Torbasını sarmış belden yukarı,
Dağların başında bu garip çoban.
Ağır ağır yürür yorgun belli ki;
Altmış beş yaşında bu garip çoban.
Sabahın köründe, önde sürüsü,
Ardından gidiyor mahmur birisi.
Alnında çizgiler, yalan gerisi.
Ekmeğin peşinde bu garip çoban.
Sordum, garip çoban, durdu bekledi.
Dedim; “hayat sana neler yükledi? ”
“Hık” dedi, “çok” dedi, sonra ekledi,
Döktü gözyaşında bu garip çoban.
Torbayı salladı indirdi yana,
Bir defter çıkardı uzattı bana,
“Hepsini yazdım ben vereyim sana”
Değneği döşünde bu garip çoban
Açtım ki defteri, tutuldu dilim:
“Yunusça yürürüm, doğrudur yolum,
Ben de senin gibi bir aciz kulum.”
Şairmiş düş’ünde bu garip çoban.
İzni yok dinlenmez, böyleymiş her gün.
Hiçbir an olmazmış hayata kırgın,
Soğuktan, sıcaktan yese de vurgun;
Yazında, kışında bu garip çoban.
Çoban değil idi dervişti sanki
Bu ıssız dağlarda ermişti sanki
Bugünlük dersini vermişti sanki
Ustaymış işinde bu garip çoban…
01/2011/Konya
Tayyar YıldırımKayıt Tarihi : 16.1.2011 15:05:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Çobanın TÜRKÜSÜ
Bir yırtık pantolon,dizinde yama,
Dağları taşları, gezer o çoban,
Sofrasında soğan,birde mıhlama,
Maziyi süzgeçle,süzer o çoban,
Çorapları sökük,potini delik,
Yine alamamış, bu yıl bayramlık,
Kaybolmuş neşesi,yüreği sönük,
Kalemle dertleri,yazar o çoban,
Dertlerini dağlar ile bölüşür,
Kurtlar ile kuşlar ile gülüşür,
Yaz demeyip,kış demeyip dolaşır,
Bir lokma ekmeği,böler o çoban,
Efkarlanır taş dibine yaslanır,
Kaval ile koyunlara seslenir,
Yağmur yağar,çise vurur ıslanır,
Kara kışta bile, güler o çoban,
Zikrettin KARACA
TÜM YORUMLAR (3)