Yetmişyedi senesi güz sonu, köyümüzün güney çıkışında bulunan mezarlıktan köy istikametine yürüyorum. İlkokul arkadaşım Hürem ile karşılaşıyor ve soruyorum. –Neriye gidiyon? (nazal ‘n’ ile telaffuz) - Garaööndere’ye. Başkaca diyalog yok.
Ööndere, bizim oralara ait telaffuz. Oklavadan biraz kalın, en az dört metre boyunda, ağaçtan elde edilen kullanım gereci. Ucunda kısa kesik bir çivi bulunur. Rahmetli Dedem Adilağa ve tabii diğer rençberler, karasaban ile çift sürerken ve döven dediğimiz tahta ile, ekinleri işlerken, öküzleri yönlendirmek için ne büyük ustalıkla kullanırlardı onu. Bu hayranlık uyandıran ustalığı, sırıkla yüksek atlama sırasında sporcularda dahi görmedim.
Neredeyse unutuyordum, Gara(kara) Ööndere’ de köyümüzün güneybatı yönünde bir mıntıkanın ismi.
Son yıllarda ne zaman Ankara Adliyesine girsem, Hürem ile aramızdaki diyalog geliyor aklıma.
Adliyenin, mekanik temizliğe rağmen ağarmayan yapısı ve içerideki kasvetli havadan olacak sanırım.
Kayıt Tarihi : 22.1.2016 21:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hayatımın ta kendisi
Ben de çocukluğuma uzandım. Babamın beni dövene bindirmesi, dönerken benim düşmem, hiç kımıldama geliyorum deyim tam önümdem geçerken bir sonraki turda kolumdan kaptığı gibi beni yeniden dövene atması... Ne güzel bir eğlenceydi... NE GÜZEL GÜNLERDİ...
Teşekkürler paylaşıma Remzi bey... NİCELERİNE. ESENLİKLE DOST...
TÜM YORUMLAR (3)