Gakgoş kim mi gardaş? Nasıl söylesem
Güzellik timsali, adamın hası
Onda ne cevherler saklı bir bilsen
Yürek yürek iyilik, sevgi membası
Hoşgörü kanında ezelden beri
Bağrında boy boydur güven gülleri
Tepeden tırnağa gönül neferi
Dostluğun, mertliğin, canın goncası
Ay yıldız bayrağa can demez, verir
İnsanlık yolunda mum olur, erir
Başı diktir; ama arama kibir
Güçsüze kalkandır ipek abası
Coşar Delilo’yla, hoyratla gürler
Tanıktır aşkına göklerle yerler
Mızrap onu çalar, tel onu söyler
Riya yok, yalan yok; sırsız aynası
İncitmeyen bakış, tatlı söz onda
Sezen, içe bakan; gören göz onda
Erdemin her türü yalın, öz onda
Onunla silinir gönüller pası
Kötüler üstüne ejder salsa da
Engeller önünde yığınak olsa da
Hakikat yolunda yalnız kalsa da
Yürür korku bilmez, yoktur tasası
Gönül ehli bilir Gakgoş’u, gardaş
Çaresize çare, dertliye yoldaş
Sevdalıya eştir, sevdaya sırdaş
Öyle yoğrulmuştur çünkü mayası
Hadi, tanıdın mı Gakgoş’u şimdi
Gönüllerde sultan,gözde efendi
Onu bir sen değil cihan beğendi
Hem İnsan incisi hem pırlantası
Kayıt Tarihi : 21.8.2005 06:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

[email protected]
MÜTEVAZİ OLMAK
Resûlullah, Medine'nin Baki’ kabristanına giderken birkaç kişi görüp, arkasından geldiklerinde durarak öne geçmelerini emir buyurmuş. Gelenlerin arkalarından yürümüş. Sebebi sorulduğunda, “Ayak sesini işittim. Kalbime kibirden bir zerre gelmemesi için böyle yaptım” buyurmuş.
Bizler böylesine mübarek bir nebinin ümmeti olmamıza rağmen üzerimizdeki kibirle işlenmiş kaftanın içinde 'En büyük ben' gibi gafil düşünceler ve hareketler içinde debelenip duruyoruz. Kimimiz dünya varlığımız ile kimimiz mevki makamımız ile kimimiz elimizdeki diploma ile kimimiz oğlumuzun kızımızın varlığı ile bu ve buna benzer zenginliklerimiz ile kendimizi Kaf dağının ardındaki erişilmezlerden sayma gafletine düşüyoruz.
Müslümanlıktan insanlıktan dem vurulduğu zaman mangalda kül bırakmıyor, karşımızdaki fakirin perişan haliyle bize verdiği selamı bile ya almıyor yâda Allah rızası için değil de dost düşman hatırına alıyoruz.
Bir mevki makam sahibi kendisine verilen selamı şairin dediği gibi 'Rüşvet deyü almadığını' ibretle görüyoruz. Oysa mevki ve makamın bir gün mutlaka sona ereceğini baki olanın selama, selamla mukabele etmenin faziletini ya idrak etmiyor yâda edemiyoruz. Mütevazı olmayı içimize sindiremiyoruz.
Bu hasletlerimiz bizim günlük yaşantımızda her gün yüzlerce binlerce defa karşımıza çıkıyor, beşer olduğumuzu unutularak 'ben ki ben' deyip duruyoruz. Bu istisnasız her alanda her zaman karşımızda bir ayna gibi duruyor. Okulda böyle sokakta böyle, kurum ve kuruluşlarda böyle, hastanelerde böyle yazarçizerlikte böyle, resimde, şiirde böyle ille ki ben, ille ki ben, benden büyük yok. Varsa ben yoksa ben.
Mahallenin en berbat adamı bir gün her nasılsa palazlanır ve sırtına bir samur kürk giyerek sokaklarda caka satar. Bir gün Bektaşi ile karşılaşır Bektaşi ye tepeden bakınca Bektaşi 'gururlanarak giydiğin o kürk, sahibi olduğu hayvanı bile hayvanlıktan kurtaramadı' der.
Bu duyguları taşıyan (taşımayanları tenzih ederim.) her mevkide her ortamdaki insanlara acımakta bizlere düşüyor. Her zaman onlara acıyarak bakar zavallılıklarının ölçüsünü tahlil etmeye çalışırım. Bu tahlilim sonunda da onların birer 'HİÇ' olduğuna karar veririm.
Benim yaşlı başlı ama yukarıdaki vasıfları taşyayan bir komşum vardı. Bir gün dış kapıdan çıkarken onun eve geldiğini gördüm kapıyı kapatmadan açık tutup hizmet eri gibi geçmesini bekledim. Yanımdan geçip bir Allah selamını vermediğini görünce dayanamadım ve ona 'Bir Allah selamı vermek çok mu zor?' diye bir sual sordum. Aldığım cevap neydi bilir misiniz? ' Ben önüme gelene selamı vereceğim' olmuştu. Aman Allah'ım senin adınla bir selamdan kaçınanların şerrinden beri koru diye dua etmiştim. Neydi selamın manası 'Allah'ın rahmet ve bereketi üzerine olsun' demek ki bu komşumun Allah'ın rahmet ve bereketiyle bir ilgisi yokmuş.
Bir zat bir toplantıya girmiş. Bakmış, mecliste herkes bir daire şeklinde oturmuş. Bu meclisin büyüğü, bunların başı kimdir diye şöyle bir göz atmış, oturdukları makama bakarak bir hükme varamamış. Çünkü minderler duvarın dibine aynı şekilde dizilmiş. İlk bakışta bu meclis başkanının kim olduğunu anlayamayınca baştaki insanın kulağına eğilerek sormuş:'Sizin en büyüğünüz kimdir?'Yanımdaki' demiş. Ona varmış, 'Buranın en faziletlisi sen misin?' demiş. Oda, 'Benim yanımdaki' demiş. Ona sormuş, o da aynı cevabı vermiş. Bütün halkayı dolaşmış, kimse büyüklüğü kabul etmemiş. Dönerek yine en başa gelmiş. Soracak kimse kalmayınca şöyle bir bakmış, düşünmüş ve son cümlesini söylemiş:'Ben sizin içinizde en büyüğünüz hangisidir diye soruyor, arıyordum. Meğer içinizde en büyük biri yokmuş, hepiniz çok büyükmüşsünüz.'
Görülüyor ki mütevazı insanların oluşturduğu toplumda herkes kişilik olarak, şahsiyet olarak daha da büyük olabiliyor.
İbadetin, muhtelif çeşitleri vardır. Bir kısmı, Allahü teâlâ ile kul arasındadır. Allahü teâlâ, kendisine ibadet de kusur edenleri belki af eder. Başkasının hakkına riayet etmek de ibadettir. Başkalarına kötülük edenleri ve üzerinde başkasının hakkı bulunanları, hak sahipleri af etmedikçe asla af etmez.
Şu hadis-i şerifler, başkalarının hakkına riayet eden İslam ahlakı ile ahlak lanmış bir Müslüman'ın nasıl olması gerektiğini bildirmektedir:
Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onun yardımına koşar. Onu küçük ve kendinden aşağı görmez. Onun kanına, malına, ırzına, namusuna zarar vermesi haramdır.
Bir kimse kendisi için sevdiğini, din kardeşi için de sevmedikçe imanı tamam olmaz. Ve kötülüğünden komşusu emin olmayanın, imanı da yoktur. (Yani, hakikî mümin değildir.)
Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.
İnsanlara merhamet etmeyene, Allahü teâlâ merhamet etmez.
Kalbinde merhameti olmayanın imanı yoktur. (Yani kâmil imana sahip değildir)
İnsanlara merhamet edene, Allahü teâlâ merhamet eder. Cenab-ı Allah 'Eğer ki benim merhametime nail olmak istiyorsanız yarattığım mahlûkatlara merhamet ediniz' buyuruyor. Dikkat edin mahlûkatlara diyor insana gelinceye kadar…
Küçüklerimize acımayan ve büyüklerimize saygılı olmayan, bizden değildir.
Bakın ne diyor Mevlana hazretleri…
Beri gel beri, daha da beri! Nice şu yolculuk?
Mademki sen bensin, bende senim, niceye şu senlik benlik,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Oysa insan olarak biri birimize saygı ve sevgi gözlüğünde bakabilirsek karşımızdaki insana insan olarak değer verebilirsek dahası emeğin hakkını sahibine verebilirsek eminim ki o zaman yücelecek o zaman daha da kişilik sahibi olabileceğiz.
Bütün bu İslami emirler karşısında hala 'ben ki ben' diyen zavallılara acımaktan başka elimizden bir şey gelmiyor. Allah bizleri bu gibi cahillerin şerrinden korusun onları da ıslah etsin.
TÜM YORUMLAR (2)