Funchal
Sahildeki balık lokantası, basit, gemi kazazedelerinin yaptığı bir kulübe. Niceleri döner kapısından, ancak denizden gelen rüzgâra değil. Bir gölge ayakta durur tüten kulübesinde ve kızartır iki balığı Atlantis’ten eski bir tarife göre, küçük sarımsak patlamaları, domates dilimleri üzerinde akan yağ. Her bir lokma okyanusun iyiliğimizi istediğini söyler, derinlerden gelen bir mırıltı.
Kadın ve ben bakıyoruz birbirimizin içine. En küçük bir yorgunluk hissetmeden çılgınca çiçek açan yamaçlarda tırmanmak gibi. İşin hayvani tarafındayız, hoş gelmişiz, yaşlanmıyoruz. Fakat öyle çok şeyi yaşadık ki birlikte, hatırlıyoruz bunu, çok da değerimiz olmadığı zamanları da (ki o vakit kuyruğa girmiştik sıhhatli dev kanımızı vermek için – adam kan nakli siparişinde bulunmuştu), bizi birleştirmemiş olsaydı ayıracak olan o olaylar, ve birlikte unuttuğumuz o olaylar – fakat o olaylar bizi unutmadı! Taşlar, karanlık ve ışık oldu onlar. Parçalanmış bir mozaiktedir taşlar. Ve şimdi gerçekleşiyor bu: taş parçaları birlikte uçuyorlar, tamamlıyorlar mozaiği. Bizi bekliyor mozaik. Otel odasının duvarından ışıldıyor, azgın ve duygulu bir tasarım, belki bir yüz, giysilerimizi çıkarırken yetişemiyoruz her şeyi algılamaya.
Dışarı çıkıyoruz alacakaranlıkta. Denize fırlatılmış burnun o muazzam lacivert pençesi uzanmış yatıyor. İnsan anaforuna giriyoruz, dostça itiliyoruz, uysalca yoklamalar, herkes konuşuyor gayretle yabancı o dilde. “Hiçbir insan bir ada değildir.” Onlarla güçlendik, fakat kendimizle de güçlendik. Ötekinin göremeyeceği içimizdeki o şeyle. Sadece kendisiyle buluşabilen o şey. En içte bulunan o paradoks, garaj çiçeği, o iyi karanlığa açılan supap. Boş bardaklarda kabarcıklaşan bir içecek. Sessizlik yayan bir hoparlör. Her bir adımın arkasında büyüyen bir patika. Sadece karanlıkta okunabilen bir kitap.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...