Gamzeler kim cân iline tîr-i müjgân yağdurur
Benzer ol Tâtâra kim sihr ile bârân yağdurur
Fürkatünden gözlerüm geh yaş akıdur gâh kan
Yoluna îsâr içün dürr ile mercan yağdurur
Dûd-ı ahumdan duyar ağladuğum halk-ı cihan
Kara yil esdükce bilürler ki tûfân yağdurur
Ol kadar akdi gözümün yaşları kim geldi kan
Şimdiden gerû akan seyl-âbı kandan yağdurur
Leblerünün sâğarından sâki-i îsî-nefes
Cür'a diyu ehl-i meclis üstine cân yağdurur
İşiğünde âhum işiden döker göz yaşların
Nitekim kıble yili esse firâvân yağdurur
San yağar bârân-ı hışm ile tegerg-i pür-belâ
Ol kemân-ebrû kaçan tir ile peykân yağdurur
Zülfün ucından gönüller düşdüğin gören sanur
Ejdehâdur kim ağızdan nâr-ı sûzan yağdurur
Ey Necati kilk-i gevher-bâruna kıymet mi var
Dürr olur her katre kim ol ebr-i nisan yağdurur
Kayıt Tarihi : 13.6.2013 18:32:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

HANÇER OLUR, SİNEYİ YARALAR…
Yan bakışlar ki, can yurduna kirpikten ok(lar) yağdırır
O Tatar’a (yadaçi: yada taşı ile yağmur yağdıran sihirbaz) benzer ki, sihir ile yağmur yağdırır.
Ayrılığından gözlerim kâh yaş akıtır, kâh kan
Yoluna dökmek için inci mücevher yağdırır.
Bütün cihan, ah'ımın (keder, acı) dumanından ağladığımı duyar, görür...
Bilirler ki, kara yel estikçe tufan yağdırır.
Gözümün yaşları o kadar aktı ki, kan geldi
Şimdiden sonra su seli yerine kan seli akar.
Dudaklarının kadehinden kara dumanlar, zifiri isler sunar
Bir yudum su diye, meclis ehlinin üstüne can yağdırır.
Eşiğinde (kapında) ahımı işiten gözyaşları döker.
Nitekim kıble yeli esse çokça yağdırır.
Bir hışım ile yağmur ve bela getiren dolu yağıyor sanırsın.
O yay gibi kaşlarından nice ok ve mızrak (ucu) yağdırır.
Zülfün ucundan gönüller düştüğünü gören,
Ejderhadır ki, ağzından yakıcı alevler yağdırır sanır.
Ey Necati, cevher döken kalemine kıymet verilir mi?
Her damla inci olup nisan bulutu gibi yağar.
*
Necati, 15. yüzyılın en büyük divan şairlerindendir. Şairler kendilerini çok fazla övmezler. Lakin Necati Bey, kendini övmekten çekinmez.
Son beyitte hem adını kullanmış, hem de şiirini ve şiir gücünü övmüş. Kamış kaleminin ucundan çıkan her bir kelime, her bir söz mücevher değerindedir. Her bir damladan nice inciler oluşur, hem de nisan bulutları kadar çok. Yani her söylediği söz inci değerinde, her yazdığı mücevher değerindedir. Hem çok yazdığını, hem de mükemmel yazdığını vurgulamakta.
Bir taraftan da, tevriyeli, kinayeli bir anlatım kullanarak, aşkı için gözyaşı döktüğünü de hissettirmekte.
Bu anlatım şekli gazelin genelinde yer almış.
Yine kendi şairliğine ve şiir anlayışına uygun olarak hemen hemen her beyitte teşbihlere (benzetmelere) yer vermiş.
*
5. beyitte, sevgilinin dudağını kadehe benzetmiş. Bu kadehin kenarından da ateşten dumanının çıkışı gibi isli bir nefesle içki sunmakta. Sevgilinin dudakları ateş gibi yakmakta zaten. İçinde kırmızı mey bulunan kadehe benzetilmesi de bundan değil mi?
Öyle ki, bir yudum su diyerek meclis ehline can yağdırır. Hem kadehte sunduğu bir yudum su gibidir, yananları söndürebilir; hem de ateş olup âşıkların yüreğindeki yangınları daha da artırabilir. Zaten mey de bunun için içilmez mi?
Meclis ehli olanlarla dertleşmek, içindeki yangını dökmek, paylaşmak için muhabbet kurulmaz mı? Zaten yanan sineyi, gerçek anlamda mey, daha da ısıtmaz, yakmaz mı? İnsanın vücut ısısını artırmaz mı?
Hem can verir, hem can yakar…
Sevgili kendi yanarken, sunduğu kadeh de âşığını yakmakta. Kendine has bir benzetme şekli.
*
8. beyitte de yine kendine has benzetmeler yapmış Necati Bey.
Sevgilinin saçlarının uçlarındaki büklüm büklüm görünen halini ejderha ağzına benzetmiş.
Sevgilinin tuzak olmuş saçlarına düşen, takılan gönüllerin vay haline.
Sanki lüle lüle dökülen saçların büklümleri, bir ejderha ağzından fışkıran alevler gibi yaktığı gönülleri, avladığı kalpleri ateş gibi dışarı püskürtmekte. Yakarak saçlarının büklümlerinden dökmekte.
Böylesi bir benzetme (teşbih) de yine Necati Beye has bir benzetme.
Necati Beyin kendini övme sebeplerinden biri de işte bu. Özgün oluşu. Başkalarına benzememesi. Ayrıca divan şiirinde kalıpların, klişelerin, bir bakıma mazmunların kırılıp yerine daha farklı teşbihlerle, tasvirlerle özgün bir anlatımla şiirler yazmış ki, bu yönüyle de kendini övmesi ve kendine güvenmesi boşa değildir.
*
Şiirin derinliğine inmeye gerek yok. Zaten okuyan da olmuyor. Fazla söz okuyucuyu yoruyor.
Bu kadar yeterli diyorum.
Seçici Kurula teşekkürler.
Türk şiirine emeği geçen bütün şairlere ve üstatlara rahmet ve şükranla…
Hikmet Çiftçi
21 Haziran 2013
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
Gazel
Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler gonceyi söyletmediler
Taşradan geldi çemen mülküne bîgâne deyü
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
Âdeti hûbların cevr ü cefâdır amma
Bana ettiklerini kimselere etmediler
Hamdülillâh mey-i can-bahş ile sâkîlerimiz
Âb-ı hayvân ile Kevser suyun istetmediler
Ey Necati! yürü sabr eyle elinden ne gelir
Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler
Günümüz Türkçesiyle:
1.Lâle yanaklılar yine gül bahçesinde neler etmediler, selviyi yürütmediler, koncayı söyletmediler.
2.Dışardan geldi, çimen ülkesinin yabancısıdır diye, gül devri sohbetine lâleyi götürmediler.
3.Güzellerin âdeti, üzmek ve eziyet etmektir, ama bana ettiklerini kimselere etmediler.
4.Tanrıya şükür, sâkilerimiz can veren şarapla bize 'hayat suyu'nu ve Kevser suyunu istetmediler (aratmadılar).
5.Ey Necati! yürü, sabret, elinden ne gelir. Güzeller üzmeyi ve cefa etmeyi kime öğretmediler ki...
Gazel
Çıkalı göklere âhım şereri döne döne
Yandı kandîl-i sipihrin ciğeri döne döne
Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın
Şevk u zevk ile verir can ü seri döne döne
Sen durup raksedesin karşına ben boynum eğem
İne zülfün koça sen sîm-beri döne döne
Sen olasın deyü yer yer asılıp âyineler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne
Ey Necâtî yaraşır mutrıbı şeh meclisinin
Raksedip okuya bu şi'r-i teri döne döne
Günümüz Türkçesiyle:
1.Çığlıklarımın kıvılcımı, döne döne göklere çıkalı gökyüzü kandilinin -güneşin- ciğeri, döne döne yandı.
2.Saçlarına asılanın ayağı yere mi basar ! Şevkle, zevkle döne döne canını da verir, başını da.
3.Sen ayağa kalkıp oynamaya başlayasın; saçların dökülüp döne döne gümüşe benzeyen bedenine sarılsın; ben de boynumu büküp karşıdan bakayım; reva mı bu?
4.Yer yer asılan aynalar, belki sensin diye, döne döne gelene gidene bakarlar.
5.Ey Necati; padişah meclisinin çalgıcısı oynayıp döne döne bu taze güzeli okusa yaraşır.
Alıntı
öYLEYSE OSMANLI DA KAABİLİYETLİ GENÇLERE NASIL BAKILIYORMUŞ. SONUNA KADAR VE SABIRLA OKUYUNUZ LÜTFEN. BU BİYOGRAFİ 'ŞİİRCELER COM' DAN ALINMIŞTIR. Necatî Bey
XV. yüzyıl Anadolu Dîvân şiirinin, Bursalı Ahmed Paşa'dan sonra en ünlü şairidir.
Asıl adı İsa Necâtî Bey olan şair, Edirnelidir. Fakir bir aileye mensup olduğu ve yetim kaldığı için Edirneli bir hanım tarafından büyütülmüştür. Ondaki zekâ ve kabiliyeti gören şair Sâilî, öğrenimini üzerine almış, iyi bir eğitim ve öğretim görmesini sağlamıştır. Öğrenim derecesi, Medresenin yüksek kısımlarına kadar varır. Yaradılışı dolayısıyla hemen edebiyatta, şiir ve inşaya yönelmiş ve bu yolda yürümüştür. Bir ara Kastamonu'da da bulunan Necatî, şiir söylemekte üstün başarıya orada ulaşmıştır. Edirne'de doğmakla beraber, asıl yetiştiği ve üne kavuştuğu yer Kastamonu'dur.
Önceleri şiir alanında, Kasîde-i Şitâiyye'siyle Fâtih Sultan Mehmed'in dikkatini çekmiştir. Sonra padişahın Dîvân Kâtipliği'ne tayin edilmiş ve himayesini görmüştür. Fatih ölünce, II. Bayezid'in himayesini görmüştür. Daha sonraları, Karaman valisi Şehzade Abdullah'ın Dîvân Kâtipliği'nde bulunmuş, onun 1484 de ölümünden sonra İstanbul'a gelmiştir. Yirmi yıl İstanbul'da kalmış, bir ara çok sevdiği II. Bayezid.'in oğlu Şehzade Mahmud'a Saruhan (Manisa) Sancağı'nda Nişancılık görevinde bulunmuştur. Burada 'Bey' unvanını alarak, Necatî Bey diye anılagelmiştir.
1507'de Şehzade Mahmud'un ölümünden sonra İstanbul'a gelmiş ve 17 Mart 1509 tarihinde Vefa'daki evinde ölmüştür.
Edebî Kişiliği
Necatî Bey, kendine özgü zengin hayâlleri ile süslü şiirlerindeki rindâne üslûp ve nükteli anlatımıyla övünür. Eşsiz cinasları, anlamca yeni ve dillerde atasözü gibi dolaşan şiirleri, Ahmet Paşa'nın şiirlerine yakın; sanat gösterişinden uzak, tabiî oluşu nedeniyle de Zatî'nin şiirlerinden üstündür. Türk Edebiyatı'nın İran etkisinden uzaklaştırılmasında büyük katkılarda bulunmuş, şiire canlılık kazandırmıştır.
Necatî Bey, Şeyhî'yi, İran şâirlerinden Kemalüddîn İsfahanî, özellikle Nizamî ve Selmân-î Sâvecî'yi takdir etmiş, başkalarının şiirlerinden anlam çalanları acı bir dille yermiştir.
Şiirinde az ve öz anlatım yolunu seçmiş, zaman zaman kendi şiirini de övmüştür. Anlatımı atasözü tarzındadır. Anlatımının el değmemiş, yani başka şiirlerden çalma mazmunları olmadığını açıkça söyler.
Kasidelerinde medhiyelere önem vermiş, sık sık tegazzül yapmıştır. Bu şiir türündeki asıl başarısı, tasvirlerinde hayal unsurunu ikinci planda tutarak, gözleme büyük yer vermesinden ileri gelir. Bu şiirlerinde oldukça sade bir dil kullanmıştır.
Gazel tarzına önem vermiş, gazellerinin dünyayı tuttuğunu söyleyerek onlarla övünmüştür. Bu nedenle de kasidelerinde sık sık tegazzül yapmıştır. Özellikle gazelleri sadedir. Bu mahallîlik, yalnız dilde değil, teşbihlerinde, özellikle kendi hayatını yansıtan tabiat, av sahnelerine ait tasvirlerinde, atasözü kullanmasında veya bu nitelikteki mısralarında kuvvetle hissedilir.
Necati'nin kendine hayran olan Şevkî, Sun'î, Talî, Rıza'î, Üsküplü Zahrî, Sehî, Mihrî Hatun, Sûzî-yi Nakşibendî, Vâlihî gibi XV-XVI. yüzyıl şairleri üzerinde özellikle etkileri görülür. Ayrıca birçok şair, şiirlerine nazireler yazmıştır.
Necatî Bey, Türkçe söz ve ibareleri şiire sokarak bir çığır açmış. Millîleşme Akımı'nın ilk öncülerinden olmuştur. Türk şiirine, adeta bir kişilik kazandırmış, millî ruh ve zekâmızın mührünü vurmuştur.
Ünü ve etkileri Tanzimat'a kadar devam eden Necatî Bey, yazdığı Farsça şiirlerinde de başarılıdır.
Necatî, mersiyeleri, âşıkçasına gazelleri, canlı tabiat tasvirleri anlamca yeni şiirleriyle Divan edebiyatının unutulmaz şairlerindendir.
Eserleri: Dîvân, Münâzara-i Gül ü Husrev adında henüz ele geçmemiş bir mesnevisi vardır
TÜM YORUMLAR (5)