GAFİL AVLANDIK
Gardiyanın ‘’ Allah kurtarsın.’’ deyip ardımdan kapıyı kilitlemesiyle kendimi koğuşta buldum. Neydi suçum? Kimdi beni içeri attıran?..
Koğuşta ‘’ Allah kurtarsın.’’ Sözünün ardından sorular, sorular…
‘’ Namus davası mı?’’
‘’ Değil.’’
‘’ Kan davası…’’
‘’Değil.’’
‘’Gasp- hırsızlık…’’
‘’ Değil.’’
‘’Tecavüz…’’
‘’ Değil.’’
‘’ Örgüt…’’
‘’ Değil.’’
‘’ Devlet büyüğüne hakaret…’’
‘’ Değil.’’
Sorular sustu, ben sustum. Bütün gözler baş ranzadan kalkan Tığbıyıkta. Tığbıyıkta bıyık sağa bir, sola bir karış. Bıyık burun altı değil de kulak üstü olsa al sana öküz. Öküzün ayağa yarı kalktı kalkacak halinde solunda yer alan yarı sıklet biri ok gibi fırladı, solundan hafif sıklet. Sağ sıklet öküzün ceketini verdi omzuna, sol sıklet eline tespihini.
Öküz harbi öküz üstüme üstüme geliyor, ezdi ezecek, ses ses değil borazan ‘’ Sen bizimle kafa mı buluyorsun?’’ Ben ‘’ Cik, cik…’’ Öküz böğürüyor ‘’ Gözümün içine bak!’’ bakıyorum gözünün içine, göz göz değil kaplumbağa kafası, surattan beş santim ilerde.‘’ Akıllı geçinene tahammülüm yok.’’ diyor, ‘’ Akıllı olsam burada ne işim var?’’ demeden yapıştı boğazımdan ‘’ Sen önce şu bizim toprak bastı parasını ver.’’ dedi. ‘’ Asfalttan sapmamışım, toprağa basmamışım.’’ dememle bizim öküz boğazımdan eli çekti, bir soluna göz etti, bir sağına. Sol gözüme gelen, sağ gözüme gelen ilk yumruğu gördüm, sonrasını göremedim, belli bir sayıya kadar yumrukları saydığımı hatırlıyorum. Bir ara yumruk seslerinin yerini başımdan aşağı dökülen su sesi aldı.
Bir uyandım yerdeyim. Bedenimin sadece baş kısmını kaldırabiliyorum. Başımı kaldırdım, bakındım sağıma soluma. Herkes kendi ranzasına uzanmış sadece öküz karşımda. Öküzün elinde bir senet ‘’ Biz adamı yola getirmesini biliriz.’’ diyor, ‘’ Bu sana küçük bir ders olsun.’’ diyor. De diyebiliyorsan ‘’ Dersin küçüğü buysa ben büyüğünü almayım.’’
Ders bitmiş olmalı ki bizim öküz aldı beni kucağına ikinci kat ranzama uzattı. Yiğidi öldür hakkını yeme kafamın altına yastığımı yerleştirdi, üstümü örttü, bir de tatlı rüyalar diledi.
Yediğim dayak işe yaramış olmalı ki deliksiz bir uyku uyudum. Rüya gördüysem de hatırlamama engel suratımdaki yumruk darbeleri.
Kahvaltıda bir sessizlik, bir sessizlik. Tabağımdaki iki zeytinde bir heybet, bir heybet, ye ye bitmiyor. Zeytin bitiyor ağzımdaki tat bitmiyor. Hele içtiğim çay… Nerdeyse ‘’ İyi ki hapse düşmüşüm.’’ dedirtecek.
Zeytinin tadını sildi süpürdü bizim öküzün böğürmesi. Oturttu beni karşısına ‘’ Konuşacak mısın, konuşturalım mı?’’ ‘’ Neyi konuşalım?’’ dedim. ‘’ Hani bir türlü söyleyemediğin şu hapse düşüş sebebin…’’ dedi. Dedim ‘’ Bak, sebep uzun, dinlemeye katlanacaksanız anlatacağım.’’ ‘’ Anlat, biz burada ne hikâyelere katlandık. Seninki destansa bilemem’’dedi. Dedim ‘’ Benimki ne destan ne hikâye, benimki olsa olsa masal olur.’’ Dedi ‘’ Anlat!’’ Dedim ‘’ Sözümü kesmece yok.’’ Dedi ‘’ Yok.’’ Dedim ‘’ Bende dert çok.’’ Dedi ‘’ Anlat bir bir.’’
Derdimi anlatmaya başladım ta baştan. Ne dert, ne dert… Başlangıçta yeni açmış lale, sümbül…
Kuzu…
Kozada tırtıl…
Kim derdi ki tırtıl büyüyecek, büyüyecek yedi başlı ejderhaya dönüşecek. Ejderha parçalayacak seni, bir parçan kaldırımlarda, bir parçan kaldırım taşlarında, bir parçan hapis damlarında. Bütün parçan siyah beyaz eski bir resimde eşinin elinden düşürmediği, öpüp kokladığı.
‘’ Derdimin tohumu ana rahmine atılmış bir tohum. Ardından yoklukla gelen doğum. Ardından yalın ayak koşmacalar. Yamalı şalvar giymeler. Yama üstüne yama atmalar. Toprağı çikolata diye tatmalar. Ekmeği ekmeğe dürmeler…
Yokluğa inat büyümeler. Soğuğa inat hasta olup olup iyileşmeler…
Yokluğa inat düş kurmalar…
Okul yıllarında yoklukla baş etmenin üstüne devletle baş etmeyi öğrenmeler… Malum okumak için okuyacaksın. Okumak suç. Okumamak cahilliğin kefeni. Kefeni ya giyeceksin ya yırtacak. Hangi kitabı okumuşsak kefeni yırtanlardan. Hangi kitabı okumuşsak suç. Nazım Hikmet’in Memleket hasretlerini okuduk. Bir kitap almak için üç ekmek, beş ekmek almadık, üç gün, beş gün aç kaldık. Okuduk bir gecede, sabahın ilk ışığında yaktık. Kitabı taşımak suçtu, yakmak hüner. Silah madalya idi, yoktu suçu.
Okuduk yaktık, okuduk yaktık… Nazım memlekete hasret, biz raflarda kitaplarına. Gorki’nin anasını okuduk. Gorki’nin anasını anamız bildik. Okuyup yakanlar, yakamayıp anası bellenenler…
Okuduk, okuduk. Güç bela memur olduk atandık.
Memur olduk kavuştuk paraya. Paramız yetmediği zaman yetirdik. Yettiği zaman arttırdık. Lüks haram, öyle öğrendik. Hünerdi yastığın altına para atmak.
Attığımız para duruyordu yerinde. Hırsız mırsız da yoktu hani. Aç kalan çalmazdı, çalardı komşusunun kapısını, isterdi bir tas çorba.
Gelirimiz belliydi. Giderimiz belliydi. Giderin dizginini çektin mi artıyordu gelir. Yoktu o zamanlar görünmez kaza cezalar, görünmez kaza vergiler.
Gel zaman git zaman kırk yıl memuriyet, kırk yıl tasarruf. Cezalar almadım değil. Cezalar da farklıydı o zamanlar. Uyarı, kınama… En ağır ceza ‘’ Sürgün’’. Çokça sürüldüm emre itehatsizlikten.
Kırk yılın sonunda bir ev bir araba alabildik. Hanımın dilinde dua eksiksiz ‘’ Çok şükür başımızı sokacak bir evimiz oldu, ayağımızı yerden kesecek bir arabamız.’’
Üç yıl İstanbul kazan biz kepçe… Nasıl olsa arabamız var altımızda. Az beklemedik bugünleri. Dile kolay tam kırk yıl.
Her gün hanımın dilinde dua ’ Çok şükür başımızı sokacak bir evimiz oldu, ayağımızı yerden kesecek bir arabamız.’’ Benim dilimde ‘’ Allah nazardan esirgesin.’’
Hanımın duaları mı ters tepti, benim dileğim mi kabul görmediyse bir günde evde gitti elimizden araba da.
Hırsız çalsa arabayı çalar ev kalırdı. Ben böyle hırsızlık görmedim.’’
Bizim öküz soruyor ‘’ Arabayı çalanı duydum da evi çalanı duymadım, kim çaldı?’’ ‘’ Keşke çalınsaydı, koşardım hırsızın peşinden yakalayamasam da polise başvururdum, avunurdum bir gün olur yakalanır diye.’’ Bizim öküz meraktan çatlayacak sanırsın çalınan kendi evi.
Eskiden vuran belli idi, vurulan belli.
Söyleyen belli:
‘’ Vurulduk ey halkım unutma bizi’’
Ne bok yoluna gittik ne Niyazi.
Vuruşlar sessiz sedasız.
Vuruluşlar ağıtsız...'
‘’ Şöyle ki tasarruf suç olmuş , cezalar kılıf.
Yazılmış benim plakaya İstanbul’un her sokağında bir ceza, yazılmış köprüsünün her geçişinde bir ceza. Yazılmış her yolunda, her km’sinde bir ceza… Ceza, ceza… Cezalar katlanmış, cezalar dürülmüş bükülmüş. Cezalar tebliğ edilmiş adresime. Cezalar boyumu aşkın.
Kırk yılda aldığım araba satıldı kırk dakikada. Borç eksildi. Borç katladı katladı. Satıldı kırk yılda aldığım evim bitti borç.’’ Bizim öküz soruyor ‘’ Evin satılmasını, arabanın satılmasını anladım da bir senin mapus damına düşüşünü anlamadım.’’ ‘’ O mu, çok basit, ben cezaların faizi için yatıyorum.’’ Bizim öküz şaşkın, ağzı açık kaldı.
Topladım bütün koğuşu ‘’ Çocuklarınızın, torunlarınızın mapus damına düşmesini istemiyorsanız mektup yazın onlara, sakın bir kuruş arttırmasınlar, arttırdıkları her kuruş ilmek olur takılır boyunlarına.’’
Kağıt deste deste, yazan yazana. Mektuplar yazıldı, verildi gardiyana.
Ertesi gün açıldı kapı, gardiyan çağırdı beni. Sevinmiştim kurtuldum diye. Demiştim kalanlara ‘’Allah sizi de kurtarsın.’’
Kendimi cezaevi savcısının karşısında buldum. Suç dosyam hazırlanmış. Şükür devleti tangur tangur etmemişim sadece akarına çomak sokmuşum. ‘’ Devletin akarına çomak sokmak, suyunu kurutmak, çölleştirmek için örgüt kurmak, dışarı ile bağlantıya geçmek.’’ Yeni bir örgüt ‘’ ÇOMO’’, yeni bir lider, yeni bir silah…
Çok geçmeden hakkımda verilen karar tebliğ edildi ‘’ Müebbet hapis.
Topladım koğuşu dedim ‘’ Evim kayboldu, arabam kayıp, yaşama ümidim kayıp. Artık sakınacak bir varlığım yok, korkum dersen hiç. Bugünden böyle kim ki mapus damına düşene bir tepik de benden demeye kalktı öldürtürüm kendimi ortak ederim müebbet hapsime. Dışarda öğrenemediğimiz insanca yaşamı mapus damında öğreneceğiz, mapus damında öğreteceğiz.
Elimi öpen öpene. El öpmeyi öğrenmiştik bakalım insanca yaşamayı öğrenebilecek miyiz?
İbrahim Şahin 2Kayıt Tarihi : 21.12.2018 15:13:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Kaleminize sağlık sayın İbrahim Şahin...
Sağlık,mutluluk ve huzur dileklerimle saygılar sunarım....
TÜM YORUMLAR (3)