FUKARA
Dünyanın vefası ağaya,beye,
Kahrını çeken hep fakir fukara.
Boş çikar elini atsa her neye,
Görülür her zaman hakir fukara.
Boğulur hayatın hendesesinde,
Kahır alır verir her nefesinde,
Nağmeler hüzündür hazin sesinde,
Sanmayın zevkinden şakır fukara.
İçin için ağlar,saklar yaşını,
Elemle pişirir her gün aşını,
Düşünür düşünür eğer başın,
Yürütür boş yere fikir fukara.
Şaşar kalır zamanenin fendine,
Kendi vurur ilk kazmayı bendine,
Çaresiz haliyle kendi kendine,
Oturur beddua okur fukara.
Savrulur ömrünün sam rüzgârında,
Kavrulur her gece gam rüzgârında,
Daha hayatının ilk baharında,
Çile çözer,çile dokur fukara.
Kayıt Tarihi : 13.3.2007 22:13:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ELLERİ ÖPÜLESİ ANALAR
Güneş akşam karanlığına yenik düşerken
ahir zamanın içinde değildi yaşananlar.
Geniş alanlara kurulu şehrin Pazar yerine
dar yollara sahip, kentin varoş mahallelerinden
yazmasıyla utancını saklayarak gelen annelerin gölgeleri,
Yavaş yavaş karanlığın içine düşmekteydi.
Pazarcılar seslerini çok olmuştu kısalı;
abla domates 2.5, elma 3 diye bağırışlar
artık boşlukta yankılanmamaktaydı.
Karanlığa iyice dalan,başı yazmalı, yüreği yaşlı analar
bizim pis diye bakmadığımız çoğu şeyin içinden
bir çok güzellik çıkarırdı, utanç içinde.
Hani kimse görmesin diye de
yüzlerini yazmalarıyla kapatırlardı,
dağılan pazar yeri artık darmadağınıktı.
Bizlere hatırlamayı bile cesaret edemediğimiz
ar duygusunu hatırlattı,
karanlığın içinde gözü yaşlı,
sokak lambasının ışığı altında
gölgesi pazar yerine vuran analar...
Yerde kalmış henüz süpürülmeyi bekleyen,
yarısı çürük patlıcan ne de güzel süslerdi
Tarhana çorbası kokusuna,
sofrada ahenkli bi ses verecekti.
Solmaya yüz tutmuş marullar
hani şöyle bol suyla yıkansa yüzüne renk gelecekti
Bide çöpten alınan, yarım kalmış ekmekleri
bu gece sofrayı şenlendirecekti.
çürümeye yüz tutmuş elmalar kenarlarından temizlenince,
dilim dilim yenilecekti.
Zaten zenginlerde böyle yemez miydi elmayı,
seyrettiği filmlerden bilirdi gözü yaşlı anam.
Zenginlerde elmayı hep böyle yerdi.
Çocuklara gözükmeden mutfağına girdi.
Çürük olan her şeyi merhametli elleriyle temizledi.
Ufak tüpün üzerinde acılı tarhana,
hemen hemen olmak üzereydi.
Altını kısarken tüpün ,patlıcanları ufak ufak kesti.
Kabuklarını ince sıyırdı fazla ziyan olmamalıydı,
sofranın en leziz yemeği, soyduğu patlıcan olacaktı.
Çocukların karnı çürükte olsa sebze görecekti;
daha ne olsun ki gecenin içine sarkan gözyaşlarıyla
mutlu etsin anamı,
hem kim nerden bilecekti
bu sebzeler bir zamanlar çürüktü.
Şefkatli elleriyle topladığı her şeye teker teker can verdi.
Çürük olan sebzeler değil,
derin uykuda olan insanlar değil miydi?
Bu şehrin karanlıklarından
bir türlü kurtulamayan yüzler
ve sebebini bile bilmeden her şeyi alkışlayan bu insanlar değil miydi?
utanması gereken yüzünü yazmayla kapaması gereken
gözü yaşlı anam mı,
yoksa yüzümüze çalan karalığın farkına varmadan yaşayan,
utanma duygusunu ola ki hatırladığımızda
yüzümüzü örtmeye yetecek kadar yazma bulamayacak
derin uykularda olan bizler mi?
Sahi kim di?...
güneyce yakılanlar...
umarım üstadım yanlış anlamamıştır şiirlerimi....
yüreğiniz dert görmesin...
teşekkürler İbrahim abi
TÜM YORUMLAR (2)