Fraktal Fark Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
520

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Fraktal Fark

“Onun zihni gerçekten de oldukça farklı çalışıyor, bunu yaptıklarından ve yaşam biçiminden izlemek mümkün.”

Zihinsel farklılıkları oluşturan çok çeşitli etkenlerin var olduğu muhakkak,
beş parmağın beşi bile bir değil ya bu yüzden. Ancak bazıları bu farkın farkında olmaksızın bir yaşam tutturmuş giderken, nasıl olsa el de benim, parmaklar da diye bazıları bu farkları gözümüze oyarcasına sokar.

Benim farkım da bu olsa gerek ki, bazılarınızın gözünü oymak istiyorum şimdi. Müsaadenizle yani. Can yakmadan kan akıtmadan kindarlık yaratmadan. Ha, mümkün mü? Neden olmasın? Ya da neden olsun?

‘Her varlık, kendi oluşma gücünü kendi yapısında taşır, eş değişle dışarıdan almaz’ diye açıklanan şey nedir biliyor musunuz? Öz güç. Evet özgüç. Osmanlıcası zâtülkuvvet olarak bilinen şey, aynı zamanda oto dinamizm yani varlığın kendinden gelen gücü. Çiçek bu güçle açar, yemiş bu güçle oluşur, insan bu güçle büyür. Ancak ‘bir baltaya sap olmak’ diye de bir deyim vardır ki bu da özgüç ile hiçbir yere varılamayacağını anlatmak isteyen bir insan bilgeliğidir çünkü özgüç tek başına yeterli değildir baltaya sap olmak için, dış güçlere de ihtiyaç vardır. Neden?

Örneğin ormandaki bir ağacı ele alırsak, ağaç ağaçlığını bilir baltalığını değil. Baltalığı ona bildiren nedir? İnsan kafası. İnsan eli. İnsan elinin değmediği bir ağaç baltalığını bilemez kısaca. Bu da devim ve değişimlerin iç ve dış güçlerin işbirlikçiliğinden yaratılmış ola geldiğini bize açıklar. Hem de çok güzel, sakince, kolayca, eytişimsel bir bağlantı içinde. Örneğin ağaçtan olgunlaşan meyve kendiliğinden düşer. Ne zaman ki meyveleri toplamaya başlıyoruzdur işte o zaman bir dış güç girmiştir devreye. İnsan eli.

İçinizden bazıları kendilerini civciv çıkarabilecek bir yumurta sanabilir. Gerekli ısıyı bir bulsalar kim bilir ne cevherler yumurtlayacaklar ve o yumurtalardan da ne civcivler peydahlayacaklarını düşünebilirsiniz bu kendilerini bir yumurta zannedenlerin, oysa o iş hiç de öyle göründüğü gibi değildir. Kendini yumurta sananların birçoğu uğultulu tepelerin kayaçlarından kopup gelen taştırlar aslında. Taş olmak, taş yürekli, taş kalpli olmak deyimi de buradan gelse gerek. Görece ben de bir bakıma buyumdur ya gerçi, kime ve neye göre değişir.

Ormandaki ağaç özgücüyle çiçek açtı, yaprak verdi de ben ve benim gibiler ne yaptılar? N'aptık?

Bir el ağacın dalını saplaştırırken diğer bir el sizi ne yapar? Bir sapan taşısınızdır o halde. Birilerinin kafasını yarmaya odaklanmış bir göz tarafından ele geçirilmiş bir küçük taşçık.

Ağaçlardaki yemişler olgunlaştı ve düştüler yerlere, ama bir göz, ağaçtan yemiş toplamadı da ağacın dalındaki kuşu hedeflemişti, çekti arka cebinden sapanını ve önündeki yerde ilk göze çarpan irice taşı aldı eline, sıkıştırır sapan lastiğine ve…

Bir kıyım başlattı ormanda. Nice ölü kuşlar yerildi, niceleri hapsedildi belleğinde kıyım tarihinin.

O gözün de bir öz gücü yok mu peki? Var. Ona da bir akıl veren var. Onun da bir eğiteni, etiği var. Eninde sonunda beş parmaktan biri de o.

Bu türdeş, hangi dış güç tarafından beslendi ki tarih boyu ve halâ da destekleniyorlar, bu türdeş türler nasıl bir bakış açısı yaratıyorlar hayatımızda?

“Başlangıçtaki özgün özelliklerimiz kaybolmuştu ama yeni özelliklerimiz çıktı ortaya. Eski çağlardan bu yana… bunun nedenleri üzerinde çeşitli düşünüşler vardı… atomlar dağılıp yeniden yeni bir düzen fikrinde birleştiler ve insaf böyle çıktı ortaya.”

Toplum yapıları izomerleşmiştir. Atomların farklı farklı ve belirli oranlarda birleşerek çok daha farklı moleküller oluşturup izomerleşmeleri olasıydı çünkü. Bu yüzden biz dünya devletlerinden çok farklı bir toplum yapısına sahibiz ve bu yüzden içimizde bir anti-madde var. Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde 3000 kişilik destek ve 2500 kadar fizikçi personeliyle bu anti maddemizin peşinde olduklarını söylemek bu anlamda hiç de zor bir tahmin ve yorum olmaz. Hem kendimiz de bu işin içinde gözlemciyiz, hem de 1961 den bu yana. Bir yıl gecikmeli olarak ben de bu gözlemcilerden biri olarak yeryüzündeyim. Nasıl ama? Ne şarlatanlık değil mi?

Oysa bir tepkimenin ‘ilerleyeceği yola’ etki eden birçok ara etken vardır. Çözücü ya da tepkime ortamı gibi bazı katalizör ve inhibitörler tepkimenin ilerleme yolunu büyük ölçüde etkilemektedirler.

Evet bu yüzden de ‘bazılarımızın zihni gerçekten de çok farklı çalışıyor’ olabilir. Meselâ benimki.

İşte ismi lazım değil, bilmem kim şahıs, bu yüzden çok sevilir, beğenilir, iş adamı, sanatçı, yönetici, aile çocuğu, reisi, babası, devlet idarecisi, eş, dost, arkadaş, çalışkan, üretken, işbirlikçi, yaratıcı… işte, her şey onda toplanmış ve o başat bir karakter olarak çiziktirip duruyor durmadan hayatlarımızı, bugün ve her zaman tüm medya takipte, kazanıyor da kazandırıyor da durmadan. Nereden neyi kazanacağını gayet tabii çok iyi biliyor, nelere yatırım yapacağını, neleri gözden çıkaracağını da… Hiç tökezlemiyor, hiç sırtı yere gelmiyor, hiç mi hiç aksamıyor hayatı. Onun ve onun gibiler için hayat her zaman yolunda. Bir centilmenlik anlaşması yapmış gibi hayatla, bir protokole imza atmış gelmeden çok çok önce sanki. Hiç mi hata yapmıyor? Sayısız hata var muhakkak yaptığı ama o hataların da hepsi de her zaman başkalarına, hatta topluma mâlediliyor kimi zamanda.

Bir göz ona ‘yürü ya kulum! ’ demişçesine ilerlemede ki bu da onun ve benzerlerinin ne denli farlı bir düşün içinde olduklarını gösteriyor.

Farklı olmak ya da olmamak işte bütün sorun bu… Her şeyi özümde ve önümde bulmak.

Basamaklarım önceden belirlenmiş, kurulmuşlar tek tek, herkesin bir işin ucundan tuttuğu, büyük bir tepside sunulan bir hayat seçkisi var önümde, seç beğen al deniliyor. Her işin üstesinden geliyorum, her yaptığım konuşuluyor, her iyi şey bana mâlediliyor ve sadece benim adım zikrediliyor ağızlarda. Ben iyi olanım, herkes benim peşinde benim olanın, beni izliyor beni seçiyor, ben olmanın hayalinde..

Sen olmak, senin gibi olmak hiçte senin var ettiğin bir şey değil oysa. Seni sen yapan sayısız isimler gizli bu tarifte. Sağda solda önde arkada- tepende ve altında- seni koymuşlar bir tahtı revana taşıyorlar gocunmadan. Hiç de hoşnutsuz değiller, severek isteyerek bilerek adayarak-anarak taşıyorlar.

Senden bir kral vaat ediyorlar kendilerine bu basamakları kuranlar, yerleştirenler. Senden bir irade, senden bir yöneten, bir dikta, bir iktidar yaratmaktalarken; hiç uğraşmadan, elimden tutup parka götürür gibi çıkartılıyorum merdivenlerden ben de ağır ağır… geride bir yığıntı bırakarak celladıma teslim ediyorum başımı…

Ben olmak işte bu. Yaptığım yegâne şey gözlemlemek. Birileri de beni ‘sağım solum önüm arkam sobe, saklanmayan ebe! ’diyemeden, altımdan üstümden girip, bütün hücrelerime varıncaya değin zapturapt altında, durdurup-dondurup, gözetim altında tutuyor sımsıkı. Bana uygulanan bu set, bariyer ve engeller, senin-onun yolunu açanlarca, basamakları tek tek, milimi milimine hep aynı doğrultusunda, hep aynı yöne çıkacak yolunu çizenler-kuranlarca oluşturulup “bak” diye gözüme sokuşturuluyor, “İşte bak! ” Nasıl ilerlemekte olduğun dan! dan! vuruluyor, başıma kakılıyor, beni dondurup durdurmaya devam ederken.

Aramızdaki bütün fark bu işte, seninle benim, onunla benim. Farkı yaratan bunlar.

Özdeğin devim biçimlerinden biri insandı da neden hâlâ kapitalizm? Biri ha bire sapan ve taşı üretmeye devam ediyor neden? Kapitalizmden Küreselleşmeye ne değişti? Yumurtalarım nerede? Yumurtalarımız…

Tükenince mi anlayacağız… tamamen bitince mi… öğreneceğiz davranışlarımıza zihinsellik eklemenin elzem olduğunu? Evet, eğer bu hayat sahnesinde, bu trajikomedi de bir yeni devasalık, yeni bir biçimlendirme ve soluklanma icra edilecekse, çağdaş yaşamın tiyatrosunu çağdaş temel taşlarla donatmak zorunda değil miydik? Bu tiyatronun senaryosu da bilinçli kişilerce yazılmalı değil miydi?

Kendimize bırakılmamızın zamanı gelmedi mi artık?

Kendine bırakılmışlar özgürdür. Ben kendime bırakılmayı özlüyorum. Beni bana bıraksınlar artık. İşte farkım bu. Aynı yolun yolcusu değilim ne o, ne senle. O, ne nedenli zirvelerdeyse ben o denli diplere yöneleceğim. Sen ne denli belli, ne denli yönlüysen ben o denli belirsiz ve yönsüz olacağım. O ve sen ne denli dışa açılıyorsanız ben o denli içe kapanacağım. Bu da benim özgücüm, ben sizlerin var olmadığınız yerde olacağım.

Böyle olması gerekiyor. Sizler olduğunuz sürece ben bu hayatta olmayacağım. Ben olursam da sizler olmayacaksınız çünkü olamayacaksınız.

Şimdilik hayat sizleri tutmuş, varlıklarınızı korumuş görünüyor, onu ve seni seçtiler, sizin çağınız sürüyor şimdilerde… benimse tek isteğim, beni bana bırakmanız.

Benim doğrularım benim, yörüngem benim, benim olabilirliklerim de benim. Ben kuruyorum basamaklarımı, ben tek tek dize dize, benim ki farklı bir öykü, beni bana bıraksınlar.

Benim de dağlarım olacak çünkü ben kazıyorum çukurunu dağların tersini karakterimin diplerine, orada da çiçekler var açacak, ağaçlar da kuşlar ötüşecek orada da, benim icatlar yapan dehalarım, ne bir baltaya sap, ne bir sapan taşına taş olmayacaklardır biline, onun ve senin anladığınız anlamda.
Açtığım bu oyuklar ne denli derinse zirvelerim o denli sivri ve ulaşılmaza yükselecekler.

Beni bana bıraksınlar. Narin bir vücudum ben, narin bir ruh değil. Bu narin bedende hangi ruhlar hapsedildiler asırlardır. Hepsi de çelebilerimdir benim bir gün uçuracaklar. Yeter ki beni bana bıraksınlar.

İzlemek istemiyorum, başkalarınca kolaylanmış hayatlarınızı. Dinlemek-izlemek istemiyorum sükunete çağrısını türkücülerinizin. İzlemek istemiyorum âdem elinden çiziktirilmiş karakterler haritanızı.

Yolun tarifini planını bu kez ben oluşturacak, bilmediğiniz deniz dehlizlerden sızacağım gerçekliğinize, o hiç tahammül gösteremediğiniz, hiç dayanamadığınız, bucak bucak kaçıp, secdede dualara sığındığınız gerçekliğinize.

Beni bana bırakın. Ben - Siz olmayacağım.

Narin vücudumla bedenimdeki öz gücüm türdeş, sizlerin anladığı anlamda kardeş yani karın deşen değil! Bana el veren de İnsafın eli, düşmanlık toplumları eken İnsanın değil.

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 5.2.2013 22:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Habibe Merih Atalay