Fütuhât-ı Mekkiyye Şiiri - Yorumlar

Önder Demir
379

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Sufi, düşünür Muhyiddîn İbn-i Arâbî'nin baş yapıtıdır. Türkçe'ye de çevrilmekte olan eserin tamamlanınca 30 cilt kadar olacağı belirtilmiştir.Fütuhât-ı Mekkiyye, 'Sifr' adı verilen 37 kitap ve 560 bâbdan müteşekkildir. Birinci fasılda maariften (73 bölüm) , ikinci fasılda ıstılahlardan (74-189.bölümler) , üçüncü fasılda sâlikin ahvâlinden (80 bölüm) , dördüncü fasılda çeşitli tasavvûfî temâlardan (270-383.bölümler) , dördüncü fasılda zillet ve fark ile ulaşılabilecek hallerden (386-461.bölümler) , altıncı fasılda makamlardan (462-558.bölümler) bahsetmektedir. 559.bölüm, kitabın özeti; 560. bölüm ise sonsöz mahiyetindedir. Osman Yahyâ tarafından Mısır'da neşri devam etmektedir.Bu muhteşem eser otuz bir senede tamamlanmıştır. Eser, mânevî oğlu Sadreddin Konyevî'ye ulaşmış ve 20. yüzyıl başlarına kadar Konya'da Zaviye kütüphanesinde korunmuştur. Bu nüsha, bugün İstanbul'da Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunmaktadır.İbn Arâbî, kendisini Fütuhât'ı yazmaya iten sebebi eserin giriş kısmında anlatır. Buna göre, Kudüs'ü ve Medine'yi ziyaret eden Arâbî, bundan sonra ilk defa Mekke'ye varıp Kâbe'yi ziyaret ettiği sırada kendisine gelen feyizleri ve ilhamları (Fütuhât) Tunus'taki dostu Ebu Muhammed Abdülaziz ile Abdullah Bedr el-Habeşî'ye açma ve anlatma arzusu duyar.
Yine anlatıldığı kadarıyla İbn Arâbî, Hz. Peygamber'i, öbür peygamberleri, melekleri, evliyâları ve âlimleri bir gece rüyada görür. Kendisine beyaz bir cübbe (Hil'at) giydiren Hz. Peygamber, minbere çıkıp bir hutbe okumasını ister. Verilen görevi yerine getiren İbn Arabî: “Ruhu'l-Kuds'ten gelen bir vahiy olan o hutbe fütuhâtın önsözüdür” der: Fütuhât-ı Mekkiyye Önsözü
Bismillâhirrahmânirrahîm
Yüce Allah'a Hamd ve Senâlar olsun. O, gözle görülebilen, her şeyi yokluktan var etti. Bu yaratılanların oluş sırrını incelememize imkan verdi. Şimdi burada bizlere verdiği sıddık vasfı ile vâr ettiği bu şeylere bir göz atalım.
Allah-ü Zülcelâl, göründü ve gösterdi. Lakin bu sırrı sonradan gizledi ve örttü. Kuldaki göz ve görüş, ilk olarak onun isim ve yüceliğini ispat etti. Çünkü bu müşahede ve görüş, O'nun yüce mevcûdiyetinin kât-i bir sübût delilidir. Yani Birinci adın subutiyetidir. İkinci ad ile, bizlere yokluğun ve mahviyetin, tahdir müşahedesinin subutuna imkân verdi. Çünkü bundan evvel var oluşunu bizlere ispatlamıştır. Şayet asrımız ve asrımızdakiler olmasaydı, yani alim ve cahiller olmasaydı; hiç kimse, bu yüceliğin ne birinci ve ne de ikinci adını bilip ve öğrenemezlerdi. Ne Batın ve ne de zâhir bulunabilirdi ve ne de Hak Teâlâ'nın 'Esmâül Hüsnâ', yani güzel adlarını ve ne de yüceliğe giden yolu göremezler ve bulamazlardı.
Şu var ki bu yol, menzillerde yani konaklarda bir tebâyün görülür. Bu hususa Hülûl [4] edildiğinde her şey zahir olur ve görülür. Mesela: Abdülhalim - Abdülkerim olamaz. Anlamda da eşitlik yoktur. Mânâ bakımından sakin ve uysal bir kula, cömert eli açık bir kul diyebilir miyiz? Bunun tersi de böyledir. Ve yine Abdülgafur, Abdüşşekur olur mu? Tabiati ile olmaz; çünkü her şey, sıfatı ile müsemmadır.
O, herşeyi bilir ve öğretir. O, öyle bir yargıçtır ki, yargılar ve yargılatır. O, öyle bir kuvvet ve azemettir ki, kudretine, büyüklüğüne, erişilmesi imkânsızdır. O, öyle bir kâhirdir ki kahreder ve kahrettirir. O, öyle bir Bâkidir ki, ezelden var olan, sonsuzluğu olmayan bir varlıktır. O, her menzil ve durakta temiz ve paktır. Fakat bir kulun karar kılacak bir menzilde O'nu tenzihe hakkı yoktur. Çünkü Sübhânehî ve Teâlâyı o parlak Azametli mevkiinde kendisine benzetmiş olur ki, haddi zâtında onun benzeri olması gerek. Aksi halde o kulda yönler değişir; Zülcelâl'e nazar ettiğinde, o ilâhî mültefit bakışlar yok olup gider.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta