediskun oyun yazarı. Tiyatroya aşırı ilginde de Haydar Ediskun’un parmağı olmalı.
- Orası muhakkak ama daha evveli de var. Ortaokulda İtalyan yazar Carlo Goldoni'nin bir oyununu okumuştum. İki Efendinin Uşağı… Hayran kalmıştım. Bu oyun başka oyunları da okumaya çekti beni. Molierre’in bulabildiğim bütün oyunlarını hatmettim. Bu kadarla da kalmadım, Bu oyunlardan Cimri’yi 1954 yılında sınıf arkadaşlarımla oynadım.
- Tabii oyunu sen sahneye koydun.
- Öyle oldu… Oyun sahnelemek gibi bir bilgim yoktu ama yine de iyiye yakın bir oyun sergilemiştik. 1950’li yıllarda Ankara’da Devlet Tiyatrolarının, İstanbul’da Şehir Tiyatrolarının sergilediği bütün oyunları izledim. Artık bir tiyatro aşığıydım.
- Bu birikim elbette ki seni oyunlar sahnelemeye, oynamaya çekti.
- Aynen….
- Bunların da ilkleri vardır.
- O fırsat elime öğretmenliğimin ilk yıllarında Kayseri Lisesinde geçti. Bir yıl içinde Üç oyun yönettim. 137 Numara, Yelkovansız Saat, Caz.
- Bu üç oyunu da hem yönettin hem de oynadın hepsinde de…
Gülümsüyor.
- Evet.
- Gaziantep’e ne zaman geliyoruz?
- 1962 yılında Gaziantep’te göreve başladım. Okullarda tiyatro diye bir şey yoktu. Tiyatro adına bir tabloluk gösteriler yapılıyordu. Örneğin Gaziantep’in kurtuluş bayramında Şahinbey’in Elmalı Köprüsünde şehit edilişi canlandırılıyordu. Kentte zaten sadece iki lise vardı. Gaziantep Lisesiyle Ticaret Lisesi. Etkinlikler bu iki okulca hazırlanıyordu.
- Profesyonelce sahnelediğin ilk oyunun? ..
- Profesyonelce demeyelim buna. Ben hep amatör ruhla sahneledim oyunlar. Amatör rukla oynadım hepsinde de… İlk olarak Ticaret Lisesinde “Yelkovansız Saat”ı yönettim. Bu oyunda öğrencilerimle birlikte oynadım.
- Artık gelenekselleştireceksin galiba okullarda her ders yılı sonunda bir tiyatro oyununun oynanmasını.
- Öyle oldu ama ertesi yıl aynı okulda tiyatro yapmadık. Gaziantep Koleji yeni açılmıştı. Bu okulun öğrencileriyle “Öldürdüğüm Adam” adlı çeviri oyunu oynadık. O oyunda, şu anda diş doktoru olan Mehmet Göksel ile Kütüphaneci Seylan Samlı rol almıştı. Oyunlarımız 1964’te başlayıp sonraki yıllarda Gaziantep Lisesinde sürdü.
- Yanılmıyorsam ilk gösteriniz Cahit Atay’ın “Duvarların Ötesinde” oyunuydu.
- Doğru. Bu oyunda Ali Zavar, Oktay Gürsel, Celal Kalkan, Aysel Taş gibi öğrenciler rol almıştı.
- Sonraki yıl? ..
- 1965’te Midas’ın Kulakları’nı ilk kez oynadık. Bu oyunda oynayanlardan da Ali Zavar, Hulusi Özbilgin, Bedrettin Ay ile Enver Şahin’in adı kalmış aklımda.
- Ertesi yıl? ..
- O yıllarda en çok sükse yapan oyunumuz “Ayak Bacak Fabrikası” oldu. Ökkeş Sevim, Mehmet Ay, Birsen Göğüş, Vahittin Bozgeyik, Nusret Gerekli, Ali Tuzcuoğlu, Orhan Zafer Beyhan, Enver Şahin, Cevdet Akşamoğlu, Ahmet Çevik, Ayşe Kutlar, Cahit Eren, Mehmet Kaya şahlanan öğrenci oyuncularımdı.
- Neden şahlanan? ..
- Bu, emperyalizme, kapitalizme, ağalığa karşı bir oyundu. Çocuklar kendilerini oyuna kaptırmıştı. Duyarak, yaşayarak oynuyorlardı. Oyun izleyenlerce de büyük ilgi gördü. Ne var ki “Ayak Bacak Fabrikası” aynı zamanda taşa tutulmamıza da neden oldu. Bizi topa tutanların başında okul müdürümüz Nuri Karaküçük geliyordu. Müdür, “Öğrencilere siyasi içerikli oyunlar oynattıramazsın! ” diyordu.
- Bu çıkışlar seni yıldırmadı, değil mi?
- Aksine daha da keskinleştirdi. Genciz, ateşliyiz, idealistiz… Ertesi yıl oynadığımız Üç oyun birden oynadık. Oynadığımız bu “Caz, Hepimizi Bekleyen, Yaşadığımız Devir” oyunları büyük ses getirdi.
- Öğrenci oyuncularınızın adlarını da unutmamışsınız bu arada.
- Nasıl unuturum? Dershane gibi, sınavla yüksek okula girme yarışı gibi sorunları yaşamıyordu o zamanın öğrencileri. Ders saatleri dışındaki pek çok zamanları birlikte geçiriyorduk. Ayrıca amatörce de olsa okul içinde tiyatro sanatçısı olmak gibi bir kariyer edinmişlerdi. Bu da öğretmenlerin kendilerine derslerinde hoşgörülü davranmasını sağlıyordu. Sadece ben değil, öbür bütün öğretmenlerinin de adlarını unutmadıklarını sanıyorum onların.
- Bu üç oyunun oyuncuları kimlerdi? ..
- Mehmet Ay, Ahmet Özsoy, Meral Saraçgil, Müslüm Şahin, Gülay Kervancıoğlu, Şermin Elbeyli çok güzel oyunlar çıkartmıştı. Şimdi sıralamada yanlışlık yapabilirim. Ercüment’teki arşivden daha sağlıklı öğrenebilirsin.
- Birkaç yıl tiyatro yapılmadı Lisede. Yasaklama mı gelmişti?
- Hayır, askere gittiğim için iki yıl oyun sahneleyemedim. Askerden döner dönmez Güneş’te On Kişi, Tahta Çanaklar, Palto’yu sahneledim.
- En çok severek sahneleyip oynadığın oyun hangisiydi?
- İyi hatırlattın. Sartre’ın “Mezarsız Ölüler”ini oynadık o yıllarda. İzleyicilerle buluşturduğum oyunlar içinde en beğendiğim oyun bu oldu. Yıllarca etkisinden kurtulamadım. Bu oyunlarda oynayan çocuklarım da çok başarılıydı. Sema Kendirci, Ali Zavar, Muhittin Gönlüşen, Mehmet Göksel, Mehmet Saraçlar, Hulusi Özbilgin, Ali Tuzcuoğlu beni kendilerine hayran bırakmışlardı.
- Oynadıklarınız arasında kendi yazdıkların da vardı, değil mi?
E. Evet, Çıplağın Oğlu, Şanzelize’nin Oyunu, Antep-1920 yazıp sahnelediğim oyunlarım.
- Bunları yayınlamayacak mısın?
- Yayınlamayı benden çok Ercünmet istiyor. Bakalım…
- Kendi oyunlarını nerede sahneledin?
- Bir yılda iki üç oyun oynadığımız oluyordu o yıllarda. Oyunlarımdan bir bölümünü Gaziantep Kolejinde sahneledim. Çünkü o okulda da görev yapıyordum.
- Kolej oyuncularının adlarını anımsayabiliyor musun?
- Aklımdan çıkıyorlar mı ki? Hasan Ogan, Hulusi Özbilgin, Kadir Buzcu, İbrahim Söylemez, İsmail Taylan, Ozan Keçeli, A. Şahin Aslıkara, Necmettin Ay, Prof. Levent Elbeyli ve Özen Yula. Yula kendini geliştirdi, iyi bir oyun yazarı oldu. Devlet Tiyatrolarında oyunları oynanıyor.
- Sıra geldi şu ünlü Midas’ın Kulakları oyununun hikayesine.
Gülümsüyor. Mutlu…
- 1967’de Midas’ın Kulakları’nı ikinci kez sahneledim. O yıl Gaziantep Lisesinde 5 Ed/B’nin sınıf öğretmeniydim. Bütün sınıf Midas’ta rol aldı. Değişik bir yorumla yönettiğim bu oyunda sahne ortadaydı. O oyunda rol alan öğrencilerimden Hayri Girişken(şimdi avukat) , Doğan Berk, Mehmet Beşlioğlu (Bugün, öğrencisi olduğu Lisede Edebiyat öğretmeni) Gazeteci-şair Ercüment Asaf Yanıç, Zerrin Gazyağcı, Mehmet Ali Eylen, Cumaali Demirel, Hilmi Nakipoğlu, Canan Akınal vb.
- Midas üçüncü kez sahneledi.
- Oyunu sınıfça birlikte oynadığımız kırk yıl önceki öğrencilerden gelen bir öneri ile Midas’ın kulaklarını geçtiğimiz günlerde yeniden sahneledik. Ama o kişilerden çoğu yoktu. Kimi kentten ayrılmıştı, kimi yaşamını yitirmişti. Bu son oynayışımızda o dönemin öğrencilerinden biri katıldı bize. Bekir Budumlu. Bir de yenilerden Gaziantep Lisesi öğrencisi Neslihan Tüzün isimli genç kız… İkisi de bende iz bırakan oyuncular oldu.
- TÖB-DER’de de oyunlar sahnelemiştin.
- Evet, Olaylı yıllarda bu öğretmen kuruluşumuzun Tiyatro Kolunu yönettim. Orada, “Bu Oyun Oynanmamalı, Özgürlüğün Bedeli” oyunlarını izleyicilerle buluşturmuştum. Çok yoğun ilgi görmüştü.
- Sol içerikli oyunlar… Sorun yaşatmadı mı?
- Yaşatmaz olur mu? Okul müdürleri, öğretmen arkadaşlarım, sağ kesim hep karşı çıkıyordu. Neyse ki oyuna katılan ilerici öğretmen arkadaşlarımla öğrencilerim bana desteğini hiç esirgemedi.
- Bir kitabın yayınlandı bugünlerde.
“Dan Dom Bom” isimli kitabım yayınlandı. Savaş Üzerine Seyirlik bir Oyun bu. “Dan Dom Bom” koydum adını. İstemediğimiz şu savaşları, savaşın seslerini simgelesin diye. Ercüment Asaf Yanıç’ın sayesinde okurlarla buluştu kitap.
- Kitapla ilgili bir şeyler anlatır mısın?
- Fransız sömürgeciliğin, dayatmacığın tarihsel kökenlerini, “İlle de savaş, ille de paylaşım” diyenlerin kime, kimlere, neye hizmet ettiğini irdeleyen savaş karşıtı bu “anlatı”mın sayfaları arasında, Ayıntap'ın nerede olduğunu bile bilmeyen, Parisli kadınların Fransız General Abadi'ye nasıl dudak büktüklerine, dahası savaş çığlıklarına, çığırtkanlıklarına zoraki gülümsüyorsunuz.
Savaş istemeyenlerin, savaş karşıtlarının, barış güvercinlerinin giderek sayıca azaldığı dünyamızda, belki de çok yakın bir gelecekte, anneleri, babaları, çocukları öldüren 'savaşları durdurmak için savaşmak' zorunda kalacaklarını acıyla düşünüyorsunuz.
- Çocuk dedin de… Çocuk oyunlarıyla ilgilenmedin mi hiç?
- Orta Öğretim kurumlarında çalıştığım için küçüklere yönelemedim. Çok istedim ama bunu yapamadım. Keşke o olanağı bulabilseydim. Çalışmalarım o zaman daha kalıcı olurdu.
- Tiyatro ile sarmalanmış öğretmenlik yılları… Mutlu etmiştir elbette seni.
- Etmez mi? Oynadığımız oyunlar sadece beni değil, birlikte çalıştığımız gençleri de çok mutlu etti elbette.
- Öğrencilerinizden Mehmet Kaya, meslek olarak tiyatroyu seçti. Özen Yula Tiyatro yazarı oldu. Bunlar senin eserin.
- Onlar ışığa gelen pervanelerdi. Ben olmasaydım başka bir ışıkta bulacaklardı yollarını.
- Oyunlarınızı izleyenler için ne diyeceksin?
- Yaşama geçirdiğimiz oyunlar, oynayanların düşünce dünyalarını zenginleştirdi. Kent kültürüne önemli bir katkısı olduğunu sanmıyorum. Yaşamın hay-huyu içinde silinip gitti
- Kendine haksızlık etme. Gaziantep tiyatrosuna büyük emeğin var. Bu emeğin değeri, bilmesi gerekenlerce biliniyor.
- Oynadığımız oyunlar Gaziantep’in tiyatro sevenlerinde iz bırakabilmişse ne mutlu bana.
ELVAN ATAY İÇİN DOSTLARI NELER SÖYLEDİ?
Uzun sayılmayacak bir ömre ne çok şey sığdırmışsın Sevgili Elvan. Sen Gaziantepliler için adın gibi
güzel kokulu rengarenk bir çiçektin. Bizim için hep de öyle kalacaksın.
Bir çok güzel insanın, senin için ne güzel şeyler söylediğini duyabilseydin, kim bilir ne çok mutlu olurdun sevgili dost. İşte onlardan birkaçı…
GÜLE GÜLE
“Güle güle Elvan…”
(Çelenk yazısı)
AV. Hayri Balta/şair, yazar/Ankara
ZAMANSIZ AYRILIŞI DERİNDEN YARALADI
Elvan Atay'ın zamansız ayrılışı, tüm sevenleri gibi Gaziantep Lisesi Mezun ve Mensupları Derneği üyelerini derinden yaraladı. Hayatını tiyatroya, eğitime adamış olan Merhum’a, tiyatro dalında gösterdiği başarıdan dolayı, Gaziantep Lisesi’nin “75. Kuruluş Yılı Etkinlikleri” çerçevesinde, derneğimiz tarafından “Tiyatro” dalında başarı ödülü verilmişti. Merhum, “75. Kuruluş Yılı Etkinlikleri”nin sonuncusu olan ve Aralık/2008’de sahnelenen 41 yıl önceki 5 Ed/B sınıfının oynadığı Midas’ın Kulakları adlı oyunu, Gaziantep Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde, yeniden sahneye koyarak, Kral Midas rolünü de üstlenmişti.
Merhuma Allah’tan Rahmet, Yakınlarına ve Tüm Gaziantep Liselilere Başsağlığı Diliyorum.
Dr. Samet Bayrak
Gaziantep Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği Başkanı
ÖĞRETMENİM…
Elvan öğretmen hayatımın kilometre taşlarından...Yıllar önce “Bir şey ol,” demişti bana. “Adam ol.. Ol da, ne olursan ol… Amacın olsun hayatta, ideallerin olsun” demişti... Yazın hayatımın temelini atmıştı o yıllarda, eğitimin kesildiği aylarca okullara gidemediğimiz günlerdi.
“Roman”ını, ustama emanet ettiğine sevindim öğretmenim. Siz bilmiyorsunuz ama öğrenciniz de ustaya teslim edildi...
Uğurlar olsun sevgili öğretmenim....
Pınar Atay/Şair,Yazar
RUHU ŞAD OLSUN
Saygıdeğer üstadım.. Allah rahmet etsin. Kederli ailesine ve dostlarına baş sağlığı dilerim.
Ruhu şad olsun.
Dr. Rasim Aşın
Azerbaycan OYUN Çocuk Tiyatrosu Kurucu-Genel Sanat Yönetmeni
YİTEN YAŞAM GÖNÜLLÜSÜ
Elvan Atay Öğretmeni tanımadım, izlemedim, hakkında yazdıklarınız dışında hiçbir fikrim yok.
Ama şimdi biliyorum ki;
Güzel bir insanı, iyi bir öğretmeni ve yaptıklarıyla bize 'yarım bıraktıklarımı tamamlayın' mirası bırakmış bir hayat gönüllüsünü yitirmiş durumdayız.
Bize düşen ona yakışır işler yapmaktır.
Öğrencilerinin, arkadaşlarının, eylem yoldaşlarının, Gaziantep'in, hepimizin başı sağolsun...
HALUK IŞIK
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlık Sanat Danışmanı
ALACAKLARI OLSUN
Başınız, başımız sağolsun. Gidenlerin hangisi, “ben gideceğim” dedi ki Elvan hoca da desin. Bizleri hep gafil avlıyorlar. Sessiz sedasız ayrılıyorlar aramızdan, bir daha dönmemek üzere… Alacakları olsun habersiz giden dostlarımızın.
Sevgiyle...
M. ALİ DIYARBAKIRLIOGLU
Ressam/İSTANBUL
HELAL OLSUN BU NASIL BİR TİYATRO SEVDALISIYMIŞ
Değerli Fevzi bey hiç tanımadığım halde bu habere ben de çok üzüldüm çünkü aşağıdaki yazınızı daha önce okuduğum zaman 'Helal olsun bu nasıl bir tiyatro sevdalısıymış 'diye içimden geçirdiğimi anımsadım bir anda. Size,sevdiğiniz kalanlara ve sevenlerine başsağlığı ve dayanma gücü diliyorum ışıklarda olsun çok selamlarımla.
GILMAN KAHYAOĞLU
Devlet Tiyatrosu Sanatçısı/İSTANBUL
ÖPÜCÜKLE YOLLAYIN O GÜZEL İNSANI
Uzaklardayım, ulaşamam şimdi ona. Lütfen bir öpücükle yollayın o güzel insana benim de yerime.
KAYA ÖZTAŞ/Ankara
İÇİME KARABASAN GİBİ OTURDU
Kendimi nasıl avutacağımı bilemiyorum. İçime karabasan gibi oturdu Elvan ustamı yitirişimiz. Zamansız, büyük kayıp. Ondan daha çok hizmetler bekliyordu Gaziantep tiyatroseverleri. Yokluğu doldurulamaz.
HÜSEYİN AKKAYA
Tiyatro, Ed. Öğretmeni
NE MUTLU BANA
Onu tanımış olmak bile bir bahtiyarlıktır. Ne mutlu bana. Elvan öğretmenimi rahmetle anıyorum.
SADETTİN KAPLAN
Yazar/İSTANBUL
BAŞIMIZ SAĞOLSUN
Elvan Öğretmenimin dostlarının acısını paylaşıyorum. Başımız sağolsun.
GÜLÇİN TEZCAN, İstanbul
ACIYI TATMAK
Elvan ustam, acını tatmak içim mi geldim bu kez koşa koşa Ankara’dan Gaziantep’e? .
LÜTFİYE AYDIN, Yazar/Ankara
“KALICI OLAN AŞKTIR”
Elvan Atay klasik anlamda bir Edebiyat öğretmeni değildi... Bir ekoldü... Gaziantep lisesi onun zamanında sahneye konan hayli iddialı oyunlarla da yetinmedi..
Şiir geceleri hatta kazananlara kitapların dağıtıldığı piyango çekilişleri bile düzenlendi o dönemde... Ancak 68’lerin fırtınası içinde ne Elvan Hoca tam olarak yararlandı, ne de biz onun değerini gerçek anlamıyla kavrayabildik.
….Evan hocanın çağırdığını söylediler. …Gittim gözlerimin içine baktı ve hayatım boyunca unutmayacağım bir ders verdi bana...
”Toplumsal sorunlar, gelir geçer, bugün çok önemli sanılan duygular zaman içinde değişir...
Değişmeyen tek şey var hayatta... Şiirinizi bin yıl sonra okunacak, gelecek nesillere anımsatacak tek şey... Aşk olacak şiirde... Asırlar sonra da bizden geriye kalacak olan aşktır...” ABDULLAH AYAN, Mersin
PERVANELERDEN BİRİ:
…………………
MEHMET KAYA, (Tiyatro Oyuncusu) Ankara
PERVANELERDEN BİRİ DAHA:
……………………
ÖZEN YULA (Tiyatro Yazarı) İstanbul
BİR ÖLÜYE AÇIK MEKTUP
Sevgili Elvan
Kırgınım sana. Kırgınlık sözü yetmiyor öfkemi anlatmaya. Böyle sessiz sadâsız ansızın nasıl gidersin? Ne hakkın var seni seven çok seven gerçekten çok seven yürekten seven Gaziantepli dostlarını acılara boğmaya? ..
Lütfiye Aydın Kitap Fuarı için Gaziantep’e gelmişti. Sana isyan ederek verdi uzun yolculuğa çıkışının haberini. “Bunun için mi geldim ben kentime? ” diye için için ağlıyordu.
Bir ölünün ardından güzel şeyler söylenir. Olumsuzlukları unutulur hep olumlu yanlarıyla anılır o. Oysa senin olumsuz bir yanın yoktu. Gazianteplilere hiç yanlış yapmamıştın:
Kırşehir’in Kaman ilçesi Yelek köyünde doğmuş yüksek öğrenimini bitirir bitirmez Gaziantep’te o en kutsal meslek olan öğretmenlik görevine başlamıştın. Kentimi kentin bilmiştin. “Benim Güzel Gazianteplilerim”den olmuştun. Seni tanıma şansını elde eden her Gaziantep’in yüreğinde yer almıştın.
Seninle işimiz vardı daha Sevgili Elvan. “Gaziantep Kültür Sanat Dergisi” için seninle ilgili bir yazı hazırlamıştım: “Gaziantep Tiyatrosunda Elvan Atay’lı Yıllar”ı anlatıyordum. Eklemek istediğim şeyler vardı senine ilgili. Sorularım vardı sana daha. “Sor yanıtlarım ” demiştin. Sen böyle başını alıp gidersen kime soracağım ben sorularımı?
Çalışmalarını belgeleyen fotoğraflara, hakkında yayınlanan dokümanlara gereksinmem vardı. “Hepsinin Şair Ercüment Asaf Yanıç’ın korumasında olduğunu, ondan alabileceğimi” söylemiştin. Böyle alel-alcele gitmeseydin de onları sen alıp verseydin olmaz mıydı sevgili Elvan Atay?
Yaşamımda o kadar dolu o kadar güzel anıların var ki hangisinden söz edeceğimi bilemiyorum.
Yazılarımı okumak için her gün Zafer abonelerini dolaştığını okuduğunu söyleyerek beni ne kadar duygulandırmıştın… Oysa İsmet Atar, sana bir değil on gazete gönderirdi isteseydin.
Yalnız İsmet Atar mı? Halil Zor da Abdullah Sabri Kocaman da Ökkeş Özekşi de Erol Maraş da öbür gazetecilerin hepsi de gönderirdi gazetelerini seve seve… Çünkü her gazeteci ayrı ayrı benim kadar çok severdi seni. Gazete göndermeleri için sağlığında adres vermemiştin onlara. Söyler misin şimdi sana ulaşması için hangi adrese gönderecekler gazetelerini?
Sahne tozu yutan her tiyatrocu sağlığında bir selamına ulaşmak için çırpınırdı. Söyle lütfen o zaman seni göremeyenler şimdi nasıl görecekler?
Ya öğrencilerin? ... O birlikte geçtiğimiz yıl “Midas’ın Kulakları”nı 40 yıl aradan sonra yeniden yaşama geçirdiğiniz tiyatro aşığı öğrencilerin öbür öğrencilerin gözyaşlarını nasıl saklayacaklar?
Ya doğduğun Yelek köyünün insanları? .. Seni görmek için can atıp yüzünü bile göremeyen gençleri? ..
Bir roman yazmıştın. Yazdığın o romanı evinize sığdıramamıştı eşin. Elbette ki seni çok sevdiğinden seni kıskandığından yapmıştı bunu. Bana emanet etmiştin o romanını. Romanları öyküleri “anı”ymışlar gibi yaşamımızın bir parçasıymış gibi algılama kursumuz var çoğumuzun. Bendeki o emanet romanını ne yapacağım ben şimdi?
Benim arkamdan senin yazı yazmanı beklerdim. Şimdi senin ardından yazmak zorunda bıraktın beni. Haksızlık değil mi bu?
Söyleyecek çok şey var ama daha fazlasını yazamayacağım şu anda. Bağışla…
Sevgili Elvan, kırgınım sana. Kırgınlık sözü yetmiyor öfkemi anlatmaya. Böyle sessiz sedâsız ansızın nasıl gidersin? Ne hakkın var seni seven çok seven gerçekten çok seven yürekten seven Gaziantepli dostlarını acılara boğmaya? ..
OYUNUN SONU
Kızını ziyarete gitmişti Adana’ya. Çok keyifliydi. Bu keyfi çok gördü ona felek. Acı bir sancı yapıştı böğrüne. Adana’nın Balcalı Hastanesi ünlüdür. Hemen o hastaneye kaldırdılar Elvanı. Doktor “Ameliyat gerek,” der. “Basit bir ameliyat…”
O basit ameliyat yapılır. Sancısı falan kalmaz Elvan’ın. Derken öncekinden daha şiddetli bir acı yapışır bir kaç gün sonra böğrüne. Yine Hastane… Doktorlar üzgündür. Ameliyat yapılan yer mikrop kapmıştır.
O mikrop iki üç gün içinde alıp götürdü onu.
Sen, mini minnacık bir mikroba yenilecek adam mıydın Koca Elvan!
Adana’nın ünlü Balcalı hastanesi… Gaziantep’imizin yüzlerce liselisinin sevgili öğretmeni, yüzbinlerce Gaziantepli’ye gerçek tiyatroyu yaşatan bir güzel insanı alıp götürdü değerli doktorlarınızın dikkatsizliği. Ününüze ün katsın Elvanımızın ölümü.
Tarih 20 Kasım 2009 Cuma… Sahneye koyamadığı ama oynadığı son oyunun sonuydu bu. Cenazesi Adana’dan Gaziantep’e getirildi. 23 Kasım 2009 Pazartesi günü Ulu Cami’de kılınan veda namazına yoğun katılım oldu.
O güzel insan, cansız olarak tabutun içinde cenaze aracına bindirilirken, arkasında bıraktıkları, onun için döktükleri gözyaşlarını içlerine akıtmaktaydılar.
RESİMALTI
Elvan Atay’ın yazdığı savaş üzerine seyirlik bir oyun olan “Dan Dom Bom okuyucusuyla buluştu. Atay kitabında, Fransız sömürgeciliğin, dayatmacığın tarihsel kökenlerini, “İlle de savaş, ille de paylaşım” diyenlerin kime, kimlere, neye hizmet ettiğini irdeleyen bu savaş karşıtı eserin sayfaları arasında, Ayıntap'ın nerede olduğunu bile bilmeyen, Parisli kadınların Fransız General Abadi'ye nasıl dudak büktüklerine, dahası savaş çığlıklarına, çığırtkanlıklarına zoraki gülümsüyorsunuz.
RESİM ALTI Elvan Atay, Ulu Camide kılınan veda namazı sonrası cenaze aracına bindirilirken ardında yüzlerce seveni, gözyaşlarını içlerine akıtmaktaydı.
Fevzi GünençKayıt Tarihi : 20.4.2010 15:51:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!