Fransız Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Fransız

FRANSIZ
- 1 -
Fransız kendisinden başkasını beğenmez,
Yetenekli ulustur, “R” ye bir “Re” diyemez.

“Para” lar “Pağa” olur Fransızın dilinde,
Mumlar bir başka yanar Fransız Kandili ‘nde.

Berbere gir başında üç telik saçın ile,
Her teli ayrı sorar berber centilmenlikle:

“Bu tel ne yapayım? Sağa mı tarayayım?
Şu teli ben dipten mi, üstünden mi alayım?

Ortadaki dik kalsa; şer mösyö, yazık olur,
Bunu az limonlasam, inanın kazık olur.”

İki araç çarpışsa; dönüp hiç kimse bakmaz,
Ya da sen düşüp ölsen; kimseyi ırgalamaz.

Kendileri öpüşür, sevişir sokaklarda,
Sen tu kaka olursun, hele bir kez aksır da.

Sesli sesli sümkürür burnunu en seçkini,
Her an meyhanededir en bir genci, geçkini.

Memur işine başlar kafayı bula bula,
Sen bir bardak su içsen; sayılırsın budala.

Sakallı subay gördüm Paris ‘in ortasında,
Adam-madam asılır inanın sakalında.

Sakın bir tek madama az iltifat eyleme,
Tak tak kapını vurur, girmek ister evine..

Vitrinlerde tamından bir eksiktir fiyatlar,
Pisliklerin üstünde o biçim şatafatlar.

Her gençkızın yanında bir köpek; dana gibi,
Köpekler köpek değil; aynen kadana gibi..

Köpek yola pislese; üstüne kağıt örter,
Eğer kafi gelmezse; kapatır dörder-beşer.

Tuvalete bir girsen Sorbon ‘da Panteon ‘da,
Yüzün-gözün kızarır hemen daha ilk anda.

Herkes dil üstadıdır, yanlışı düzeltirler,
Söylediğin her sözü yanlışa benzetirler.

Küçücük kızlar bile matmazel falan değil,
“Fransızlar seçkindir.” Demişler, yalan değil.

Herkesin metresi var, her madamın bir yari,
Fransızlar soyludur, biraz öveyim bari.

İnsanları tanırlar anasının adıyla,
Heykelini dikerler bütün şatafatıyla.

Mareşal Marie Fayole, ne kahraman insandır,
O şahane heykeli her zaman aklımdadır.

Avenü La Mot-Pike ‘de abanır kılıcına,
Paçası denk gelmiştir kılıcının ucuna.

Emil ‘in anasına borçludur Fransızlar,
? ? ?

- 2 -
Soylu bir Fransız ‘dı Piyer-Klod Paniye,
Tanınmış bir doktordu, branşı intaniye.

Mesleği onun için salt geçim aracıydı,
Bizim seçkin Fransız uslanmaz bir avcıydı.

Yaşı fazla değildi; üç yirmi, bir de ondu,
Her kim kendini görse; sanır bir yerin kontu.

Tarardı ak saçları özenle arkalara,
Pembe bir hakimdi yüzüne, şakaklara.

Uzun burnu simgesi bir büyük azametin,
Gözlükleri gözünden eksik olmaz hazretin.

Boyu uzundan uzun, kilo-milo almamış,
Bir ömür boyu içmiş, şaraplar yaramamış.

Bacakları dal gibi, kolları daldal gibi,
Yaman dikkati çeker özenle giyindimi.

Canı bir domaldımı büroyu kapatırdı,
Bir av sezonu için hazırlık başlatırdı.

Her ne gerekse ava, bulur tamam ederdi,
Kolonel şapka takar, sandaletler giyerdi.

Spor gömlek üstünde, kısa pantolon altta,
Her bir yanı püsküllü bir av çantası sırtta.

Tüfek, bıçak o biçim vesair aksesuar,
Bagajında hazırdır yatacağı hamaklar.

Para dersen kum gibi ve yolculuk çekleri,
Yollara çıkmak için zil çalar etekleri.

- 3 -
O gün de öyle oldu; uçağa bindi Piyer,
Ağzı kulaklarında, güler habire, güler.

İlk durağı Senegal, sonra Kenya, Tanzanya,
Tanzanya ‘dan gidecek Paniye Uganda ‘ya.

Birçok yerli dil bilir; “Gak” demek “et” demektir,
“Guk” dedimi bir kere; o da “süt” istemektir.

“Avlumbala-Merhaba”, “Davlumbala? -Nasılsın? ”,
“Hamhum da hum şaralop. – Dikkat et ısırmasın.”

Pierre Claude rahattı; dili var, dilceği var,
Tuttuğunu koparır; eli var, elceği var.

Senegal ‘de durmadı, uzandı ta Kenya ‘ya,
Orada bir gün kaldı, ondan sonra Tanzanya.

Avcı dolu bir handan bir odacık kapattı,
Eşyaları bırakıp salona kapak attı.

Yemekten biraz önce medet umdu şişeden,
Yemeğine başladı şişeyi bitirmeden.

Gergedan sote yedi, sonra timsah kavurma,
Üstüne birazcık muz, az-birazcık da hurma.

Kolay dost olduğundan, fostlar buldu kendine,
Kalkıp rotayı sordu Tanzanya yerlisine.

Bir masa üzerine bir harita serdiler,
Garip işaretlerle yolları gösterdiler.

Konaklar, av yerleri, göller hep belirlendi,
Uganda üzerine çok öğütler verildi.

Konuşurken dendi ki; “Selam söyle Amin ‘e,
Giyinik yıkanmasın havuzlarda o yine.

Üşütür nezle olur, o yakıcı sıcakta,
İdi doğdu, büyüdü benim nah bu kucakta.

İdi Amin adamdır, hem de çok büyük adam,
Çıkıp başa oturdu teğmen bile olmadan.

Kesti İngilizler ‘in geberdikleri muzu
Ve sanki de indirdi başlarına topuzu.

Bol bol selamlar söyle, iyi baksın kendine,
Aşığım ol başkanın o güzel ülkesine.”

- 4 -
Piyer-Klod Paniye yollandı Uganda ‘ya,
Yerleşti eşyasıyla yıkık-dökük bir hana.

Birkaç gün kaldı orda, herkesten bilgi aldı,
Ceylan avı orada çok sevilen bir avdı.

En güzel ceylanları bırakıp Paris ‘lerde,
Uganda ‘da aramak hobiydi Paniye ‘de.

Dediler ki: “Şu yollar biraz kestirme amma,
Yine de ordan gitme, zira; sonu muamma.

Sen şu uzun yoldan git, uzun olsun has olsun,
Biraz ararsın amma ceylan-meylan bulursun.

Beri yolda ceylan bol amma tehlikelidir,
Oraya kimse gitmez yüzyıllardan beridir.

Sen de girme nonoşum, iş-miş gelir başına,
Değmez bir ceylan avı akacak gözyaşına.”

Piyer-Klod Paniye severdi tehlikeyi,
Bu yüzden hiç de fazla iplemedi kimseyi.

Daldı kestirme yola. Yol bir görkemli orman,
Puslasıyla yol buldu kayıp-mayıp olmadan.

Dal kesti, ağaç kesti, taş koyup sudan geçti,
Su-mu hiç bulamadı, yerine şarap içti.

Uganda ormanında Bordo ‘nun şarapları,
Klod ıssız ormanda lezzete doyamadı.

Bir yerde mola verdi, kurdu bir kamp çadırı,
Koydu yanıbaşına baltasıyla satırı.

İşte tam da o anda ortalık gitti güme,
Piyer inanamadı gözüyle gördüğüne.

Her yaprağın altından fırlamıştı bir yerli,
Adamlar çıplak zenci ve belleri kemerli.

Her biri tüylü-müylü, ellerinde kargılar,
Klod ‘u dört bir yandan sarıp sarmaladılar.

Çadırıyla birlikte söktüler topraklardan,
Piyer kurtulamadı bu karga-tulumbadan.

Çok bağırdı, haykırdı fakat fayda etmedi,
O tüylü ilkellere bağırtılar yetmedi.

Sallayıp yürüdüler bebek beşiği gibi,
Piyer kaldı kucakta bir it eniği gibi.

Şarkılar başlamıştı adamlar yürürlerken,
Kuşlar kaçışıyordu, yerliler ilerlerken.

“Akuntala dumbala, dam dum dala, şunbala,
Çarum çurum yabala, çabala dum çabala,

Kukumala kubala, vimbala kum anbala…”
Türkçesi aynen şöyle: “Bulduk işte bir mama,

Koyacağız kazana, aman ne tatlı ama,
Pilav salın suyuna, salça koyun yanına.”

Piyer dedi: “Yerliler beni karşıladılar,
Fransız olduğumu ilk anda anladılar.

Madem ki; Fransız ‘ım elbet karşılanırım,
Şefin kulübesinde bir ay ağırlanırım.”

Epey sonra kafile bir tür köye ulaştı,
Çil yavrusu çocuklar yanlarına koşuştu.

Saman kulübelerden kadınlar fırladılar,
Kafileye el çırpıp hayladı huyladılar.

Kadınların giysisi sarı samanlardandı,
Yüzlerinin renkleri rengarenk boyadandı.

Belli ki; hazırdılar yemek töreni için,
Tören başlamıştı ki; daha artık o biçim.

Toprak alan dolmuştu mide gurultusuyla,
Kulaklar sağır oldu halkın uğultusuyla.

Görkemli taht üstünde yaşlı, yerli Şef vardı,
Çevresini kargılı yerliler sarmışlardı.

Ateşler yakılmıştı yaşlı Şef ‘in önünde,
Kara bir kazan vardı ateşlerin üstünde.

Yerliler avlarını bu Şef ‘e gösterdiler,
Döner gibi döndürüp hayli incelettiler.

Şef uzanıp Piyer ‘in sıktı baldırlarını,
Kalçaları elleyip sordu hatırlarını.

“At lup atalup” deyip ciddi ciddi göz kırptı,
Paniye ‘yi gösterip iki elini çırptı.

Gömlek fora edildi, pantolon çıkarıldı,
Kolonel şapka ile sandaletler atıldı.

Devasa bir kazana attılar Fransız ‘ı,
İçine doldurdular suyu, biberi, tuzu.

Bir çuval patatesi eklediler kazana,
Piyer-Klod başladı kazanda sızlanmaya.

Dedi: “Anlayamadım, bu da karşılama mı?
Kimler kınayabilir kalkıp da kınamamı? ”

Şef dedi yerli dille: “Yemem enik maması.”
Dediler: “Mama değil, Fransız Oturtması.”

Sonra tarif ettiler: “İki su haşlanacak,
Haşlanırken yanına havuçlar konulacak,

Eklenecek üstüne elli bağ dereotu,
Suyuna renk verecek ıslandıkça külotu.

Kıçı tıkanacaktır, yoksa işer kazana,
Kıvam aldıktan sonra yeme de yat yanına.”

Şef dedi: “Evgen tevgen, enginnen ava ginnen…”
Yani dedi aşçıya: “Şu yemekle ilgilen…”

Jeton zor-bela düştü bu ceylan avcısında,
Banyo yapmadığını anlamıştı sonunda.

Dedi: “Pişirecekler yahu beni adamlar,
Ondan çalıyorlardır etrafımda tam-tamlar.

Kazandan çıkmak için bir şeyler yapmalıyım,
Mucizeler gösterip Şef ‘i şaşırtmalıyım.”

Başladı canbazlığa Piyer-Klod Paniye,
Girişti sıcak suda tek ayakla dönmeye.

Bazen yattı uzandı, bazen kalktı amuda,
O gösteri yaptılkça, salça koydu aşçı da.

Yapılan gösteriler Şef ‘i ırgalamadı,
Yemek gecikti diye aşçıyı azarladı:

“Can cum camcum avana, bambum bambum buvana.”
Yani dedi ki ona: “Az daha tuzlasana.”

Fransız en sonunda buldu çıkış yolunu,
Çakmağına bağladı kurtuluş umudunu.

Yanan ayaklarını kaldırarak, basarak,
Gösteriye başladı çakmağını çakarak.

Şef ‘e doğru uzattı çakmağın alevini,
Sağa-sola salladı haşlanan sağ elini.

İstediği olmuştu: Büyük Şef çok şaşırdı,
Paniye Büyük Şef ‘i hayretlere düşürdü.

Şef bakıp duruyordu o buüyük mucizeye,
Dikti bakışlarını bu minik avizeye.

Çakmaktan fışkırmıştı pırıl pırıl bir ışık,
Büyük Şef bu çakmağa oldu o anda aşık.

Dünyayı yana koymuş çakmağa bakıyordu,
Çakmak mavi alevle yandıkça yanıyordu.

Büyülenmiş gibiydi Büyük Şef tek bir anda,
Sarhoşluklar geçirdi o süslenmiş tahtında.

İlkel bir davranışla eğildi ve uzandı,
Çakmak yine çakıldı, bir kere daha yandı.

Büyük Şef aldı onu özenli bir tavırla,
Piter-Klod bekledi kazanında sabırla.

Vahşi öptü çakmağı, okşadı uzun süre,
İyice görmek için yanaştırdı gözüne.

Derin bir sevgi ile yüreğine bastırdı,
Güldü bir deli gibi, birkaç kere aksırdı:

Dönüp muhafızlara sert sert emirler verdi,
“Oğlumbala çalkala, ulanala sal…” dedi.

Bir muhafız çıkardı Fransız ‘ı kazandan,
Hemen serbest bırakıp yolcu etti oradan.

Yemekten olduğuna yandı, üzüldü kavim,
Fakat tavır koyanı onaramaz tek hekim.

Şef ne derse o olur bu ilkel kabilede,
Fransız ‘ı bıraktı zaten Şef ‘in kendi de.

Paniye bulup giydi pantalonu, gömleği,
“Kandırdım gitti.” Dedi “Bu ilkel dümbeleği.”

Belli ki; Şef ömründe tek çakmak görmemişti,
Çakmağı görür görmez şaşıp büyülenmişti.

“Onun için çıkardı herif beni kazandan,
Yoksa farkım kalmazdı haşlanmış bir sazandan.

Varsın şimdi çakmağı büyülü bir bok sansın,
Yaşasın ömür boyu, hırtlığına doymasın.”

Piyer-Klod Paniye başladı yürümeye,
Oyuın bozulur diye hiç bakmadı geriye.

Tam Paris aksanıyla bir ses duydu arkadan,
Hemen geriye döndü o anda merakından.

Koşuşan Büyük Şef ‘ti. Tahtında gülüyordu:

“Ulan oğlum Fransız… Benim salak veledim…
Zannetme ki; ömrümde ben hiç çakmak görmedim.

Yüzlerce çakmak gördüm her baharda, her kışta,
Yananını görmedim böyle tek bir çakışta.

Bu çakmakla kurtardın sen o tatlı canını,
Şimdi var git anana, o bağlasın donunu.”

Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) ‘nun vefatından sonra
ele geçen Şiirsel Gülmeceler 'inden

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 11.4.2006 19:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Meral Yağcıoğlu
    Meral Yağcıoğlu

    :)
    İyi ki paylaştınız bizlerle
    Ağabeyinize tekrar Rahmet dilerim

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

İsmet Barlıoğlu